3 Aralık Dünya Engelliler günü imiş, Adamlığımızdaki Engeller Hariç...

TAKİP ET

3 Aralık Dünya Engelliler Günü imiş

3 Aralık Dünya Engelliler Günü imiş. Engelli bireylere ait böyle bir günün tahsisi en azından genel insan bilincinin “delilerin yakıldığı“, zihinsel engellilerin “Tanrının laneti“ olarak algılandığı asırları geride bıraktığımızın göstergesi. Neden farklı fiziksel ve zihinsel engellere sahip insanlar tarih boyunca değişik biçimlerde dışlandılar, aşağılandılar ve hatta yok edilmek istendiler? “Toplumsal hijyen” adına yok edildiler kimi yerlerde? Marsta araştırmalar yapıldığı günümüzde insanlık, evrensel kötücül mirasından getirdiği engellilere yönelik ayrımcı düşüncelerden ne kadar sıyrılabilmiştir? Zihniyet değişimi sanıldığından daha yavaş işleyen bir süreçtir. Yeni zannettiğimiz çoğu şey aslında eskinin şekil değiştirmiş halinden başkası değildir. GEÇMİŞ; yeni makyaj ve kıyafetlerle hiç çaktırmadan karşımıza çıkıp kendini “yeni” hem de “yepyeni “diye pazarlayabiliyor. Tüketip sıradanlaştırıyoruz ama fark etmiyoruz bile. Zihniyet kalıpları, inançlar, davranışlar, gelenekler adeta suyun halleri gibi birbirine dönüşerek varlıklarını devam ettiriyorlar. İnsanlar fiziksel ve zihinsel engelleri çoğu defa “Tanrının laneti olarak“ gördüler ağır cezalar, ölümler, kıyımlar yaşandı. Gün geldi yavaş yavaş “bunlar da insan“ demeye başladıklarında engellilik kavramına yüklenmiş ilahi ceza kavramı “bu sana Allah’ın bir imtihanına” dönüştü. Bu mantığa göre; yaratıcı bazı kullarını seçiyor ve onları özel  “Eyüp sabrı testinden” geçirmek için deniyor, sınıyordu. Bunu yaparken de evladını diğer insanlar gibi olmaktan alıkoyuyor, ebeveynin de sabrını ölçerek sınav sürecini geçip geçmeyeceğini görmek istiyordu. Yaradan ebeveynini imtihan etmek için evladına cezayı kesiyordu, bu “kafa-tevekkül”e göre. Böyle olunca da ”Allah’ın işine karışılmayacağından”, durumu değiştirecek; sınavın nesnesi olan engelli çocuğu yetkin bir birey olarak topluma kazandırma çabası, onu toplumsal özne yapma mücadelesi toplumsal şefkat ve sevgi taleplerini içeren söylemlerin ötesine geçince “günah” sayılıp cezalandırılmalı(y)dı(r). Bu cezalandırmayı kim yapacaktır? Kim olacak, elbette; her lafın başında kutsal ve yüce erdemlerden dem vuran “sağlıklı-sıhhatli” insanlarımız. Onlar ki; sağlıklı ve “normal“ oluşlarını genelde “Allah’tan bilmeden" yaşarlar hayatlarını. Engelliliğin “Allah’tan geldiğini” söyledikleri kadar olmasından geçtik zerresi miktarınca Allah’a şükrettikleri şüphelidir. Buraya kadar yazdıklarımızın okuru haklı olarak; “tek suçlu iki cümlelik dini ifade mi“ tepkisine sürükleyeceğini biliyorum. Elbette değil! Gelelim görünüşte küçük esasta büyük sorunlara: Okullarda özel eğitim çocuklarının yürürlükteki mevzuatın emrettiği/hak olarak tanıdığı kaynaştırma dersleri almasını engelleyen/zorlaştıran “veli tepkisi” kitle zorbalığının en ilkel görünümlerinden biri ve bu durum artık sistem tarafından kanıksanmış durumda. Çünkü o veliler siyasal tepki üretiyorlar ve mevcut rekabetçi sistemde “sınıflarda özel eğitim öğrencilerinin olmasının ortalama başarıyı düşürdüğünü” düşünüyorlar. Maalesef onlara; ”burası devlet okulu ve burada insani ve kamusal amaçlar hiç kimsenin özel yararına feda edilemez“ diyecek bir otorite(ler) yok. Okullar RAM raporları ile “kaynaştırma hakkı” tanınan çocukların normalde kayıtlı oldukları sınıflarına alın(a)mamasının dayatmaları ile dolu. Ve bütün bunlara itiraz edilince iğrenç bir ifade ile top Allah’a atılıveriyor: ”Sabır kardeşim. İmtihan. Her şey Allah’tan”... Eskiden bir mesel olarak anlatılırdı; Cumhuriyetin ilk yıllarında planlama için çağrılan yabancı uzmanların her önerisine yetkililerin "mevzuatımız müsait değildir" cevabı vermeleri üzerine adamlar Atatürk'e nihai raporu verirler: ”Efendim ülkeniz kalkınabilir ama mevzuatınız müsait değildir”. “OLİGARŞİK Bürokrasiyi” zemmetmek için. Şimdi de tam tersi; MEVZUATIMIZ MÜSAİTTİR FAKAT KURUMSAL İRADEMİZ MEVCUT DEĞİLDİR. Mevzuatımız müsait, uygulayacak bürokrasimiz yok. Özel Eğitim Yönetmeliğinin okullarda uygulanması birçok şeyi çözebilir ama nerede? Bir çok okulda OÇEM sınıfı öğrencileri teneffüse çıkarılmıyor, temel bir hak olan TENEFFÜS HAKKINDAN bu çocuklar uygulamada yararlandırılmıyorlar. Zil çalıyor dört öğrenci başlarında iki öğretmen sınıfta. Niye? Çocuklar gürültüden ürküyormuş. Yahu bari kaynaştırma sınıflarına almıyorsunuz, bahçeye çıkarın da hiç değilse kalabalığa alışmayı öğrensinler. Bu tavır otizmi pekiştirmekten başka neye yarar? Devlet desteği ile özel kurumlardan alınan derslerde sınıflarda sürekli kamera kaydı yapılıyor. Devlet okullarında OÇEM sınıflarında bu yok. Gerek veli ve gerekse idare bu sınıflarda eğitimin ruhuna uygun verilip verilmediğini denetleme imkânından uzaktır. Öğretmenlerin çok önemli bir kısmı; OÇEM sınıflarında Özel Eğitim Yönetmeliği eğitiminin bireyselleştirilmesini yani çocuğun seviyesine uygun programlamanın yapılmasını emrettiği halde MEB’in verdiği standart ders kitaplarını “papağana ezberletir gibi” işleyip geçiyorlar. İtiraz ettiğinizde “ben akademik boyuta bakarım” diyor. “Zaten bu çocuk akademik eğitime açık olsa burada olmaz seviyesine uygun planlama yapmalısınız” deyince kötü adam oluyorsunuz. ÖZEL EĞİTİM KURUMUNDA dönemsel değerlendirme toplantısı yapılacak öğretmeni çağırıyorsunuz hemen protokol savaşı başlıyor; ”onlar gelsin burası devlet”. Yönetmeliğe uygun görev yapması söz konusu olunca umursamadığı “Devlet”i, egosunu sergilemenin bahanesi olarak kullanmayı biliyor. Oysa yönetmelik koordinasyon içinde davranmayı emrediyor. İyi işler, iyi insanlar yok mu? Elbette var. Onları anmamak haksızlık olur. Fakat genel yaklaşımın popülizm kaynaklı olması nedeniyle gidişat kötü örneklerin artmasına ve iyilerin havlu atmasına yol açıyor. Ortaokul sonrası ÖZEL EĞİTİM MESLEK LİSELERİNİN varlığı çok önemli bir olaydır. Bu liselerimizin derslik ve diğer imkanlarının artırılması ve idealist öğretmen ve idarecilerin teşvik edilmeleri gerekiyor. Her konuda içimizdeki kötücül damardan kaynaklanan hezeyanlarımızı, tembelliğimizi, vurdum duymazlığımızı “Allah’tan, şeytandan, dış güçlerden“ gibi gerekçelendirmelerle sadece gırtlağımıza kadar sorunlara gömülmekle kalmaz, gün gelir bu sorunların açtığı çukurlarda boğuluruz. Özetle; mevzuatımız müsaittir, toplum olarak adamlığımız müsait değildir, devlet olarak kadrolarımızı müsaitleştirecek irademiz yoktur. Biraz dağınık bir yazı oldu ama zaten sorunun kendisi hayatı dağıtmaya yetiyor. Uygulamadaki basit görünen ısrarlı yanlışlara değinmek istedik. Ne ALLAH ne de şeytan suçludur. HİÇ DEĞİLSE ŞU ELDEKİ MEVZUATIN UYGULANMASINI SAĞLASIN MEB, yeterli. Twitter: @kurtbasfaruk