AKP'yi Alkışlayarak Yıkmak

TAKİP ET

Churchill'in bir sözü meşhurdur: 'Hitler Cehennem'i işgal etse, Avam Kamarası'nda Şeytan lehine bir çift olumlu laf ederim

Churchill’in bir sözü meşhurdur: “Hitler Cehennem’i işgal etse, Avam Kamarası’nda Şeytan lehine bir çift olumlu laf ederim.” Kendisi Hitler’i teskin etme politikasının yıkıcı sonuçlarını görmüş, uzlaşmaz ve epey zorlu bir yolu tercih etmişti. Zira Hitler teskin edildikçe, müttefikler mevzi kaybediyor, savunma hatlarını biraz daha geriye çekmek zorunda kalıyorlardı. Avusturya’yı ilhak edince silah altına alabileceği nüfus artıyor, Çekoslavakya’yı işgal edince endüstrisini genişletiyor ve epey donanımlı Çek Ordusu’nu savaşmadan saf dışı bırakmış oluyordu. Yüzleşmeyi ve çatışmayı ertelemek, ancak Hitler’in yüzleşme anında daha güçlü olmasına yarayacaktı. Bu yüzden Churchill dümenin başına geçti ve Avrupa direnişine bir omurga kazandırdı. Godwin kanunu uyarınca, internet ortamındaki yeterince uzun her tartışma bir Hitler referansı yahut mukayesesi içerir. Bu yüzden ülkemizdeki iktidar ve muhalefetin ilişkisini bu bağlamda ele alıyorum: Cüretkar ve plancı bir Hitler’in karşısında, korkak ve Hitler tarafından seçilen zeminde, Hitler’in istediği şekilde karşısına çıkmaya razı bir muhalefet. Savaş tarihinin en eski kaidelerinden biridir: Düşmanın istediği zeminde savaşma, onu kendi seçtiğin zemine mecbur et. Amerikan İç Savaşı’nda, Gettysburg muharebesinde Robert Lee, George Meade’i kendi istediği zemine çekebilseydi, bugün ABD’den söz edemezdik belki de. Yahut Crecy muharebesinde Fransızlar İngilizlere, İngilizlerin kendi seçtikleri hakim mevzide saldırmasalar, Yüzyıl Savaşları çok daha çabuk bitebilirdi. Türkiye’de muhalefet, rakibinin seçtiği zeminde savaşmaya mecbur kalmıyor, bunu marifet sayıyor, bunu istiyor. Ortada, evet, AKP’ye oy veren geniş bir kitle gerçeği var ve bir şekilde bu kitlenin dağılması, küçülmesi vs. gerekiyor. Ancak bunu mümkün kılacak yol, AKP’nin kitlesini elde tutma hamlelerine alkış tutmak, bunun gündem teşkil etmesi için çaba harcamak mıdır? Muhalefet, AKP’yi alkışlayarak yıkacağını zannediyor, alkış seslerinin gürültüsünden sağır olacak Erdoğan’ın sağlık sebepleriyle istifa edeceğini falan umuyor olmalı. Kuvvetli teşekkürler ve cılız ihtiyat şerhleri Erdoğan’ın yularını saldığı canavarı durdurabilir mi? Baroların bölünmesi gibi AKP sempatizanı hukukçuların dahi benimsemediği bir şer hamlesi meclisten geçerken, Ayasofya’nın ibadete açılması gibi AKP’nin zayıflığının, çaresizliğinin emaresi bir hamleyi gündemde güçlendirmek muhalif bir tavır mıdır? AKP’ye parmak sallayanın parmağını kırmak, mesela… Erdoğan’ın yapmak isteyebileceği hamlelerin önünde duran, Türkiye’nin iç siyasi dinamikleri değil, acı olan bu. Türkiye’nin dünya ile hiç değilse ticari ve finansal olarak entegre bir ülke olması, Erdoğan’ın önündeki tek engel. Ekonomiyi baltalayacak hamleler onun kırmızı çizgilerini teşkil ediyor, bu çizgileri de zaman zaman, göze alabilecek güvencesi varsa, epey esnetiyor. Muhalefet iktidar için tehdit teşkil etmiyor, muhalefetin yapabileceği hamleler, Erdoğan’ın strateji belirlerken gündeme aldığı hususlar arasında, muhtemeldir ki, epey düşük önemde tespit ediliyor. Erdoğan yarın hilafeti getirse, özellikle İYİ Parti, herhalde “Türk’ün hakkı olan hilafetin geri gelmesini takdir ediyoruz ama Erdoğan damadını görevden alsın” diye bir açıklama yapar. Erdoğan’ı istemememizin, Erdoğan’ın ve partisinin ülkemize zarar vermesinin sebebi, İslamcılıklarıdır. İslamcılık, sanrılara, saplantılara iman etmek, aklı, edebi, hukuku, kuralı, kaideyi reddetmektir. Dini referanslarla inşa ettiğin ideolojiyi, “öteki dünyadaki kurtuluşun yolu” olarak bir yeni, post-modern din olarak sunarsın; yalan da, dolan da, yolsuzluk da, kayırmacılık da bir anda meşrulaşıverir, fetvası hazırdır. Türkiye’de bunun farkında olan ve bu zihniyetle arasına mesafe koyan milyonlar var. Koyabilecek daha milyonlar da. Ama muhalif partiler, kendi kitlelerinin sesi olmak yerine, sürekli konjonktürel vaziyet alıyorlar; üstelik konjonktürü yanlış okuyarak, yanlış pozisyon seçerek. Erdoğan’ın zihniyetiyle geçişkenliği yahut o zihniyetin söylemlerine karşı yumuşak karnı olan bir söylem, Erdoğan’ı deviremez. Ancak onu güçlendirir, onun muhalefeti istediği gibi tanzim etmesine zemin hazırlar. İYİ Partili aktörlerin söylemlerini, demeçlerini, hamlelerini şöyle bir derleyelim; yine AKP’lilerin söylemlerini derleyelim. İsim yazmayalım ve demeçlerin kimin tarafından verildiğini önceden bilmeyen, ortalama vatandaşın üzerine koyalım, vatandaşa soralım: Bu söylemlerden hangisi İYİ Parti’nin, hangisi AKP’nindir? Vatandaş epey kafa karışıklığı yaşayacaktır. Attila İlhan, yanıldığımız her şeyi birden istemekti isteği gerçekleştirmez isteğin yoğunluğu ihtiyaç başka bir boyuta geçmekti devreden çıkarıp gereksiz sorumluluğu diyor ya, bunun gibi, özellikle İYİ Parti’de “her şeyi birden istemek” sorunu var. AKP’den oy çalacak olan da kendisi, Doğu ve Güneydoğu’ya hitap edecek olan da, merkez sağı diriltecek olan da o, Türk milliyetçiliğinin şerefini kurtaracak olan da. Halbuki asıl ve hayati misyonu, sonuncusudur. Onu kuran seçmen, CHP seçmeninden daha Atatürkçü, MHP seçmeninden daha milliyetçi; bunu hem kamuoyuna yansıyan çalışmalardan hem de İYİ Parti’de görev yaparken bizzat başında bulunduğum etraflı bir çalışmanın neticesinden biliyorum. Ancak arada müthiş bir makas var, İYİ Parti, seçmenini onunla hiç alakası olmayan ve seçmeninin çoğunun yaşam tarzına da, ideolojisine de düşman aktörlerin emrine veriyor; o aktörlerin seçmeninin omuzlarına basmasını sağlıyor. Bunun sebebi de, art niyet değilse, her şeyi birden istemek. Oysa, bırak AKP seçmenine hitap etmeyi Deva ve Gelecek Partileri yapsın. Zaten birkaç puanlık oy kaybı, AKP’yi devirecektir. MHP’nin Atatürk düşmanlığından, Türk Dünyası’na yapılan ihanetten, cumhuriyet düşmanlığından rahatsız seçmenini devşirmeye uğraş, İYİ Parti’nin asıl misyonu budur. Oy vermeyen, adressiz kalmış seçmeni yakala; ki İYİ Parti’nin her şeye rağmen oy alacak olmasının tek nedeni, bu yönde çaba harcamasa bile bu seçmen için doğal adres olmasıdır. Muhalif, seküler ve Türk milliyetçisi özellikler gösteren seçmenin gidecek yeri yok, bu yüzden İYİ Parti’ye oy veriyor. Ama üzülerek söylüyorum ki, başarılı olsun istediğim bu parti, seçmenine ihanet ediyor. Bütün bunların neticesi, siyasi aktörlerin İYİ Parti’ye geçici bir atlama taşı olarak bakmasıdır. İYİ Parti’de siyaset yapanlar, kendi geleceklerini garanti altına almak yahut müstakbel siyasetlerine malzeme sağlamaktan başka kaygı gütmüyorlar. Partide birlik yok, bu zaman zaman basına da yansıyor, ancak içerideki herkes biliyor ki, partinin “kadro”sunu temsil eden insanların çoğunun partiyle ilgili dertleri yok. Türkiye’yle ilgili dertleri de yok: Varsa yoksa, kendileri. Elbette “uzlaşmaz muhalif tutum” iktidarın ekmeğine yağ sürecek, onun kutuplaştırma siyasetine malzeme verecek üslupta olmamalı. Ama alkışçı muhalefet de ifrattır. Size oy verenlerin, size makam sağlayanların siyasetini yapın ve konjonktürel olanın yanında, mutlaka ilkesel olan da gündeminize girsin. Öyle ya, siyaset basitçe ilke işidir: Cemiyet yaşantısının sair alanlarında şunu yahut bunu isteyen insanlar örgütlenir, parti kurarlar. Hiç ilkeniz yoksa, yahut ilkelerinizi iktidar belirliyorsa, kızdığınız, nefret kustuğunuz Bahçeli ve MHP’ye bir özür borçlusunuz demektir. Umarım yanılıyorumdur tabii, bunu da eklemek lazım. Her şeye rağmen, AKP karşısında bütün muhaliflere, biraz Churchill gibi bakıyorum, şeytan lehine dahi bir çift laf ederim. İYİ Parti’nin ve CHP’nin başarılı olması muradımdır, dileğimdir. Ama isteğimizin yoğunluğu, isteği gerçekleştirmiyor işte. Sendikacılığın işçi ağalığına dönmesi gibi, seçmen ağalığına dönüşen bir particilik, ağalara gerekli pay verilirse, seçmenin hakkını mı savunur, seçmene payı verenin propagandasını mı yapar? Şunu da söylemek lazım: Diyelim ki bu yol doğru olsun, AKP'yi yıkıp AKP 2.0'ı getirince mutlu mu olacağız? Derdimiz sadece "onlar yemesin, biz yiyelim" kavgası mı? Yahut yanlış devam etsin ama aktörler bizden olsun mu diyoruz? İslamcılık teşhisini koymadan yapılan her muhalefet güdük kalacaktır, kalıyor da. İYİ Parti’de görev alışım, öyle ya da böyle bir aktör oluşum, şahsımda fevkaladelikler olduğundan değil, bir kitleyi temsil ettiğim içindi. O kitlenin ağzı laf yapan, öne çıkan bir sözcüsüydüm, o yüzden GİK üyesi, danışman vs oldum. Şimdi o kitleye, arkadaşlarıma, kardeşlerime, nesildaşlarıma bakıyorum. Sansürsüz yazacağım, hemen her gün denk geldiğim bir yorum var İYİ Parti ile ilgili: “İYİ Parti’ye verdiğim oyun bir tek ete kemiğe bürünüp beni sikmediği kaldı.” Aynı kitlenin MHP’den ayrılma, seçim dönemi vs. halet-i ruhiyesine bakıyorum, müthiş bir fedakarlık, azim, aktivizm ve beklenti vardı. Elbet bu kitle Türk seçmeninin tamamı değil, önemine de parti yöneticileri karar verir. Ancak bu kitle benim aldığım nefestir, içtiğim sudur, hayatımı çevreleyen dünyadır. O ruhtan bu hale nasıl geldiler, bunu sorguluyorum. Eğer bu kitle önemseniyorsa, partililerin de partilerine yönelen her eleştiriye saçmasapan argümanlarla cevap vermek, yahut vaktiyle bizi tiksindiren siyaset simsarlarına özenip boktan tevillere başvurmak yerine, oturup düşünmeleri lazım. Zira bu kitlenin özellikleri, her sene seçim yaşına gelen neslin özellikleri, git gide büyüyor. Ağzı bozuk, tatmin etmek zor, beklentisi karşılanmadığında da epey yıkıcı. Aptalca bir bakışla, komik hamlelerle de olsa, AKP bu kitleyi gündemine alıyor, etkilemeye çalışıyor. Bu gençliğin doğal adresinin ise bu husus hiç umrunda değil, çok ilginç. Hülasa, evvela kendi insanınızı tatmin edin. Evvela muhalif olmanın misyonunun gereğini yerine getirin. Evvela belirlediğiniz siyasi pozisyona uygun davranın. Bu boşluğu doldurun. İslamcılara hoş görünmek, onların devr-i sabık korkusunu teskin etme işlevi, birincil işlev değildir, partiye hakim olmasına izin verilmeyip niş bir sahada hareket imkanı tanınan küçük aktörler bunun için yeterlidir; üstelik mevcut ittifakta bu görev Saadet Partisi’ndedir. Partiniz hemen her gün birbirinin arkasından konuşan kifayetsiz muhterislerle doldu, evvela buna sebep veren ilkesizliği mesele edin. Rastgele bir karışım, bir bulamaç olmayın, belli bir tarife, bir reçeteye göre hazırlanmış bir kokteyl olun; baskın tadınızı kendiniz seçin, boca ettiğiniz dere otu, bütün tatları bastırıyor. Hülasa, sevgili İYİ Partililer ve bütün partilerdeki muhalif aktörler: AKP’yi alkışlayarak yıkamazsınız. M. Bahadırhan Dinçaslan

akp Atatürkçülük chp deva partisi gelecek partisi iktidar iyi parti meral akşener MHP muhalefet recep Tayyip Erdoğan Seküler milliyetçilik Yavuz ağıralioğlu