Benim Seküler Milliyetçi Kardeşim… La Tahzen! Ve Düşmanım: Hele Bir Oku…

TAKİP ET

"Be-merdî ki mülk-i serâser zemin Neyerzed-ki hûnî çeked ber zemin

"Be-merdî ki mülk-i serâser zemin Neyerzed-ki hûnî çeked ber zemin."

Vaktiyle bir gadre uğramıştım. İngilizce bildiğim için ajan olmakla suçlandım… Bu bana anlatıldığında, tek bir şeye bozulmuştum: Ülkücü bir ailenin mütevazı çocuğunun İngilizce bilmesi normal gelmiyordu. Bunu ülkücüye yakıştırmıyorlardı ve kendileri de ülkücüydü. Bizim İskender Öksüz’ün “Özüne Oryantalizm” tabiri gibi bir özüne hor bakıştı bu. Canım buna yandı, dünyanın en basit, en sıradan özelliği dahi “bizimki”nin kafasında böyle manyakça komplo teorileri tetikleyebiliyordu. Bizimkine düşman olup ona kafasız demek kolay, düşman olmuyorum ama, sabrım taşınca ben de “kafasız” diyorum yalan yok. Ama derdim, “bizimki”nin böyle kafasız olmaması. “Neden böyle” ve “ne etsek de böyle olmasa” bütün meselem. Yaptığımız basitçe bu, biz keşif yapmıyoruz pek, icat da. Fakat en küçük ve önemsiz ölçekten en büyüğüne bir düşünce tarzı inşa etmeye çalışıyoruz. Biz kimiz? Biz, çoğumuz kendimize “seküler milliyetçi” diyoruz farkımızın altını çizmek için, ama hepimiz bu tabiri kullanıyor değiliz. Hatta bazımız bunu yanlış buluyor. Ancak Ercilasun’un “kaynama” dediği olgunun ilk emarelerini gösteren bir kuşağız ve memnun değiliz. Çünkü verili gelen düşünce yapısı hastalıklı. Çok sevdiğimiz Atsız’ı dahi eleştiriyoruz. Mesela, hep verdiğim örnektir. Atsız’ın savunması, savunma özelliğinin yanında, okuduğum en sıkı edebi metinlerin başında gelir. Yakın dostlarım bilir, bir pasajı ezberimdedir ve sık sık alıntılarım… O savunmada, “hele psikanalizin ortaya koyduğu hakikatlerden sonra…” diye bir ifade var. Bu ifade ve sonrasında gelen görüşe katılıp katılmamak bir mesele, ama “cuk” oturuyor derler ya, öyle güzel oturuyor Atsız’ın savunmasına. Fakat aynı Atsız, bir şiir yazıp, “Freud denen Yahudi’ye gider verir can” diye bir ifade kullanıyor. İşte bu basit örnekteki düşünce sistematiği sorunudur bizim canımızı sıkan. Dün haşin mücadeleler verilirken belki o kadar önemli değildi ama, bizim içine doğduğumuz ve geliştiğimiz dünyanın detaycılığı içinde çok daha önemli hale geliyor. Psikanalizin ortaya koyduğu savlardan faydalanarak, bu satırların yazarının gördüğü üzere yalnız Türkiye’de değil, bütün dünyada “savunma edebiyatı” diye bir tür olsa ilk beşe girecek bir metin yaz, sonra psikanalizin kurucusunu aşağıla… Sonra din bahsi var. Basitçe, dünyanın en normal, en sıradan, en bayağı, en lalettayin tespitini yapıyoruz: Milliyetçiliğin dini inançla esastan bir alakası yoktur. Bu ne demek? Elbette din ve kültür arasında bir ilişki vardır, ancak milliyetçilik teolojik bir mesele değildir. Bunu böyleleştirmeye çalışanlar da İslamcıdır, basitçe, Türkler köhne bir ideolojiye esir, kafasız insanlar olsunlar diye uğraşır, muzırdır. Bunu dediğimizde ne din düşmanlığımız kalıyor, ne türediliğimiz, ne hainliğimiz… Olsun, biz yine yaptığımızı yapmaya devam edeceğiz. Komplo teorileri kurulsa da, arkadaşlık ilişkileri putlar yüzünden kırılsa da, biz özgür düşüneceğiz. Hapsedildiğimiz müsellese sığmayacağız. Hani, fikirlerini sevmesek de o piştov imajlı kitap kapağını çok sevdiğimiz şair diyordu ya, “dost ufuklar düşünceme dar benim.” Evet, dar geliyor, bunu genişletmeye çalışıyoruz. Ama Nurslu Said’e, umum şeyhe, hacıya hocaya, Özal’a, Erbakan’a, şuna buna hiç değilse rahmet nazarıyla bakabilenler, Türk milliyetçiliğinin dini inançla alakası yok diyen dünyanın en normal fikrine öfke kusuyorlar. Şüphesiz bunda görebilenler için nice ibretler vardır... Peki bu tepkinin altında ne var? Evvela, “büyük”lerin tepkisi. Savaş varken milliyetçi olunur. Komünist tehdit varken milliyetçi olunur. Fakat bugünün dünyasında neden milliyetçi olunur? Buna cevap aramak lazım. (Benim veya bizim verdiğimiz cevaplar başka bir bahsin konusu) Bizim "büyük"ler buna cevap bulamadıkları için, milliyetçilik yapabildikleri zemin devam etsin istiyorlar. Biz kendi gerçeğimizle, dünyamızla barışık, uyumlu, bahsettiğim tecrit kaynaklı ve tecrit yaratan düşünce sistematiği kusurlarını içermeyen bir milliyetçilik peşindeyiz. Çünkü ancak bunun faydalı, bunun doğru, bunun  güzel olduğunu görüyoruz. Kendi küçük dünyamızın hamasetinde değiliz, ikonlarımızı tokuşturmuyoruz. Evrensel bir hayat yaşıyoruz, evrensel bir düzlemde yaşıyoruz ve burada kişiliğimizi koruyarak evrensel bir değer üretmek istiyoruz. Mesele bu kadar basit, ama “dün”ün şartlarının “büyük”leri, büyüklük taslayacakları zeminin altlarından çekilmesinden ölesiye korkuyorlar. O yüzdendir milliyetçiliğe dair yeni seslere ve genç kuşaktaki bu uyanışa ölesiye düşmanlıkları. Bir de müridlerin düşmanlığı var. Onlar bu bahiste mazur görülebilirler, çünkü iyi bir şey yaptıklarını düşünüyorlar ve bunun neden iyi bir şey olmadığını anlayabilmeleri için içine hapsoldukları gettonun dağılması lazım. O gettoyu biz dağıtırız diye iddia ediyoruz, ama bunu iddia ederken gettonun içinde korkuyla, o tecridin içindeki küçük adamları büyük sanarak büyümüş adamların bize düşmanlık etmesi, bizde öfke yaratmamalı. Çünkü son tahlilde onları kazanmak istiyoruz, her şeye rağmen, eksik, kusurlu yahut yanılgı içinde olsalar bile, hasletlerle donanmış insanlar. Biz başka sebepler üzerine, başka amaçlarla bir milliyetçilik inşa ediyoruz yahut istiyoruz diye, o milliyetçiliğin kazandırmak istediği hasletlerin bir bölümünü şimdiden kazanmış insanlara neden haset edelim? Derdimiz onları da kazanmak, hiç değilse prensipte böyle. Tokuşmamız ancak hadsizlik ettiklerinde oluyor: Mini etek giydiğimizde bize aşifte muamelesi yapıyorlarsa, “Türk şunu yapmaz, bunu yapmaz” diye Türk’ün Allah’ı pozu kesiyorlarsa mesela, kendimizi koruyoruz sadece. Ama bizde, onların bize yönelmiş hasedinin, kininin, düşmanlığının zerresi yoktur, saldırgan olan onlar, anlamıyorlar. Çünkü fikirlerinin, eylemlerinin, söylemlerinin çok ciddi, çok terbiyesiz ve çok hadsiz bir saldırganlık içerdiğini bilmiyorlar. Sonra, “sen kimsin” hikayesi… Bu topraklar ezelden beri çok tanrıcıdır. İslam’la bu ortadan kalktı mı sanıyorsunuz? Herkesin kendi yansımasını gördüğü bir sürü tanrı var, pirini taşlamayagör… Yüzde yüz haklı bile olsan, mesele o değildir, şahıstır ve şahsın, dolayısıyla o şahısla özdeşleşmiş olan “kendi”nin savunması… Yapıştırıverirler “sen kimsin!”i. O kim? Bu sorunun cevabı yoktur. Kendilerini de aşağılık görürler, bunun farkında değiller. Fikir sahibi olmak için bilgiden başka şart aramanın, en başta bu şartı arayanın kendisini aşağılaması anlamına geldiğini anlamazlar. Olsun. Diyorum ya, biz yolumuza bakacağız. Tevarüs ettiğimiz her şeyi “benimseyeceğiz” ancak desteklemeyeceğiz. Bu ne demek? Atsız’ı eleştirmemiz onu küçültmez. Çünkü bizden sonra gelecekler de bizi eleştirecekler, ümidimiz budur. Kimsenin fikir saltanatının kapıkulu değiliz. Ama Atsız’ın da hakkını vereceğiz. Sonra, bu işlerde bir ölçümüz olacak; bu hak neye göre verilmeli? Bizden olduğu için mi alkışlayacağız mesela. Ülkü devi nasıl olunur? Eşeği camianın kapısına bağlasak, 60 yıl durunca devleşecek mi? Ölçümüze göre mesela Atsız’ı eleştirirken “eleştiriyoruz ama severiz” deme ihtiyacı duyacağız, Türkeş’e hak teslim ederken güzel anacağız, ama Nurslu Said’i böyle anmayacağız. Pek “netameli” bir örnek vereyim, hani din düşmanıyım ya. Arvasi… Arvasi’nin, Evrim teorisiyle ilgili “O mantığa göre çınar ağacı da maydanozun gelişmiş halidir” diye bir lafı alıntılanır durur. Eğer bu laf doğruysa, hüküm basit: Arvasi bu işlerden zerre anlamıyormuş. Evrim gibi hem biyolojik, hem sosyal varlığımızın gelişiminin hakikatine bu kadar kör bir adamın doğru bir laf etme ihtimali pek yoktur. Dolayısıyla evrim bahsinde, yahut fikir bahsinde Arvasi gelirse karşımıza, hani dedik ya bir ölçü lazım, o ölçü bilimdir, bilimsel düşüncedir, ahlaktır her şeyden evvel. Hah, tam o sebepten, “orada dur” diyeceğiz. Ama, “bir sürü dinibütün adamın İslamcılar tarafından zehirlenmesine mani olmuştur” diye, hiç değilse ileride temiz ve seküler, dolayısıyla “doğru” bir milliyetçiliğe ulaşma şansını onlara tanıdı diye, orada hakkını teslim edeceğiz. Mesele bu kadar. Şimdi mikyasımız bu, bu mikyasa vurup, “şunu şu kadar tutuyoruz, bunu hiç tutmuyoruz, bunu biraz tutuyoruz” diyoruz. Bu da bizim tartışmalarımızda, arayışlarımızda çok küçük bir yer kaplıyor. Bahsi açılınca değiniyoruz, geçiyoruz, hepsi bu. Ama tartışmayı hep bu koparıyor, çünkü karşı taraf çok zayıf. Bir tane uluslararası çapta, kendinden söz ettiren, otorite olmuş, yabancı dillere kitapları çevrilmiş “Türk milliyetçisi mütefekkir” yetiştirememiş kitle, herkesin pek tabii hakkı olan “beğenmeme” hakkına saldırıyor. Çünkü küçüklüğü ortaya çıkacak. Biz küçüklüğü kabul ediyor, büyümenin yollarını arıyoruz. Farkımız bu. Varsın öyle, böyle desinler. Fikirlerimi ciddiye alan bir avuç yoldaşıma, ileriye bakmayı salık veriyorum. Nurslu Said’i kahraman gösteren Çalık değil sizin denginiz. Siz “Bir Enver bilmem kaç Atatürk eder” gibi kadim ve kronik hastalığımıza hitap eden hamasi laflara bağışıklık geliştirdiniz. Bir adamın yaşça sizden büyük olması, yahut kalabalık unvanları haiz olması hiçbir şey ifade etmez. Sizin arayışınız, sizin kaygınız, kafa yoruşunuz hepsinden kıymetlidir. Size saldırmalarına, sizi dışlamalarına, size sövmelerine aldırmayın. Bakın yıllardır yaşıyorum bunu, hiçbir şey olmadı. Hiçbir zararı dokunmadı. İşte büyüdük, kalabalıklaştık. Birbirimizle tanıştık. Her gün yeni arkadaşlar tanıyoruz, kardeşlik, dostluk, yoldaşlık kuruyoruz. Zehirli bir zihin yapısının kalitesiz kalemşörlerinin devri kapanıyor, can havliyle pençe atmaları bundandır. Altlarından alıştıkları zemin çekiliyor, zelzele olmuş gibi korkup size diş bilemeleri bundandır, yahut müritlerinin böyle saldırganlaşması… Sekülarizme, bilimsel düşünceye, rasyonel tezlere metafizik mesnetlerle saldırıp, sizi bir şey bilmemekle, cahil olmakla, şununla, bununla itham edenlere bir bakın… Türkiye ölçeğinden çıktığınızda, bu zavallı sürünün yeri nerededir? IŞİD militanının az hallicesi… Ebter olan onlardır, üzülmeyin… Aramızdan biri çıkacak ve yalnızca Türkiye’de değil, dünyada yükselen milliyetçilikleri etkileyecek, bizden olduğu için değil, hak ettiği için büyük olacak ve büyük anılacak… Dün dünya çapındaki “devlet adamı” Atatürk’ü yaratan milliyetçiliğin yarınındaki ülkü budur, dünya çapında bir Türk milliyetçisi mütefekkir, bambaşka ülkelerdeki siyasete tesir eden, alıntılanan, tartışılan bir düşünür-önder… Hürriyetini ve istiklalini eşit derecede önemseyen ve her şeyden evvel kendisi için iyi olduğundan milliyetçi olmuş bir kuşak… Doğmakta olan budur, siz bu kuşağın öncüleri olmakla iftihar edin. “Kelebek ok yay almış ava şikare çıkmış / Donuzları korkudur ayuları koçmağa…” M. Bahadırhan Dinçaslan

Bahadırhan Dinçaslan Enver Paşa M. Bahadırhan Dinçaslan muhammed bahadırhan dinçaslan mustafa çalık Mustafa Kemal Atatürk said-i nursi Sekülarizm