Büyük Türkçü Atsız ve Mütevazı Bir Çağrı

TAKİP ET

Atsız Beyin tanrıların, tanrılaşanların dağına ulaştığı tarihin üstünden 44 yıl geçti

Atsız Beyin tanrıların, tanrılaşanların dağına ulaştığı tarihin üstünden 44 yıl geçti. Hatırasını yaşatan, bu büyük dava adamının mirasını tevarüs etmiş ve Türk gençliğine sonsuz bir iman ve samimiyetle nakşeden kıymetli isimleri de anmak lazım geldiğine inanıyorum. Evvela hem tahriren hem şifahen Amca’yı anlatmakla onun ruhunu şad eden talebeleri Bican Ercilasun ve İskender Öksüz Hocalarımıza şükranlarımızı sunalım. Yine “Basında Atsız” eserinin müellifi ve bildiğim kadarıyla şu an Atsız’la alakalı birkaç eserle daha meşgul olan değerli kalem sahibi Serkan Akgöz Beyefendinin adını anmak gerekir. Atsız Bey hakkında bugüne kadar birçok biyografik eser yazılıp çizilmiş olmasına rağmen “Her Devrin Menkubu Atsız” kitabıyla bunların arasında şüphesiz en derli toplu ve mufassal halini ortaya koyan müellif Kağan Bahadır Küçükalcan da bu kıymetli isimlerdendir. Yanı sıra 1976’da hazırlanan armağandan sonra 2017 yılında ikinci bir cilt hazırlayıp birçok büyük ismi de bu çalışmada bir araya getirerek neşredilen Atsız Armağanında başta derleyen Prof. Dr. Saadettin Gömeç Beyefendi olmak üzere emeği geçen herkese şükranlarımı sunuyorum. Bilhassa genç kalem sahiplerinin bugün Atsız Bey hakkında yazıp çizdiklerinin ehemmiyeti pek anlaşılamamakta, hatta bazen ortaya koydukları eleştirilerin dahi odağı haline gelmektedir. Yine de sonraki nesillerin çağında bugün yaptıkların işin kıymetinin net olarak anlaşılacağı ve haklarının teslim edileceğine inancım tamdır. 21. Asrın Fedakârlarına Çağrı Millet ve milliyetçilik tanımlarımı yaptıktan sonra kafamda oluşan şemada Türkçülüğü yerleştirdiğim yer, bir nevi alt başlık mahiyetinde oluyor. Bir şemsiye olarak Türk milliyetçiliğini alıyor ve Türkçülüğü onun özdeşi olarak değil de daha özel bir alt başlığı olarak algılıyor, ele alıyorum. Bunu farklı yayın organlarında neşredilen birkaç yazımda açıklamış ve kimi çevrelerden menfi tenkitler gelmesine karşın kimi çevrelerde de kabul gördüğüne şahit olmuştum. Türk milliyetçilerinden mürekkep grubu bir cemiyet (gesellschaft), onun içinde yer alan alt kümeyi de bir cemaat (gemeinschaft) olarak ele alalım. Malum alimin tasnifinde bu kavramların içini doldurduğu şekle verdiğim örneğin bire bir uymadığının bilincindeyim. Yine de varmak istediğim noktaya yardımcı olacağı inancındayım. Bu cemiyet içindeki cemaatin diğer cemaatlere nazaran daha menkub, mahzun, mahcub bir tavırda oluşuna dikkat çekmek istiyorum. İtilmiş, dışlanmış, cemiyet dışında bırakılmağa gayret edilmiş, benimsenememiş bir cemaat bu Türkçüler cemaati. Ne teşkilatlı ne aralarında kavi, muhkem bir bağ olmasına karşın vaziyet böyledir. Türkçünün istisnalar baki olmakla beraber şiirine, şarkısına, hitabına, kelamına işlemiş bir gerçeğe parmak basıyorum. Sorunun kökenini Atsız'da görüyorum. 2 yıl evvel neşredilen Atsız Armağanı’nın 2. cildinde yer alan Tevetoğlu’nun yazısı tezimi destekleyecek iyi bir yazı. Tevetoğlu, “Türkçü ustam” dediği Atsız’ın hayatını kaleme alırken bu hayatı nitelendirmekte en münasip ifadenin “Çileli Hayat” olduğunu düşünüyor, yazının sonunda ona layık gördüğü sıfat ise “Çilekeş”. Evet, Çilekeş Atsız diye bahsediyor ustasından. Müellif-i muhterem Kağan Bahadır Küçükalcan’ın şu ana kadar neşredilmiş en başarılı Atsız biyografisi olarak nitelemekte bir beis görmediğim eserine seçtiği isim de ortaya attığım iddia içün isabetli bir misaldir: Her Devrin Menkubu Atsız. Eserine neden bu adı verdiği okurlarının malumudur diye düşünüyorum. Büyük Atsız’ın henüz gençlik çağlarında kaleme aldığı şu mısralara bakınız: “Ömründe gülmedin, rahat bulmadın. Ölsen de nola ki anılmaz adın… Hey Atsız! Yirmi beş yılda kocadın, Başında saçların beyazlanmadan.” Kim bilir, kendini Türkçü bilip sayan kaç gencin ruh halini tanımlamasına vesile olmuştur bu mısralar… Son şiirini hatırlayalım: “Artık veda zamanına pek fazla kalmadı; Yorgun ve kimsesiz ölümün bahçesindeyim.” Artık ölümü hissettiği çağlara eren Atsız Amca, son şiirini yazarken böyle hissediyordu işte; yorgun ve kimsesiz.

***

Fakat o, sadece bir şair değildi. O bir dava adamıydı, hatta o davaydı. Yegane vasfı şairlik olan bir insanın –ki bu asla küçümsenecek bir insan profili değildir– sürükleneceği böylesi bir halet-i ruhiye, onu daha büyük bir şair yapmağa yardımcı olabilecek bir haslettir. Kimi beşer, yalnızlığın ve hatta terk edilmişliğinden kuvvet kazanmayı öğrenebilir. Belki toplumun kulak tıkadığı, sırt çevirdiği bir feylesof, en başarılı bir cemiyet tenkidini kaleme alabilir. Yahut yalnızlığı onu görünenden öteyi düşünmeye sevk edebilir. Bu pek tabii, başarılı bir psikolojik tetkik yahut kıymetli bir edebi eserin müjdecisi de olabilir. Atsız ise düşmanlaştırılması, yalnızlaştırılması hakikatine eserlerinde yer verirken bunu bir kabullenmişlikten ziyade siteminin yahut “her şeye rağmen kaybedilmemesi gereken mücadele azminin” emsali olarak konu etmiştir. Sahiden de büyük Atsız, “her şeye rağmen Atsız”dır, onu belki de en iyi anlatan ifade budur. Ne yazık ki, aradan geçen yıllar neticesinde mezkur sitem, sitayişe evrilmiş; reddedilen yalnızlık, garip bir bahtiyarlık menbaı halini almıştır. Yeni Atsız Armağanında yer verilen, az evvel de temas ettiğim Tevetoğlu yazısının sonunda yazar, Büyük Türkçüye Hürriyet Şairimizin şu beyitini layık görüyor: “Bu vatandır, dağıtır aleme ilm ü edebi, Ne bela çektik ise hep bu vatandır sebebi.” Bu mısraların beni esir ettiği duygularımla müteakip yazıyı bir başka gözle okuyorum. Altan Deliorman’ın “3 Mayıs Kutlamaları Nasıl Başladı” başlıklı yazısı bana yine o parolayı hatırlatıyor; “Her şeye rağmen…” ve bu bana adeta bir ödev yüklüyor, hepimize olduğu gibi… İkinci 3 Mayıs kutlamasından bahseden Deliorman, salondaki üniformalı Askerî Tıbbiye talebelerine özel bir yer ayırıyor yazısında. Bilhassa yıllar sonra bir gençten işittikleri okurken beni de bir hayli müteessir etti. 1956 yılında gerçekleşen bu ikinciyi kutlamaya iştirak eden üniformalıların bir kısmı Atsız’a hayranlık duymak şöyle dursun, düşmanmış. Onun Atatürk düşmanı bir mürteci olduğu kanaatiyle gelmişler. Belki de birçoğunun oraya Atsız aleyhinde gösteri yapmaya geldiği aktarılıyor. Atsız’ı sevenler, bu grupla adeta bir iddiaya tutuşmuş ve aleyhtarlara Atsız’ın konuşması sonrasında kanaatleri sabit kalırsa onlarla beraber olacakları vaadinde bulunulmuş. Sonrasını doğrudan aktarıyorum: “… Ama toplantı biterken en çok onlar alkışlıyor, Atsız’a en çok onlar sevgi gösterisinde bulunuyordu. Sonraki yıllarda aralarından çoğu değerli milliyetçi ve mücadeleci arkadaşlar oldular. Ülkücülüklerinden zerre kadar fedakârlık etmediler.”

***

Çağrım odur ki, o gün bin bir nevi zorluk içinde, “her şeye rağmen” bunu başaran Türkçülerin yolunu yolumuz bilelim. Birilerinin Türkçüleri mahkum etmek istediği hudutları, tıpkı başka milletlerin milletimize reva gördüğü bu dar hudutları reddettiğimiz gibi reddedelim. Gelin, 2020’nin 3 Mayısı bizim bir imtihanımız olsun. Ben ilk adımı Nisan ayında kapalı bir salon etkinliği için gönderebildiğim kadar fazla insana mütevazı davetiyeler ileterek atacağım. Bu imtihanı başarıyla vermek içün daha büyük bir nümayiş mi düzenleyelim diyorsunuz; sağa sola bakmadan, “kim var” demeden şimdiden “ben varım” diyorum. Yazıyı bu çağrıyla sonlandırırken vefatının 44. yıl dönümünde büyük Türkçü Atsız’ı bir kez daha rahmet ve minnetle yad ediyorum. Vaktiyle bir Atsız varmış… [gallery ids="4046,4045,4044,4043,4042,4037,4038,4039,4040,4041"]