Ana Faaliyet Konusu

TAKİP ET

Yıllar önce çalıştığım bir yerde, önemli bir karar arifesindeydim

Yıllar önce çalıştığım bir yerde, önemli bir karar arifesindeydim. Tamam mı, devam mı? Ne yapmam gerektiğine karar vermem gerekiyordu, ama terazinin bir kefesi bir türlü ağır basmıyordu. Zorlanıyordum ben de karar verme konusunda, bin türlü işle uğraşırken, neredeyse kaotik bir ortamın içinde çalışırken tozdan dumandan önümü göremiyordum. Sonra bir gün önemli bir toplantı yapıldı, ben katılmasam da toplantının gündemi ve sonunda alınan kararlar sayesinde ben de ne yapacağıma kolayca karar verdim. Toplantıda saatlerce konuşulmuş, mutfağa seramik seçilmişti. Renkler, fiyatlar, numuneler gitmiş gelmiş, sesler yükselip alçalmış, 3 saatten uzun süre harcanmıştı. Çalıştığım yer bir lokanta bile olsa gereksizdi bu kadar zaman harcamak; asıl olanı, önemli olanı ıskalamıştık. Ana faaliyet konumuz bir türlü gündeme gelmiyordu, asıl konuşulması gereken şeyler, yani “Nasıl daha iyi olabiliriz? Ne hedefliyoruz? Çalışmalarımız bizi bu hedefe yaklaştırıyor mu” gibi sorular asla sorulmuyordu. Somut, ölçülebilen, muhasebeleştirilebilen sorunlar bütün günümüzü emip bitiriyordu. Ama hiçbiri “ana faaliyet konusu” ile doğrudan ilgili değildi! Şimdi uzaktan, romantik bir edayla hatırlamak, suçu da oradakilere atmak çok kolayıma geliyor, ama düşündükçe, ben de ana konudan sapmıştım. Ne demek istiyorum, daha somut söyleyeyim, odama gelip gidenin derdini dinlemek, telefonlara ve e-postalara cevap vermek, başı sıkışan ve işi çok acil olanlara yardım etmek gibi şeylerle günler geçti, iş tanımımdaki birinci maddede tarif edilenleri ben de hakkıyla yapamadım. Sonra ne mi oldu? Oradan ayrıldım. İş tanımı daha basit ve sade, hatta sıkıcı olan çevirmenlik işine geri döndüm, günde kaç kelime iş yaptığımı her akşam bildim, yollanan raporlarla çevirilerde yaptığım hataları gördüm ve kendi seçtiğim ana faaliyet konusuna odaklandım. Bu deneyimi de hiç unutmadım! Şirketlerin kuruluş sözleşmelerinde, devlet kurumlarının temel aldığı yasalarda, vakıf ve derneklerin tüzüklerinde en başta, ilk cümlelerde ana faaliyet konusu tanımlanır hemen. Bir şirketin, kurumun, kuruluşun, organizasyonun ana faaliyet konusu, misyonu çok net gibidir aslında. Patron veya yönetici hep ondan bahseder söz sırası ondayken, ama bir türlü sıra ona gelmez. Asıl işi yapmak için gereken bir sürü angarya, yan iş vardır; ama insanlara laf anlatmaktan, bordroları veya mizanı incelemekten, bürokratik belgeleri doldurmaktan, çekişmelerle uğraşmaktan ana faaliyet konusu sürekli kenarda kalır. Ertelenir. Zaten yürüdüğü varsayılır, rakamları yükseltmeye odaklanılsa bile niteliği ve kaliteyi artırmak için pek zaman kalmaz. Birileri şans eseri kalite diye tutturursa parası verilir, ISO belgesi alınır, denetime bir hafta kala ISO formları hep beraber doldurulur. Bu özensizliği, ciddiyetsizliği, adam-sendeciliği elinin tersiyle itip ana faaliyet konusuna odaklanabilenler başarı hikâyeleri yazarken, saygın ve özenilen yapılar inşa ederken, diğerleri kargaşanın içinde kaybolmayı tercih eden bir sürü insanla yoluna devam eder. Ambrose Bierce’in dediği gibi “tüzel kişilik” belki de kişisel sorumluluktan kurtulmanın en rahat yoludur. Ne iş yaptığı, ya da en azından yapması gerektiği bilinen bir sürü kurumun, özellikle de siyasi partilerin bu kadar atıl kalmasını başka türlü açıklayamıyorum ben. Ana faaliyet konusuna odaklı partilerimiz yok mu? Var elbette. Mesela AKP bu topraklardaki İslamcıların ülkeyi yönetme isteğinin vücut bulmuş hali değil midir? Alın işte, 18 yıldır yönetiyorlar. Bu amacı asla, bir gün bile unutmuyorlar. Mümkün olan her yere, uygun gördükleri insanları yerleştiriyor, mümkün olan her ihaleyi uygun gördüklerine veriyor, sermayenin yeniden ve kendileri lehine dağılmasını sağlıyorlar. “Dindar ve kindar nesil yetiştirme” hedefini asla unutmuyor, her gün bunun için bir şeyler yapıyorlar. Her gün ekranları, gazeteleri, sosyal medyayı kendileriyle dolduruyor, dosta güven, düşmana çaresizlik hissi saçıyorlar. Devleti istedikleri gibi biçimlendirmeye, daha hızlı çalışacakları bir hale sokmaya çalışıyorlar. Kamplaşmayı her gün keskinleştiriyor, kendi kamplarını bir arada tutmak için bazen havucu, bazen sopayı gösteriyorlar. Asıl sorun diğer partilerde. İktidar olmak, ülkeyi yönetmek istemesi gereken partiler. MHP de dâhil olmak üzere tüm diğer partiler üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi. Salı konuşmaları dışında sesleri çıkmıyor, AKP bir gündemle geldiğinde ona bir gün karşı çıkıp/destekleyip ertesi gün yeni bir gündemi kovalamaya başlıyorlar. CHP ne yapıyor biliyor musunuz mesela? Adalet yürüyüşünden bu yana ne yaptı? Yarın iktidara gelmeye hazır bir parti gibi görünüyor mu gözünüze? Planlarını, programlarını biliyor muyuz? Gündemlerini? Hangi konuda ısrarcı olduklarını? Kırmızı çizgilerini? İnsanlara umut veren bir şey yaptılar mı? Parti sözcüleri dışında kimleri tanıyoruz? Basın bülteni okumak dışında ne yapıyorlar? Belediyeleri aldılar, tamam, ama yasama ve yürütmeden bahsediyorum ben. İYİ Parti’ye hiç gelesim yok. Moralim bozuluyor. Daha henüz eski ANAP – DYP gibi bir parti mi, yoksa milliyetçi bir parti mi, onu bile anlamadım. Nerede duruyor, ne yapıyor bilmiyorum. Salı akşamları ana haberde 30 saniye. Oy verdiğim parti bu kadar temas ediyor benim hayatıma. Hepsi bu. HDP desen, aldığı milyonlarca oyun karşılığını verememekten mustarip. Türklerden oy istemeye yüzü yok, iktidar olmaya da niyeti. Ne bir parti programı, ne bir umut veriyor bize. PKK’nın karşısında duramadığı günden beri hızlı bir düşüşte. Velhasılıkelam, bu partiler ana faaliyet konularına eğilmezse, kendilerini görünür bir umut haline getirmezse, iktidar olma isteklerini bize ispatlamazlarsa, gelir Ali Babacan veya başka biri, iktidarı alır, biz de seyrederiz.