Beyan Esas mıdır

TAKİP ET

Beyanı esas almıyoruz artık

Beyanı esas almıyoruz artık. Beyanın yanında mutlak bir kanıt, yemin, hatta senet gerekli. Hem senet de yetmiyor. Bu senedin üstünde bir ittifak husule gelmeli ki senedin sahih olduğu kabul olunsun. “Bu hakikattir ve biz bunun üstünde ittifak ettik” denilsin ki beyanın doğruluğu tescillenmiş olsun. Aksi halde, beyanımız kabul olmuyor. Dediğimizin hakikati işaret etmesi değil, belirli bir kesim tarafından ittifakla kabul edilmiş olması gerekliliği bulunuyor. Maalesef, geldiğimiz durum hu. Fakat bu ittifakın beyanı doğru, senedi güvenilir, bizi emin görmesi nasıl olacak? Oy birliği ile mi yoksa oy çokluğu ile mi? Bir ölçü var mı, yoksa ölçü yine grubu teşkil eden kişilerin beyanı mı? Temel bir ölçü varsa, beyanın sorgulanması bir raddeye kadar doğru. Peki, ya yoksa? Beyanı, diğerlerinin toplu beyanının ışığı altında tartmak yoluna girilmiş ve beyanın şahsiliği bir grup genellemesine dönüşmüşse, terazinin kefelerine konulan ölçü, doğru tartmaya muktedir midir? Meşhur bir kıssa vardır. Fırıncı ile köylü arasında geçer. Fırıncı bir gün, köylünün kendisine sattığı yağda hile yaptığını ve davacı olduğunu belirterek mahkemeye başvurur. Hâkim, köylüyü çağırır ve ifadesini alır. Hâkim köylüye bu iddiayı sorunca köylü, kendisinin fırıncıya her hafta bir kilo yağ sattığını, bunun parasının bir kısmıyla fırıncıdan bir kilo ekmek aldığını ve köyüne döndüğünü söyler. Köyündeki terazinin gramları eksik olduğu için, terazinin bir kefesine bu ekmeklerden koyarak, yağını böyle tarttığını belirtir. Bu sebeple, yağında bir eksiklik olmaması gerektiğini, varsa da fırıncının ekmeğinin yanlış tartmasından kaynaklandığını söyler. Bunun üzerine fırından alınan bazı ekmekler tartılır ve bunların hiçbirinin bir kilo gelmediği görülür. Bu hikâye aslında edenin bulacağını, hakikatin er geç gün yüzüne çıkacağını belirtir. Lakin burada görmekteyiz ki ortada iki beyan vardır. Bunlardan ilki köylünün, diğeri kasabada esnaflık yapan fırıncının beyanıdır. Bu beyanda, ilk anda fırıncının, konumu ile daha avantajlı durumda olduğunu hissederiz. Köylü ise ancak iddiaya karşılık verir ve bunun ispatı neticesinde durumu aydınlanır. Beyanı ölçme işi ise hâkime kalmıştır. Onun dayanağı ise bellidir: Kanıt. Peki, burada hâkim yerine bir grup insan olsa ve beyanı bunlar dinlese ve kendi yargılarını sunsalar, aynı sonuca ulaşabilirler mi? Gruptaki baskın bir kişinin, grubun genel görüşünü etkilemesi mümkün olabilir mi? Gruptaki kişilerin beyanları neticesinde terazinin fırıncıdan yana veya köylüden yana ağır basması durumu bir değişiklik gösterir mi? Bir başka kıssa da Hz. Süleyman ile bir bebeğin kendilerine ait olduğunu iddia eden kadınlar arasında geçer. Bu kıssada ise aynı beyan, iki farklı kişi tarafından dile getirilir. Bu iddia, bebeğin kendisine ait olduğu iddiasıdır. Kadınlar farklıdır ama dile getirdikleri durum, diğerinin bebeği çaldığını ve bebeğin asıl annesinin kendisi olduğudur. Kıssanın sonunda Hz. Süleyman meseleyi elbette çözmüştür, fakat bu bazı meziyetler gereken bir iştir. Herhangi bir kişinin, aynı beyan söz konusu iken kimin doğru söylediğini bilmesi mümkün müdür? Bunu anlamak için ya kıssada olduğu gibi Sultan Süleyman mertebesinde olmak yahut da eldeki kanıtlara dayanarak karar vermek gerekir. Beyan aynı olsa da beyanı değerlendirenler değiştikçe, sonucun da değişmesi mümkündür. Bu iki kıssayı anlatmamın sebebi bir edebiyat veya dini sohbet saati yapmak değil elbette. Bugünlerde, belki de herkesin evde olması, kısmi vakit fazlalığı, gündemin tek yöne yoğunlaşması, zamanı değerlendirmedeki plansızlık gibi sebepler neticesinde yine Türklük tanımı üzerine bir takım tartışmalar nüksetti. Bu tartışmalar daha önce de oldu ve bundan sonra da olacak, fakat burada benim asıl sormak istediğim mesele, kendisini Türk olarak kabul eden, böyle tanıtan ve böyle hisseden birine, bazı “kendinden menkul” özellikler ışığında, sen böyle değilsin demek ne kadar isabetlidir? Örneğin Ortodoks bir Türk’ü, Türk olarak kabul edemez miyiz? Yahut Müslüman bir Türk, tanım itibari ile daha mı Türk’tür? Yahut da sakalı seyrek, bıyık araları açık, gözleri çekik birisi, kavruk bir Orta Anadolu çocuğundan daha mı Türk olmaktadır? Bu fiziki veya dini temelli, hatta dil ve coğrafya özneli soruları çoğaltmak mümkün ve çoğaltılıyor da. Bu soruların bazılarının merak, bazılarının ise daha saldırgan bir tavır içerdiği de muhakkak. Ve sonuç da hep aynı yere geliyor: Beyanı esas kabul etmemek, senet istemek, senedi “şahsi bir ittifak” neticesinde kabul etmek veya reddetmek. Bunu yaparken de herhangi bir kanıta gerek duymamak. Yıllar önce Ahmet Bican Ercilasun Hoca’nın bu konuda bir konuşmasını dinlemiştim. “Kime Türk denir” sorusuna cevap veriyordu. Bu konuşmanın girişinde aslında beyanın esas olduğunu anlayabiliyoruz çünkü konuşmaya “Kendisine Türk diyen insanlar” diye başlıyordu. Kendisine Türk diyen insanları birbirine bağlayan “en az bir bağ” olduğunu beyanla, bir insanın kendisini Türk kabul etmesi için bir bağın “yeterli olabileceğini” belirtiyordu. Bu bağlar: Soy, dil, din, kültür, coğrafya birliği ve kader birliği. Burada da Almanya’ya gitmiş gurbetçilerin üçüncü kuşağından bir örnek verir. Buradaki bir çocuk ana dili Türkçeyi unutmuş dahi olsa, soyunun Türk olduğunu bilmesi ve Müslüman olduğunu hatırlaması sebebi ile kendine Türk diyebilir. Gagavuzlar ise dinleri farklı olmasına rağmen dil bağı ve soy bağı ile kendilerini Türk kabul edebilir. Türkiye’de yaşayan bir ateist, kendisini soy ve dil bağı ile yine Türk kabul edebilir. Mehmet Akif, Türk vatanında yaşadığı, eserlerinde Türkçe kullandığı, kader bağı kurduğu için kendini Türk kabul edebilir. Bununla birlikte bir kişi, bu özelliklerden birine sahip olmadığı için, kendisini Türk olarak kabul etmeyebilir de. Velhasıl-ı kelam, bir insan kendini bir tek sebeple Türk olarak tanımlayabilecekken veya birçok sebep olmasına rağmen kendini Türk olarak tanımlamaktan imtina edebilecekken, biz hangi “şahsi” ölçütle bir kişiyi Türk kabul edebilir veya onu Türklükten aforoz edebiliriz? Kişinin beyanının ve halinin ötesinde, kendinden menkul grup ittifakları, bunu hangi cüretle yapabilir? Netice olarak ya genel ölçütlerin hal ile uyuşup uyuşmadığına bakmak yahut da beyanı esas kabul etmek durumundayız. Aksi takdirde, beyana bu kadar sırt dönmek veya beyanın tavra dönüşmesini takip etmek yerine şahsi beyan üretmek, ancak tartışmaları saman alevi gibi yükseltmeye, bu alevde bir müddet ısınmaya ve ardından yeniden karanlığa gömülmeye hizmet eder. Veysel Çıtlak

Ahmet Bican Ercilasun Beyanat tanım Türklük