Benim Babam Senin Babanı Döver

TAKİP ET

Kimin ne yazdığının, kimin oklarını hangi tarafa yönelttiğinin belli olmadığı veya gündemin bir anda toza dumana bulandığı anlarda yaptığım ilk iş türkü dinlemektir

Kimin ne yazdığının, kimin oklarını hangi tarafa yönelttiğinin belli olmadığı veya gündemin bir anda toza dumana bulandığı anlarda yaptığım ilk iş türkü dinlemektir. Türküler, insanı olduğu yerden alıp diyar diyar gezdirmek ve insan zihninde pencereler açmakta diğer pek çok şeyden daha üstündür benim için. Bu türküleri yazdıran duygu, yaşanmış hikâyelerin esintileri, muğanninin sesi, ait olduğu yörenin mazisi derken, insana pek çok şeyi dakikalar içinde yaşatabilir. Bu sebeple, düşünmek veya gündemden uzaklaşmak istediğimde ilk durak burasıdır. Bu, yazıyı yazarken de yaptığım budur: Türkülerin zihnimde akmasına izin vermek. Türk milliyetçiliği, bir meşruiyet sorunu yaşamamaktadır. Özellikle İttihat ve Terakki’den başlayarak serpilen fikirler, zamanla Türk modernleşme hareketinin ana eksenini oluşturmuş ve Türkiye Cumhuriyeti ile bu coğrafyada yeni isimle bir devlet kurmuştur. Daha geriye gidersek, Osmanlı Devleti özellikle Moğol istilası karşısında kendisini Oğuz Kağan’a bağlayacak bir silsile ortaya koymuş, meşruiyet kaynağı olarak Cengiz Han mirasını kullanan Timur ve diğerlerine karşı bir dayanak noktası oluşturmayı amaçlamıştır. Bu elbette politik bir tavırdır fakat yine de önemlidir. Zira bunun geri plana itilişi, Azerbaycan ve İran coğrafyasında çıkan Türk devletleri karşısında, bunun yerine mezhep unsurunun öne çıkması iledir. Yine de bu coğrafyada Türk milliyetçiliği hiçbir zaman varlığını kaybetmemiş, özellikle zor zamanlarda milletin kenetlenmesi bu “genetik kod” ile mümkün olmuştur. Bu işlenmiş bir milliyetçilik olmamakla birlikte, insanların yüreklerinde hissettikleri o tarifi mümkün olmayan duygunun tezahürüdür. Buna ister kan hafızası dersiniz, ister başka bir şey, fakat Kurtuluş Savaşının örgütlenmesinde ve yönetiminde bu fikrin ciddi katkısı ve etkisi vardır. İttihat ve Terakki elbette içinde farklı fikirler ve düşünceler barındırmaktadır. Yönetime geldikleri döneme kadar bu fikirler üzerine tartışmalar devam etmiş, Cemiyet içinde farklı görüşlerdeki insanlar yer almış; nihayetinde yönetime gelinmesi ile birlikte çıkar yolun Türkçülük olduğu fikri ön plana çıkmıştır. Bu, dönemin şartlarının, devletin her yandan isyan hareketleri ile boğuşmasının, bu fikre sahip devlet ve fikir adamlarının öne çıkmasının bir araya gelmesi ile oluşmuş bir durumdur. Söz konusu kadrolar, devletin yıkılışa giden sürecini önlemek, devleti sağlam bir zemine oturtmak ve modernleşme hareketi ile Garp Medeniyeti’ne yetişebilmek olarak özetlenebilecek bir sürecin içerisine girmişlerdir. Bu sürecin yürütülmesinin içinde Traplusgarp, Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı gibi ciddi hadiseler yer almıştır. Bunlar elbette ayrı ayrı sebepleri ve sonuçları açısından incelenebilecek hadiselerdir, fakat bu kadroların basiretsiz veya gafil olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Onlar, devletin bekası adına ellerinden gelen gayreti göstermeye azmetmiş ve bu yolda bildikleri bütün metotlarla bir varlık savaşı ortaya koymuşlardır. İşte, Kurtuluş Savaşı’na ve Cumhuriyet’in kuruluşuna giden yolda da bu kadroların ciddi katkısı vardır ve Atatürk de bu isimlerin başında gelmektedir. Mustafa Kemal Atatürk, pek çok cephede bulunmuş, bazı hadiseleri yakından görmüş, bazı noktaları tespit, hatta bunların bazılarını da rapor etmiştir. Trablusgarp’a çıktığı günden, Anafartalar’a ve akabinde Samsun’a çıkışına kadar geçen sürede devlet de bir dizi değişime uğramış; son olarak da ülke ne yazık ki yabancı işgaline uğramıştır. Mustafa Kemal, etrafına Türk milletini toplamanın öneminin farkındadır. Heyet-i Temsiliye’nin Ankara’da yerleşmesi sadece “denizden uzak ve işgal edilme tehlikesi bulunmaması” değildir. Nitekim Yunan Ordusu Polatlı’ya kadar geldiğinde dahi Meclis Ankara’da kalmıştır. Bunu geçmişteki Türk devletlerinin hanlık merkezlerini, devletin kurucu boyunun olduğu yerde tutması ile aynı sebeple açıklarsam hata etmeyeceğim kanaatindeyim. En azından benim düşüncem bu yöndedir. Atatürk’ün özellikle Suriye Cephesindeki bazı tecrübelerinin, Balkan Savaşları esnasındaki duruma ilişkin yorumlarının da etkili olduğunu söyleyebiliriz. Neticede Atatürk, gözlemleri, yorumları, fikirleri ile kendine bir hedef belirlemiş ve bu hedef uğrunda mücadele etmiştir. Bu hedefin küçük veya büyük olmasını ise sadece tarihi hadiseler ve vesikalar ile ifade edebiliriz ki bunun hiç de küçük bir hedef olmadığını, Genç Cumhuriyet’in ilk yıllarında karşılaştığı türlü isyan ve başkaldırı zaten göstermiştir. Devlet, bir yandan pek çok isyan ile mücadele ederken diğer yandan modernleşme hamlesini yürütmeye çabalamıştır. Yurdun demir ağlarla donatılması, gençliğin eğitimine verilen önem, kalkınma planları, tarım hamleleri, sanayide ilerleme politikası bunların birer yansımasıdır. Bütün buraya kadar olan kısmı elbette hepimiz öyle veya böyle biliyoruz. Enver Paşa’nın, Talat Paşa’nın, Mustafa Kemal Paşa’nın ayrı ayrı fikirleri, hizmetleri, çabaları olmuştur. Bugün bizi bu coğrafyada hala bir devlet olarak ayakta tutan da bu çabalar ve birikimdir. Bunların arasında tesis edilmeye çalışılan suni karşılaştırmanın “benim babam senin babanı döver” demekten veya “anneni mi daha çok seviyorsun babanı mı” diye sormaktan usulen bir farkı yoktur ve ne yazık ki tarihi şahsiyetler ile ilgili mülahazalarda hep atlanan unsur da bu üslup meselesidir. Bu şahsiyetlerin hepsi Türklük kavramının tarihi seyri içerisinde ellerinden geleni yapmışlardır. Kendi aralarında çekişmeleri veya kavgaları olmuş olabilir, bu doğaldır. Sağlıklı olan her süreçte ayrılıklar, sorgulamalar, fikir beyanları ve neticesinde tartışmalar olacaktır. Bugün de olabilir. Tek unutulmaması gereken mesele üsluptur. Meseleyi kişinin kendisi üzerinden çekip başkası ile kıyaslama yoluna girildiğinde, teraziyi tutmak zordur. Her kişinin kendi dönemi, kendi şartları, kendi kadrosu, ülkenin durumu gibi pek çok unsur içinde yorumlanması önemlidir. Aynı nehirde iki kez yıkanmanın mümkün olmadığı gibi, ayrı zamanlarda idare makamına yerleşmiş olanların kıyası da mümkün değildir. Bu kıyası yapmak için ortaya sürülen ifadeler dahi üstünde uzlaşmaya tam olarak müsait değildir. Tarih, Türk milliyetçiliği / Türkçülük için bugüne kadar bir birikim ve tecrübe ortaya koymuştur. Lakin bu tecrübeyi işleyerek kullanmak artık daha ön plana çıkmalıdır. Bugün, ülkemizde görece bir Türk milliyetçiliği vardır. Bu bazıları için her ne kadar bazı semboller üzerinden olsa da yine de olumlu bir şeydir. Yani elimizde bir elmas vardır ama işlenmemiştir. Bu haliyle kötü değildir ama işlenip, ondan zarif bir mücevher elde etmek de bizim elimizdedir. Bu fırsat, özellikle gençliğin fikri huruç hareketi ile birleştirilirse elde edilecek kazanımlar çok kıymetli olacaktır. Bunun için de öncelikle Türk milliyetçiliği dizi senaryosu veya roman kurgusu olmaktan çıkarılıp yeniden ete kemiğe büründürülmelidir. Daha önce de dediğim gibi, “Fikirtepe dönüşmektedir. Biz ya dönüşümü yöneteceğiz ya birkaç daire alıp, olayları balkondan izleyeceğiz.” Karar, genç kardeşlerimindir. Çünkü büyükler, henüz eski tartışmalarını bitirmeye hazır değildir. Veysel Çıtlak

Enver Paşa İttihat ve Terakki Cemiyeti Mustafa Kemal Atatürk Türk Milliyetçiliği Türkçülük