Başkent Ankara'da Yaşayan Sanatçılar

TAKİP ET

'Sanat; sanat için mi, toplum için mi' sorusuyla karşılaşmayan, bu soru için tartışmaya girmeyen veya kafa yormayan var mıdır? Hayatımızın bir döneminde böyle bir tartışmayla karşı karşıya kalmışızdır

'Sanat; sanat için mi, toplum için mi' sorusuyla karşılaşmayan, bu soru için tartışmaya girmeyen veya kafa yormayan var mıdır? Hayatımızın bir döneminde böyle bir tartışmayla karşı karşıya kalmışızdır. Vereceğimiz cevap bize göre en doğru olanıdır kuşkusuz ve onu sonuna kadar hiç geri adım atmadan savunuruz. Sanat toplum için kuramını savunanların en tutarlı savları; sanatını icra ettikten sonra fertleri veya topluma yararı olmayacak, iyiye ve güzele teşvik etmeyecekse, insanları mutlu etmeyecekse, sanat neye yarar kuramıdır. Kendilerince buna bir sürü örneklemeler getirirler. Bir diğer sav ise sanat sanat içindir. Bunu savunanlar, kişinin kendisi de bir bireydir, kendi mutluluğu ve zevki için yapmak en doğru olanıdır. Hiçbir baskı altında kalmadan sadece sanat kaygısıyla kalite üretilebileceğini, gerçekliği ve güzelliği baskıdan uzak olunca alınabileceğini savunurlar. Sanatta hiçbir çıkar söz konusu olunamayacağını, sadece kalitenin söz konusu olabileceği görüşlerini savunurlar. Sanat adına elbette her iki görüşte doğrudur ve aslında ayrılmaz bir bütünlük vardır iç içe. Bütün bunların dışında öyle sanatçılar vardır ki; hem toplum için hem sanat için üretirler. Adeta bir misyon yüklenirler. O görev hem bulundukları kültür, insanlık ve toplum değerlerini ilgilendirmekte, hem hiçbir iddiası olmadan, görsel güzellikleri sergilemektedirler. Bir tema seçerler, o tema secimi sadece güzellikler adına, beğeni ve zevk adınadır. Hiçbir çıkarı yoktur. Zamanla seçtiği temayla bütünleşir, kendinden bir parça haline gelir. Yaptığı sanatın kimleri ilgilendirdiği, belki ne işe yaradığını düşünmez, hesapta etmez zaten. Farkında olmadan bir kültürü, bir var oluşu ardıllara aktarma konusunda misyon yüklenmiş olur. Ama bunları en ufak hesap veya plan olmadan yapar. Demem odur ki,  bu köşe yazımda tanıtmak istediğim, Ankara’da yaşamını sürdüren aynı zaman da farkındalığı yüksek, hem idealist hem oldukça realist olan ve altını çizerek vurgulamak istediğim bir sanatçı, Kürşad Yılmaz var. Hem idealist, hem realist nasıl olur demeyin. Kürşad Yılmaz’ı ve sanatını görünce bu iki sanatın nasıl iç içe yapıldığını göreceksiniz. Kimdir Kürşad Yılmaz; 1960 yılında Kars’ta doğar. Ankara Kurtuluş lisesini bitirdikten sonra, Gazi Üniversitesi, İktisadi İdari Bilimler Fakültesini bitirir. Daha sonra uzun yıllar TRT genel müdürlüğünde haber Merkezinde görev alır ve 27 yıllık bir görevden sonra emekli olur. Okuduğu okul, çalışma ortamı belki sanatçıyı besleyen yerler değildir ama sanat bir duygu bir yeti meselesidir. Kürşad Yılmaz; sanatını, yeteneğini içinde besler büyütür, şartlar ne olursa olsun usanmaz, yılmaz. Sanatçı sanatından asla kopamaz, en küçük fırsatları bile değerlendirir. Kürşad Yılmaz da böyle yapmış, 1978 yılından beri zevkle ve bulduğu her şartları değerlendirerek sanatını, yani ressamlığını devam ettirmiştir. Yağlı boya resimler yapmaktan keyif alsa da sanatında yenilikler yapmayı sevdiği ve hedeflediği için kendi tekniğini geliştirerek, tablolarını öyle yapmaya başlamıştır. Puantilizim tekniğini geliştirmiş, kendi tarzını bu tekniğe uygulamıştır. Bilgisayar tekniklerini ustaca kullanmasını bilen, klasik ve yenilikçi akımı iç içe uygulayabilen bir sanatçıdır. Klasik bir anlayışla uzun yıllar sanatını yağlı boya resimleri yapmışsa da son yıllarda sürrealist bir anlayışla resimlerini yapmaktadır. Kürşad Yılmaz’ı farklı kılan bir yönü daha var ki, bu binlerce kilometre uzakta olunmasına rağmen bir kültürün yaşatılmasına vesile olmaktadır. Kızılderili ressam olarak anılmasına vesile olan, Kızılderili portreleri yapması, bu kültüre ait objelerle sanatını icra etmesi farklı olduğunu göstermiştir. Farklıdır, çünkü sadece sevdiği, beğendiği için bir kültürün öğelerini sanatının kahramanı yapmıştır. Tek bağlantısı gençlik yıllarında izlediği filmlerde ve o dönem çokça okunan resimli romanlarda ki kahramanlara özenmiş, onları içselleştirmiş, belki acıma hissiyle başlamış onlara olan ilgisi. İnsan olmalarının dışında hiçbir etnik bağlarının olmaması, sanatın objektifliğini, insancıllığını, gözler önüne sermektedir. Bir tek sanatla bu hoşgörü ve sevgi yakalanabilir. Hiçbir art niyet olmadan. Sıradan olmayan bir kişiliğe sahip olan namı diğer “Kızılderili ressam” açtığı sanat kurslarıyla genç neslin elinden tutmakta, bildiklerini aktarmaktadır. Şunu çok rahat söyleyebiliriz ki; sanatçılar idealist insanlardır. Başka türlü bunun açıklaması olmaz. Maddi ve mavi yatırım fedakârlıkla ancak bir tek sanatçılar yapabilirler. Harika Ankara manzaralı, Dikmen semtinde atölyesinde, keyifle öğrenci yetiştirerek sanatını icra etmektedir. İnsanın sevdiği bir işi yapıyor olması, mutlu olduğu anlamına gelir. Hem iş yapmak hem eğlenmek, hem zevk almak, hem mutlu olmak bir tek sanatçılara nasip olur. Ulu önder Atatürk’ün, sanatla ilgili tespitleri fevkalade yerindedir. Atatürk der ki; Güzel sanatlarda muvaffak olmak, bütün inkılaplar da başarıya ulaşmak demektir. Güzel sanatlarda muvaffak olamayan milletler ne yazık ki, medeniyet alanında yüksek insanlık sıfatıyla yer almaktan ilelebet mahrum kalacaklardır. Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir. Sanatla kalın esen kalın efendim.