"Artık Yemek Alırım" ve Araçsallaşan Milliyetçilik

TAKİP ET

Geç Osmanlı ve Erken Cumhuriyet dönemi başta olmak üzere Türk Milliyetçiği, günümüzdekinin aksine bir siyasi parti politikası olmanın ötesinde daha kutsal misyonlar yüklenilmiş biçimde modern toplum olma yolunda bir devlet politikası olarak görülmektedir

Geç Osmanlı ve Erken Cumhuriyet dönemi başta olmak üzere Türk Milliyetçiği, günümüzdekinin aksine bir siyasi parti politikası olmanın ötesinde daha kutsal misyonlar yüklenilmiş biçimde modern toplum olma yolunda bir devlet politikası olarak görülmektedir. Yaratılmak istenen modern toplum geçmiş monarşiden sıyrılıp daha da kendi ayakları üzerinde duran hür iradeli bireyler yaratma gayesi gütse de bunun çevresinde gelişen bir de devlet faktörü su götürmez bir gerçek. Burada yaratılmak istenen modern toplumun, merkez çevre ilişkileri her ne kadar tam olarak oturmayıp modernizasyonu bu çerçevede sağlayamasa da millet devlet içindir, şiarını yıkarak devletin de millet için var olması gerektiği gerçeğini bir ilke edindiğini görüyoruz. İşte tam olarak bazı kalıpların parçalanıp büyük ayrılıkların yaşandığı nokta bu ikilem üzerinden varlığını sürdürmektedir. Bu çok tehlikeli, uçları sivri kılıçlar kesinlikle bir şeye zarar vermeden kınına geri dönme alışkanlığı kazanamamıştır. Millet varlığını o kadar gözünü körelterek devlete adıyor ki, devletin onun varlığına katacağı artı değer onun için olağan dışı düzeyde bir lüks teşkil ediyor. Türkiye’nin siyasi kültürünü de baz aldığımız zaman; Anadolu’da kapalı toplum halinde yaşayanlar, dışarıdan zulüm görerek acılar içinde “anavatana” döndük hissiyatında olanlar ile milliyetçiliğe yatkınlığı anlaşılır durumdadır. Çok partili hayata geçişten itibaren bu siyasi kültürün getirisi olan milliyetçilik ile iktidar istisnalar dışında sağ seçmene hitap eden partilerin elinde bulunmuş, ancak istisna olan seçimlerle gelen sol tandanslı partilerde de o döneme ait milliyetçi izler bulmak mümkün. Buna en iyi örnek 1977 seçimlerinde Bülent Ecevit’in birinci olduğu seçim olabilir. CHP ile birinci çıktığı seçimde onu buraya taşıyan şüphesiz 74’te yapılan Barış Harekatı ve onun getirisi olan milliyetçi seçmen reaksiyonuydu. Benim varmak istediğim nokta esasında şudur; siyasi partiler toplumu en iyi kendini yöneteceğine, ekonomiyi en iyi kendinin tesis edeceğine, eğitim, sağlık, savunma gibi bütün konularda en iyi yöntemi kendilerinin icra edeceğini iddia ederek seçim arenasında yerini alır. Ancak milliyetçilik bu kulvarlarda kendini sadece söylem, hamaset ve popülizm uçkurunun dayanılmaz cazibesine esir olarak bulmakta. Ve özellikle yarım aşırı aşan süredir isminde dahi milliyetçiliği barındıran bir parti, milliyetçiliği bu minvalden dışarı çıkarmamak adına yeminler etmişcesine hareket etmekte. Ancak çağ değişiyor, konjonktür değişiyor, yapı değişiyor ve haliyle milliyetçiler de bu değişimden nasibini alıyor. Bağlarını artık daha da dünyevi olaylara bağlayan, sorunları sadece kurumlar ile çözmeyi rasyonel bulan seküler bir milliyetçi düşünce akın akın ortalıkta fısıltı evresini atlatıp, gürültü olma yolunda ilerliyor. Ve artık bu değişen algılar, kuruluş felsefesindeki pragmatik, rasyonel milliyetçi akımı tekrar, siyasi arenadaki araçsallaşmış konumundan çıkararak, insanların bu ülke vatandaşı olmalarının onlara maneviyat kadar maddi kazanımlar elde etmesini amaçlıyor. Bireye indirgenmiş toplum tüm dünyayı esiri haline getirirken, herkes birer birer bu esirlikten dolaylı ya da dolaysız nasibini alırken buna ayak uyduracak en iyi milliyetçilik modelinin herkesin bir şekilde varlığını devam ettirebileceği özgür alanlar yaratmak ve kendi özgür alanında hissedeceği güven ile toplumsal kolektif bilinci sürdürebilir bir mekanizmaya dönüştürmek mümkün olacağını düşünüyorum. Yazıya ilham veren beni birçok farklı duygu durumuna sokan olaydan bahsedip bu noktaya ulaşmak daha sağlıklı bir yola çıkaracaktır. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde bir “insan” “artık yemek alırım” diyerek mahalle aralarında yanında çocuğu ile bağırarak geziyor. Bir insanın çaresizlik sınırları ona doğuştan bahşedilen gururunu başka insanlara karşı muhafaza etme eylemini hiçe saymasıyla ölçülebilir kılınacağına çoğunluğun hemfikir olacağına inanıyorum. Bu ülke içerisinde bir insanın çaresizliği açlık ile zirve yaparak, başka insanların vicdani keyfiyetine kalmış ise bu ülke sınırları içerisinde bundan daha büyük bir problem olamaz. Birbirlerine küfür raddesine varan söylemlerde bulunan, ağızlarından zehirler akıtarak kişileri, kurumları birbirinden ayrıştırıp köşe bucak kutuplaşmış kitleler yaratan siyasilerin yerden kaldırması gereken yegane şey “artık yemek alırım” cümlesinin düşürdüğü çaresizlik olmalıdır. Milliyetçiliği sadece içte tehdit, dışta tehdit yaratıp seçim dönemleri sahte düşmanlar, komplo teorileri ile harmanlayıp popülist siyasetin aracı haline getirenlere inat; her vatandaşın yatağına tok girmesini, başka bir güne umutlu uyanmasını, devletin de onun için var olduğu gerçeğiyle güvende hissetmesini milliyetçiliğin düsturu haline getirmek için mücadele edeceğiz. Bu yazıyı 5 gün önce kaleme aldım, düzenleyip yeni gönderiyorum. Ancak Bahadırhan Dinçaslan’ın 27 Mayıs tarihinde yayımladığı yazıda “Bizler, Türkler mutlu ve müreffeh yaşasın istiyoruz, fertler bazında da, Türkler hukukun hakim olduğu bir ortamda bireysel hak ve özgürlüklerin keyfini çıkarsınlar; milliyetçilikten anladığımız bu” sözlerini sarf etmesi aslında bizim gibi düşünenlerin birbiri ile irtibat kurmadan da aynı hissiyatı paylaştığının ve ne kadar ciddi olduğumuzun en somut kanıtı olsa gerek. Yusuf Ayberk Enişte

Araçsallaşmak Bahadırhan Dinçaslan bülent ecevit chp milliyetçilik