Darbukadan Hallice

TAKİP ET

Mehmet Can Kuyucu'nun kaleminden "Darbukadan Hallice" öyküsü...

Bugün size çok tanıdık bir isimden bahsedeceğim. Tanıdık dediysem, öyle alelade biri değil. Evvela insanlar eğer onun aleyhinde konuşacaklarsa genelde isim vermezler. Pek çok kişinin hâmisi ve iyilik elçisidir muhterem. Bıyık demeye bin şahit ister bir takkeli bıyık... Sağa doğru itidalle taranmış saçlar... Lüks otomobiller ve belki de bir saray? 

Padişah değil anlattığım elbet. Zaten olamaz da bu gidişle. Fakat, kulları var desem ya size? 

Yok deve! 

Kimden bahsettiğimi kanaatimce anladınız. Hatta kim bilir hangi "yarının düşüncesi" içinizi kemirirken okuyorsunuz bu yazdıklarımı! Geçen Amerika'dan gelen bir ediple görüştüm. Bizim camiada böyle çabuk kaynaşılır, mâlûm. 

"Amerika'da durumlar nasıl?" dedim önce.

Amerikalı Hopkins ballandıra ballandıra bir anlattı ki sormayın. Ne özgürlükler kaldı konuşmadığı, ne insanca yaşayabilmeler... Haline bakılırsa sade bir edip değildir elbet, fakat neyleyelim öyle. Yalnızca yazdıklarıyla bile geçiniyor. Üç satır cümleye bir kilo et alma kabiliyetini haiz. Benim de az evvel karnımdan gurultular çıktı da öksürerek bastırdım. Bir Türk edibini böyle görmemesi gerek diyerek Hopkins'e durumu açık etmedim. Karşımda gerindi kuruldu. Parasını yirmi yedi ile çarpıp cebine sıkıştırmış. Sofrayı öyle donattı ki ben daha böyle şatafat görmedim. Şatafat dediysem de bize göre şatafat. Üç dilim ekmek biraz pirzola... Unutmadan, bir kadeh de rakı. Hopkins'in keyfi gayet yerindeydi. Yeni bir roman yazıyormuş, polisiye türünde. İstanbul'a da misafir edecekmiş “Pinkerton”vari karakterini... Bir aralık daldı gitti. Elini cebine atıp bir yüzlük fırlattı önüme. 

"Sana zahmet azizim, şu karşıdan iki süt mısır, biraz da kestane al gel, beraber yiyelim."

Muamele içime dokundu amma karnımdan yükselen sesler de artık gözümün ferini söndürmüştü. Bir koşu aldım geldim. Hopkins bir güzel afiyetle yedi siparişini. Yerken arada bir bana bakıyor, aç tavuk gibi mısırı gagalayışımı izliyordu. Aç olduğumu anlamasa ya bari, dedim. Fakat ediplerin gözünden bir şey kaçmaz. 

"Sahi," dedi. "Türkiye'de vaziyet nasıl?"

Ben kemirdiğim mısırın cesedindeki suları kıtlıktan çıkmış gibi söğüşlüyordum. Duymadığımı fark etmiş olacak ki hafif bir öksürükle beni masaya tekrar davet etti. 

"Af buyrun Mr. Hopkins!" dedim. Gözüm, Amerikalı edibin önünde arta kalmış üç dört kestaneye takıldı. Eh, artık açlığım yüzümden okunuyordu herhalde. 

Önüme doğru küstahça, kağıt keseyi uzattı ve hızla kestaneleri mideye indirişimi seyretti. 

İsmi lazım değil, şu kulları olan zat var ya hani... Esas açlığımın sebebi o idi. Hopkins'in karşısında ezildim, büzüldüm. Kesesine bereket, ısmarladığı şeylerle karnım az buçuk doymuştu. Tokluğun verdiği rahatlıktan olacak nüktedan bir dil vasıtasıyla sorusuna cevap vermek istedim: 

"Vaziyeti sormuştunuz değil mi Bay Hopkins?" 

Evet der gibi başını salladı ve cebinden bir paket marka sigara çıkardı. Yerin dibine girmemek için zor tuttum kendimi. Benim sigaram bile yoktu. Uzattığı sigarayı "Kullanmıyorum." diyerek reddettim. Ne diye kullanmıyormuşum? Müptelasıyımdır da ah şu parasızlık, gözü kör olsun onun! Bu Amerikalı edibin karşısında daha fazla küçülmemek için uydurdum bu yalanı da. Hoş daha ne kadar küçülecektim, orası da ayrı muamma. 

Hopkins, son defa kaşlarını çatarak sormak istedi sorusunu fakat bu defa mani oldum. Fırsat vermeden patlattım nükteyi:

"Hiç zahmet etmeyiniz efendim. Karnım zil, başım düğün ve cebim de boşluk çıngırağı çalıyor." 

Hopkins anlamadı ve az buçuk Türkçesi ile anlamak için yeltendi. Yine sözü kendisine bırakmadan, önünde, ağzına kadar dolu olan sigara paketini kaptım ve paketi kendi cebime indirmeden önce bir tanesini de dudaklarımın arasına yerleştirdim. 

"Dövülmekten beteriz Mister Hopkins, duyuyor musunuz? Anlayacağınız vaziyetim, bir darbukadan hallice."

Sigarayı mideye indirecek gibi içime çekişimi seyretti bir müddet ve kahkahayı bastı. Ben de bastım kahkahayı. Şimdi ise bir tiyatro muhaveresi gibi karşılıklı aynı cümleyi söyleyip ağlanacak halime gülmeye devam ediyorduk:

"Darbukadan hallice ya, darbukadan hallice..."

 

Mehmet Can KUYUCU 

tamgatürk öykü hikaye edebiyat