Atatürk Ezelî ve Ebedî Türk Dünyasının Sönmez Güneşi

TAKİP ET

Çağ açıp çağ kapatan Fatih Sultan Mehmet'in, İstanbul surlarından şehre girmesi gibi Gazi Mustafa Kemal Atatürk de Dikmen sırtlarından bir Anadolu şehrine girmeye hazırlanıyordu

Çağ açıp çağ kapatan Fatih Sultan Mehmet’in, İstanbul surlarından şehre girmesi gibi Gazi Mustafa Kemal Atatürk de Dikmen sırtlarından bir Anadolu şehrine girmeye hazırlanıyordu. Yıkık dökük bu Anadolu şehri viran olmuş bucağıyla değil, yeşerecek verimli toprağıyla gönlünü açıyordu. Tarihe bakıldığında “ Milletin üzerine bir güneş gibi doğdu” yorumuyla birçok kahraman görürüz. Milletlere kahramanları bir güneş gibi doğar adeta. En sıkıntılı olunduğu zamanlarda umutlar yüklenerek gönül kapısına dayanırlar.

Atatürk’ün Ankara şehrine girmesi öyle ihtişamlı ve öyle çok manalar yüklüydü ki, tarih yıkık dökük fakir Anadolu şehrinin neden başkent yapıldığı sorgulayıp duracaktı. Bu şehir başkent yapmaya karar verilmişti çünkü Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı sonunda yenik çıkmıştı ve İtilaf Devletleri Osmanlı'yı parçalamak istiyorlardı. Sevr Antlaşması'nı imzalattılar. Halk bunu kabul etmiyordu ve yer yer direniş hareketleri yapıyordu. Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak Milli Mücadele’yi başlatması, yurtta büyük bir sevinçle karşılandı. Erzurum ve Sivas kongrelerinde alınan kararlar doğrultusunda millet tek bir yürek haline geldi. Düşmanı yurttan atmak için çalışan bütün cemiyetler, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirildi. Artık milli iradeye dayalı bir hükûmet kurulması gerekiyordu. Bunun için halkın kendi adına karar verebilecek temsilcileri seçmesi istendi. Bu temsilcilerin güvenli bir yerde toplanması gerekiyordu. Bu gelişmeler üzerine Ankaralılar Atatürk ve Temsil Heyeti üyelerini Ankara’ya davet ettiler.

Ankara, o günkü şartlara göre, Milli Mücadele’de merkez olabilecek bir konumdaydı. Atatürk de aynı düşüncelere sahip olarak Heyet-i Temsiliye üyeleriyle birlikte 27 Aralık 1919 günü Dikmen sırtlarından Ankara’ya geldi. Halkın coşkun gösterileri karşısında oldukça duygulanan Atatürk, yurdun içinde bulunduğu durumdan mutlaka kurtulacağını belirten bir konuşma yaptı. Sonunda Ankara, Millî Mücadele döneminde önemli kararların alındığı bir merkez haline geldi.

O karşılamada Ankara halkı büyük bir heyecanla atalarının etrafında kenetlenmeye koşmuşlardı. O sabah ajanslar ile Mustafa Kemal Paşa’nın geldiği haberi herkese bildirildiği gibi bir taraftan da sabahtan itibaren davullar ve zurnalarla bütün Ankara halkı karşılamaya hazırlanmıştı.

Çankaya ve Dikmen tepelerinden güzel sesli hafızlar ezan ve salat okuyorlardı, dualar ediyorlardı. Ve köylerden birçok atlı ve kağnı arabalarıyla binlerce halk Ankara’ya gelmiş; öğleye doğru “geliyor” diye tellallar bağırmış, seçilen atlı alayı Ulucanlar’dan Hacıbayram Camii’nin önünde toplanarak dini tören yapılmış; kalabalık bir halk ve atlı seymenlerden teşekkül eden bir seymen alayını Ankara’da bulunan dervişler takip etmişti. Halk esnaf ve okul çocukları yürüyorlardı.

Müdafaai Hukuk Cemiyeti azasından Müftü Hoca Rıfat Efendi, Binbaşı Fuat Bey, Kınacızade Şakir Bey, Aktarbaşızade Rasim Bey, Toygarzade Ahmet, Ademzade Ahmet, Hatip Ahmet, Kütüpçüzade Ali, Hanifzade Mehmet, Bulgurzade Tevfik Beyler vardı.

Dikmen bağlarının eteğinde bir çeşmenin önünde Eskişehir Mebusu Emin (Sazak) ve Ankara eşrafından Naşit Efendi ve arkadaşları bekliyordu.

Ankara’nın başkent olmasının ardından Ankara isminin nereden geldiği konusunda birçok tezler ortaya atılmıştır, Antik Çağ'dan günümüze gelene kadar birbirine yakın kelimelerden oluşan isimler verilmiştir. Bunlardan en çarpıcı olanı ise Orta Asya’da Baykal gölüne dökülen bir ırmağın adının Ankara olduğunu araştırıp, açıklayan da Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’tür.

Milletinin en zor gününde Gazi Mustafa Kemal Atatürk bir güneş gibi doğmuştu, bu yakıştırma tesadüf değildi. Ona halkı tarafından ülke içinde “Ezelî ve ebedî Türk tarihinin sönmez güneşi” diye hitap ediliyordu. Bu gibi sıfatlara yabancılar da sıfatlar ekliyordu, İngilizler ona “Asi kumandan” lakabını takmışlar, kinlerini böyle göstermişlerdi. Bu sıfatlar en çarpıcı olanı ise ünlü yazar H. C Armstrong tarafından kaleme alınan biyografi kitabında, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e “ Bozkurt” isimini vermiştir. Bu hitap elbette boşa değildi. Armstrong, Kanuni’den Yıldırım Beyazıt’ın Mısır’ı almasına, oradan Adriyatik’e Balkanlar, Kafkaslar olmak üzere üç kıtaya hükmeden, sonra yenilgilerle küçülen bir imparatorluğu bitme serüveninden sonra yeniden dirilten olarak, adlandırıp “Bozkurt” ifadesini kullanmıştır. Bozkurt Türklerde yol gösterici olarak kabul görmüştür. Yabancıların gözünde Atatürk milletinin en zor zamanlarında ortaya çıkan yol gösterici, yolbaşçıdır.

Her milletin, devletin kendi karakteristik özelliğini taşıyan ve tarihte mutlaka bir yeri olan simgeleri vardır. Bunlar kimi zaman bayraklarında, kimi zaman milletlerinin simgesi olarak görmek mümkündür. Mesela; Kel Kartal Amerika’nın simgesi olduğu gibi İspanya’nın simgesi boğadır. Ejderha Çin’i simgeler, aslan İngiltere’yi. Rusya ayı, Fransa horozla... Kanada akçaağacı kullanmış, Roma’nın sembolü ise dişi kurttur.
Türklerin simgesi ise Bozkurttur.

Türk tarihinde bozkurt yol gösterici olarak anlamlaştırıldığından Atatürk’e bu yakıştırmayı yapmak yerincedir. Yurt içinde Atatürk için bozkurt yakıştırması yapan ise Mareşal Fevzi Çakmak'tır. Zübeyde Hanım oğluna sarıldığı her an ona; “ Bozkurt’um, Mustafa’m” derdi. Atatürk de Türk’ün bu simgesini muhtelif yerlerde kullanmıştır. Paraların üstünde, çeşitli kurumlarım simgelerinde ve hatta İzci teşkilatına mensup gençlere “Yavru Kurt" ismini bizzat kendisi takmıştır.

Ankara’yı neden başkent yaptığını Atatürk bizzat şu sözlerle duyurmuştur: “Ankara’nın hükûmet merkezi olması için saydığınız nitelikleri beni ikna etmeye yetmez. Ben Ankara’yı hükûmet merkezi yapmakla büsbütün başka bir hedef güttüm. Türk’ün imkânsızı imkân hâline getiren gücünü dünyaya bir kere daha göstermek istedim. Bir gün gelecek şu çorak tarlalar, yeşil ağaçların çevirdiği villaların arasından uzanan yeşil sahalar asfaltlarla bezenecek. Hem bunu hepimiz göreceğiz. O kadar yakında olacak.”

Bu çorak toprakların milletinin gönlü kadar verimli olduğunu biliyor, milletine güvendiğini böyle anlatıyordu. Atatürk sıradan bir komutan, sıradan bir devlet adamı değildi. Atatürk büyük bir kumandan, büyük bir asker olduğu kadar büyük bir devrimciydi de. O ölümünden sonra Avrupa gazetelerinin manşetlerine “çağları aşan adam” olarak yazılmıştır. Yaşarken aldığı kararlarla, duruşu ile örnek olan Mustafa Kemal Atatürk, ölümünde bile düşmanların takdir sözleriyle anılmıştır. Dönemimin birçok devlet adamın övgü dolu sözlerinden bir söz var ki, Atatürk’ün etkisinin milletler üzerindeki etkisinin derinliğini anlatmaya yetiyor. Mahatma Gandhi "Atatürk onları yenene kadar, Tanrı’yı da İngiliz sanırdım". İşte bu söz bir milletin varoluş mücadelesinin etkisinin, bir komutanın dehasının nedenli önemli olduğunu göstermektedir.

Ölümünün üzerinden onlarca yıl geçtikten sonra devlet adamı olarak, bir komutan olarak, bir insan olarak dünya liderleri arasında en saygın yerini almıştır. Dünya lideri olarak kabul görmüş ve hatta UNESCO 1981 yılında, 100. Doğum Yıldönümü nedeniyle Atatürk'ü "Ulusal Mücadele ve Çağdaşlaşma Lideri" olarak evrensel niteliklerini ortaya koymuştur. Bu karar doğrultusunda, Atatürk'ün doğumunun 100. yılı bütün dünyada, "1981 Atatürk Yılı" olarak kutlanmıştı. Bu uygulama, dünyada ilk ve tektir.

27 Kasım 1978 Tarihli UNESCO Genel Kurulu kararında aynen şunlar yazıyordu: "UNESCO Genel Konferansı; Uluslararası anlayış işbirliği ve barış yolunda çalışmış üstün kişilerin gelecek kuşaklar için örnek olacakları inancıyla, Türkiye Cumhuriyeti'nin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün doğumunun 100. Yıldönümü'nde, 1981 yılında anılmasını kararlaştırmıştır."

Dünya lideri olmak insanî bütün vasıfları kendinde toplamak demekti, düşmanını bile hayran bırakan güzel ahlaka sahip olmak, kendi dünya kaygısı ve ikbali yüzünden halkını sıkıntıya koymamak, tam tersi milleti için ölümü defalarca göze alarak savaşmak, onların geleceği için fedakârlıklarda bulunmak demekti.

Dağın eteklerinde olunca onun ihtişamı pek görülmez, ancak uzaklaşıldığında onun ihtişamı daha net görülür. Zaman geçtikçe bu dahi dünya liderimizi daha iyi anlıyoruz.

Biz bu erdemli davranışı, dünyaya mal olmuş dünya liderimiz, Mustafa Kemal Atatürk’ten öğreniyoruz. Gelecek nesillere; erdemli, övüneceği bir komutan, bir lider bırakmak, insanlığın geleceği adına en büyük güvencedir ve boşuna onun için "Türk’ün Başbuğu" denilmemiştir.