Bozkırın Ortasında Bir Vaha: Ankara

TAKİP ET

İnsan yaratılmadan önce de tabiat vardı

İnsan yaratılmadan önce de tabiat vardı. Dağlar, ağaçlar yerli yerindeydi. Dereler, nehirler tertemiz özgürce akıyordu. Cennet dediğimiz olgu da yaratılmıştı, ona bakıp; güzel olan her şeye yeryüzünde “Cennet“ dedik. Yani bizim bilinçaltımızda, genlerimizde çok güzel yerler vardı, yeryüzündeki her güzelliği onunla eşleştirdik ve mana verdik. Sonra insan yaratıldı. Diğer canlılarla birlikte bu güzel cennet denen dünyada yaşamaya başladılar. Havasını, suyunu birlikte tüketmeye başladılar.  Zamanla insan diğer canlılardan daha farklı davranmaya, düşünmeye başladı. Bin yıllardan beri evrilerek gelişmeye başladı ve diğer canlılardan arayı açtı. Birlikte yaşadıkları bu dünyaya hâkim olmayı hedeflediği için diğer canlılara adeta kıyım yapmaya, onları bilinçsizce yok etmeye başladı. Dünyanın tek hakimi olarak kendini gördü, zekasını bunun için kullanmayı, bunu hak ettiğini düşündü. Öyle bir döneme girildi ki, artık efendisi olmayı hayal ettiği dünya yani bu gezegenle kavga etmeye başladı. Şundan korkulur oldu, insanlar bir gün dünya denen bu gezegenle savaşacaklar, birbirlerine savaş ilan edecekler. Böyle düşündüğümüz zaman insanın içine bir korku yerleşiyor, kendi hatalarımızdan oluşturduğumuz bir korku. Biliyoruz ki, insan ve diğer canlılar doğayla karşı karşıya gelirsek biz insanlar bu savaşı kaybederiz. Çünkü doğanın yaşaması için insana ihtiyacı yok ama insanın yaşaması için kesinlikle doğaya ihtiyacı var. Bunu aptalca hırslarımız yüzünden göz ardı etmeye başladık. Doğanın sorumsuzca, suyunu, havasını kirlettik, dağlarını delik deşik ettik, ormanlarını talan ettik. Bunların birçoğunu da medeniyet ve gelişmişlik adına yaptık. Tabiat ana hala bizlere sabır etme devam ediyor ama ne zaman kadar. Onu kızdırıp, gazaplandırmadan önce aklımızı başımıza almamız gerekmektedir. Bunun için acilen çalışmalar yapmamız, insanları uyardıktan sonra verdiği tahribatında tez zamanda onarmamız lazım. Bunun için elbette duyarlı insanlar var. Dünyada ve bizim ülkemizde de her türlü mücadelenin içine giren ve insanları uyarmak, diğer canlıları korumak adına. Ülkemiz adına çok şanslı olduğumuz bir dönem yaşadık onu anlatmadan önce çevre bilinci zihinlerimize ne zaman yerleşti onu dağarcığımıza eklemek istiyorum. 1985 yılında ‘’Workers’ Party’nin Brasilia’daki bir toplantıda, Amazon Ormanlarının kaynakları sadece kauçuk ağaçlarından ibaret olmadığını, meyve, ceviz, bitki, yağ gibi yararlanılabilecek daha pek çok kaynakların olacağını vurguladı. Mart 1987’de Mendes, çevre kirliliğini önlemek için ayrılan bölgelerin artırılmasına ikna etmek için Washington D.C.’ye uçtu. Mendes yaptığı iş için United Nations Environmental Program Onur Ödülü de dahil olmak üzere birkaç ödül aldı. Dünyada çevreci hareketler ilk olarak Amerika, Fransa ve Almanya gibi gelişmiş ülkelerde yaygınlaşmıştır. Avrupa’da, özellikle Almanya, İtalya, Fransa ve İngiltere’de sosyalist yönelimli partiler bu örgütlerin platformunu adapte etmişler; 'Yeşil' partiler kurulmuş ve yeşil reformcular, çevreci-sosyalistler ortaya çıkmıştır. Türkiye’de ise çevre düşüncesinin ve hareketlerinin gelişimi 20. yüzyılın ortalarını bulmuştur. Çevresel sorunlarla ilgilenilmesi Osmanlı dönemine kadar uzansa da korumayla ilgili özel bir politika geliştirilmemiştir. Bu genel bilginin içine eylem olarak kim ve nerede ne yapmış onu da eklemek, daha sonra ülkemdeki, çevreci hareketine geçmek istiyorum. Chico Mendes (15 Aralık 1944- 22 Aralık1988) Brezilyalı bir çevreciydi. Amazon Ormanları için savaştı ve insan haklarını savundu. 1988 yılında savunduğu fikirler nedeniyle bir çiftçi tarafından öldürüldü. Ülkemize dönecek olursak elbette bunun için örnekler pek çoktur ancak bugün ben her alanda olduğu gibi çevreciliği ile de fark yaratmış dünya liderleri arasında belki de bu anlamda öne geçmiş birinden bahsedeceğim. Atatürk, Dünya Lideri; çevrecilik bilincinin yerleşmesinin de öncülüğünü yapmış, diğer liderlerin önüne geçmiştir. Hayatı boyunca yeşili, çevreyi korumak adına güzel örnekler vererek çevresini bilinçlendirmiştir. Ankara’da Atatürk Orman Çiftliğini sayfalar dolusu yazsak ancak anlatabiliriz. Bu çalışma, dünyada örnek olacak çalışmalardan bir tanesidir, halkına örnek olmak, tarımda gelişmenin önünü açmak adına, övünülesi bir çalışmadır. Efsane gibi anlatılan Ankara’da bir “Koliba” vardır ki, bu Trakya şivesiyle “kulübe” anlamına gelmektedir, sıkıldığında dinleneceği, yeşillerin içinde huzur bulacağı mütevazi bir kulübeciktir. Türk köylüsüyle toprak üzerinde bağdaş kurarak oturduğunu, o fotoğrafları bilmeyenimiz yoktur. Atatürk’ün yine efsane gibi anlatılan bu bağlamda dünyaya örnek olan bir hikayesi vardır ki, gerçek anlamda gurur kaynağımızdır. Yıl 1929, Ağustos’un 21. günü yurt gezilerinden döndükten sonra dinlenmek için geldiği Yalova iskelesine yaklaşırken, sahildeki büyük çınar ağacı dikkatini çeker. Çınarın heybetinden çok etkilenen Atatürk, tekneyle karaya çıkar ve çınarın gölgesinde bir süre dinlenir. Ardından çınarın yanına bir köşk yapılmasını ister. İşte hikâye de orada başlar. Köşkün yakınındaki bir çınar ağacının dalları köşkün ışığını kestiği için köşkün çalışanı tarafından kesilmek istenir. Bunu gören Atatürk ağacın dalının kesilmesi yerine köşkün taşınmasını ister ve teknik alt yapısını oluşturarak bizzat gözlemci olarak çalışmalara eşlik eder.  Köşk 4.80 cm sola kaydırılmış, böylece ağacın gölgesinden kurtulmuştur. Dünya çevrecilik tarihine geçmesi için bu örnek yeterlidir aslında. Onun yerleştirdiği bu çevreci bilincini daha sonra ne kadar kullanabildik bu soruyu kendimize korkusuzca sorabiliriz. Bizim de dünya çapında ünlü çevrecilerimiz olmuştur. Bir Manisa Tarzanını anmadan geçmek haksızlık olur. Onun Manisa ve çevresine 50 bin ağaç diktiği söylenir. Dünya da çok az olan ağaçlı yol “İyaban” yine onun eseridir. Yüzlerce ağacı bizzat kendisi taşımış, yol boyunca dikmiştir. Daha sonraki yıllarda Hayrettin Karaca, namı diğer Toprak Dede çevre bilinciyle birçok çalışmalar başlatmıştır. Bu örnekleri çoğaltabilmek en büyük dileğimizdir. Yaşadığımız şehirden yani başkentten bütün olarak ülkeye baktığımızda bir zamanlar yeşil katliamlarının yapıldığını, ağaç kesimlerinin had safhaya ulaştığını üzülerek görmekteyiz. Çevre bilinci bütün çıkarların önünde olmalı, geleceğe bırakacağımız temiz hava, temiz bir çevre bütün miraslardan daha değerlidir. Geniş park alanları, yeşile doymuş bir başkent hayal olmaktan çıkmalı gerçekleştirilmeye doğru yol alınmalıdır. Mevcut yönetim; belediyecilik anlayışı ve hamleleri ile bu konuda hayalimizi gerçekleştirecek çalışmalar sergilemektedir. Bütün isteğimiz ve beklentimiz yeşile doymuş, parkları ve temiz ve medeni şehirlerin planlarıyla donatılmış bir Ankara görmektir. Böyle bir Ankara şehrinde yaşamak, ayrıcalıklı olmak anlamına gelmeli. Hâlihazırda Belediye’nin yapmış olduğu yerli tohum destekleme ve çiftçiye tohum destekleri, ağaçlandırma için ödeneklerin ayrılması, köylüden şehre doğru bir kalkınma hamlesinin yapıldığını göstermektedir. Şehrinin insanlarını bünyesinde yetiştirdiği buğdayla, karnını doyurmak son yılların en doğru ve güzel kararlarından biridir. Bu yatırım insan yapılan en doğru yatırımdır, gelecek korkusu olmadan yaşamak demektir. Belediyecilik; sadece alt yapı çalışması, çöp, temizlik gibi işleri yapan bir kurum değildir. Şehrinde yaşayan insanları müreffeh bir hayata kavuşturması, kültür ve sanat alanlarında sanat erbaplarını destekleyip, sanatın gelişmesine katkı sağlaması, insanın insani değerlerle yaşaması için gerekli çalışmalar yapması demektir. Bu konuda umutvarız… Esen kalın.