Ali Babacan Ne Dedi

TAKİP ET

Çok uzun zamandır parti kuracağı konuşulan, yine uzun zamandır teyitli bir bilgi dahilinde takip edilen ancak göz önünde hiçbir açıklama yapmayan Ali Babacan, Fatih Altaylı'nın Teke Tek programına konuk olarak bir nevi lansmanın lansmanını yaptı

Çok uzun zamandır parti kuracağı konuşulan, yine uzun zamandır teyitli bir bilgi dahilinde takip edilen ancak göz önünde hiçbir açıklama yapmayan Ali Babacan, Fatih Altaylı’nın Teke Tek programına konuk olarak bir nevi lansmanın lansmanını yaptı. Pek iddiasız, mütevazı ve gülümser tonda devam eden program elbette tartışılacak, ancak büyük tartışmaların konusu olmayacağı kesin. Babacan başından beri bu yolu tercih ediyor, programın havasının da nedeninin bu olduğunu söylemek yanlış olmaz. Fakat öne çıkan birkaç husus vardı ki, bir Türk milliyetçisinin perspektifinden Babacan’ın ağzından duyduğumuz ilk sözlerin ne anlama geldiğini anlama sürecimizde mutlaka altını çizmeliyiz. Babacan ilk olarak, sözgelimi Osaka zirvesinde, sunduğu raporun karar olarak ilan edildiğini vurgulayarak, küresel ekonomiye hakim olduğunu, “küresel bir otorite” olduğunu gösterdi. Ekonomik güven arayışı sır değil, hem iş çevrelerinde, hem seçmende; hatta AKP’nin zengin ettiği sermaye sahiplerinde böyle bir arayış var. Dünyaya kapalı olamayacağımızı söyledi, verdiği örnekler ve temel argümanı doğrudur: Türkiye dünyaya açık olmak zorunda olan bir ekonomidir. Altaylı’nın bu konumlandırmaya karşı hamlesi, doğrudan “siz küresel güçlerin adamı mısınız?” sorusu oldu ki, Babacan’ın cevabı zayıftı. Ankaralı olduğundan dem vurdu. Bu, bütün konuşma boyunca duygusal/hamasi diyebileceğimiz sınıftaki tek dişe dokunur argüman olabilir. Özenle mantıklı, hamasetten uzak, sıkıntı hatta bıkkınlık vermiş duygusal argümanlara mesafeli bir profil çizmeye çalışırken, kendisi hakkındaki en ciddi soru işaretine verdiği cevapta, bu eski taktiğe sığındı. AKP ile mesafeli bir duruşu var; temel olarak iki strateji geliştirmiş. İlki, “Türkiye’nin iyi dönemi” diye adlandırdığı, kendisinin aktif politikada yer aldığı küresel bolluk/arayış döneminin Türkiye’deki yansıması. Altaylı da bu konuda bir soru sorarak, “Küresel bolluk döneminden faydalandınız, bugün gelseniz aynını yapamazsınız” dedi ve Babacan buna ustalıkla cevap vererek, likidite anlamında küresel finans düzleminin çok daha büyük bir bolluğu yaşadığını ve sorunun güven vermek olduğunu söyledi. Bu konuda tabii, bir miktar perdelemeye başvurduğu aşikar, büyük finans merkezleri kendi ekonomilerini kurtarmak için finansman bolluğu yaratıyorlar, dış yatırımlar yapmak için değil. Bu tartışmayı uzatmaya gerek yok, konuya dönecek olursak, Babacan kendi iz bıraktığı dönemi “Türkiye’nin iyi dönemi” olarak kodlamaya çalışıyor. Öte yandan, AKP’nin “kötü yola düşmesi”nin sebebini, onun gibi insanlar ve bu insanların anlayışından uzaklaşmasına bağlıyor, fakat bunu çok dolaylı, çok kapalı bir yolla yapıyor. İkinci stratejisi bu, AKP’yi doğrudan hedef almamak. Zira seçmeni incitmek istemiyor, AKP’nin duygusal siyasetine koz vermek istemiyor. Bu tabii tuhaflıklar da yarattı, meseleleri açıkça konuşamamaktan, şeffaflık olmayışından bahseden adam, konu ne zaman AKP’ye gelse, “birtakım sebeplerden ötürü”, “bazı meselelerden dolayı” gibi muğlak ifadeler kullandı. Bu sebeplerin, meselelerin ne olduğunu açıkça söylemekten, bu ikinci “incitmeme stratejisi” sebebiyle kaçındı. Türkiye’nin iyi dönemini anlatırken “Avrupalılar bize geliyor, Türkiye pasaportu her yerde kapı açıyor bize de verin diyorlardı” sözleriyle, yine bir istisna olarak, duygusal/hamasi siyasete girdi. Tam olarak Erdoğan’ın kuracağı bir cümleydi. “Kavga eden çok var, biz kavga etmeyeceğiz” diyerek kendini mevcut muhalefete de biraz mesafeli konumlandırdı. “Yeni” muhalefet arayışlarının hep hayal kırıklığıyla sonuçlanmasının sebebini, sürekli bu kavganın içine çekilme tuzağına düşmelerine bağlamış anlaşılan. AKP seçmenine hitap etme ihtimali olan arkaplanı düşünüldüğünde, bu hususta da kendi bağlamında mantıklı bir yol tutturduğu söylenebilir. Herhalde her şeyiyle katıldığım, doğru söylediği ve bütün diğer muhalefet partilerinden ayrıştığı husus, siyasi partiler kanunu ve partilerin işleyişine dair eleştirileri ve vizyonuydu. Gereğini yapacak mı, göreceğiz, ancak söyleyen Babacan olsun/olmasın, bu eleştiriler haklıdır. Türkiye’nin sorunu siyasi partiler kanunu ve partilerin işleyişidir. Türkiye’de siyasi parti başkanlığının önemi ve belirleyiciliği azaltılmalı, hatta bu makam lağvedilmeli, bireysel siyasi aktörlerin çokluğunun önü açılmalıdır. FETÖ, Atatürk sorularından -siyasal iletişim açısından- üstün başarıyla değilse de, başarıyla geçtiğini söyleyebiliriz. Parlamenter sistem konusunda da AKP seçmenini incitmeyecek, muhalefetin de alerjik reaksiyon göstermeyeceği bir duruş gösterdi, yeni ve sorunsuz bir parlamenter sistem tesis edilmelidir dedi. Oturtmaya çalıştığı “makul konuşan uzman adam” profiline uygun cümleler sarf etti. Fakat affedilmez bir husus vardı ki, program boyunca yeri gelmesine rağmen “Türk” sözcüğünü telaffuz etmekten özenle kaçındı. Tesadüf değil, zira “Kürt olsun, Alevi olsun” derken bile, Erdoğan’ın bile adet yerini bulsun diye kullandığı “Türk, Kürt, Laz, Çerkes” klişesini kullanmadı. (Bu anlayış da hatalıdır ama, Türk lafzından kaçınma mertebesini göstermek için örnek verdim.) Siyasi bir mentordur, ağabeydir dediği Abdullah Gül, zaten, hafızamıza “Türkiye Milleti” denen bir garip ifadeyi kullanmasıyla kazınmıştı, bunu devam ettireceği aşikar. Jargonunda “toplum”, “Türkiye toplumu”, “halk” hatta absürt ve hatalı bir solcu icadı olan “halklar” ifadeleri var, ancak “Türk” ve “millet” ifadeleri yok. O kadar kaçınıyor ki, Doğu Türkistan’daki Çin Zulmünden “Çin’in batısındaki insan hakları ihlalleri” diyerek bahsetti. “Angaralı” Ali, nasıl olur da milletine bu kadar yabancı olur; vaktiyle Doğu Türkistan afişleriyle donatılan, Barat Hacı’nın eylemler yaptığı Ankara sokaklarında dolaşan, hele ki “mütedeyyin” bir ailenin çocuğu, nasıl olur da o bölgenin adının Doğu Türkistan olduğunu, o zulüm görenlerin Türk olduğunu bilmez? “Bu ülkeyi Kürtlerle beraber savaşarak kurtardık” zırvasına girmiyorum bile. Malazgirt’teki Kürt süvarilerinden bahsetmeyecek kadar “modern”, ancak bahsedilse “bu zırvadır” demeyecek kadar “AKP ile aynı kumaştan” bir adam. Özetle, mantıklı savları olsa da, biz AKP’nin eski yıllarını “Türkiye’nin iyi yılları” olarak görmeyen, bugünlerin temelini atan bir peşrev zamanı olarak görenler için, Babacan herhangi bir “rakip” figürdür. Evet, mantıklı savları var, fakat zaten Türkiye “ya Türk, ya mantıklı” ikilemine sokulup duruyor, biz de bunu kırmaya çalışan Türk milliyetçileriyiz. AKP’yi parçalamaktan başka misyon biçilmesi, milliyetçiliğin güçsüzlüğünden yakınan kitleler için bir tuzaktır. Düşmanın düşmanına misyon biçerek değil, misyonumuzun farkına vararak siyaset yaptığımızda, televizyonlara kurtarıcı olarak çıkanlar “bizim” adamlarımız olacaktır.

Bahadırhan Dinçaslan M. Bahadırhan Dinçaslan muhammed bahadırhan dinçaslan