Devlet Fetişi ve Deprem

TAKİP ET

Evinden işine giderken yolunu bile değiştirmeyen, hep aynı yerde yemek yiyen ve gündelik rutini bozulduğunda endişe yaşayan bir insan düşünün

Evinden işine giderken yolunu bile değiştirmeyen, hep aynı yerde yemek yiyen ve gündelik rutini bozulduğunda endişe yaşayan bir insan düşünün. Bu insan akşam televizyonda ya da bilgisayarda maceralı filmler seyretmekten hoşlanır, aksiyon dolu romanlar okur. Kah kadim zamanlardan kalma sembolleri çözen Langdon’un yerine koyar kendini ve birkaç gizli örgütün takibinden kurtulduktan sonra yoga hocalarıyla yatar, kah konforlu hayatını bırakıp doğayla baş başa hayat yaşamak için uzlete çekilmiş gencin yerine. Hepimiz biraz böyleyizdir; faturalarımıza düzenli ödeme talimatı vermişizdir, cep telefonumuzu kaybetsek banka hesabımıza erişmekten ikametgah belgesi almaya birçok alanda sorun yaşarız ama, cep telefonuna bağımlı olmadığımız hayatların filmlerini izler, romanlarını okuruz. Bunda elbette bir beis de yoktur, mitolojilerde hep “oğul tanrı”nın sevilmesi de belki bundandır. Çok daha büyük ve şaşaalı bir arka planda, onu sıfırdan ve maceralı bir şekilde keşfederek “erişen” figür oğul tanrıdır çünkü; on iki işin altından kalkan Herkül, yılan öldüren Susanu, Nartların en genci Sosruko; bunlar farklı bölgelerin ulusal mitolojilerinin en belirgin, çoğu zaman  en sevilen karakterleridir ve muhtemelen “oğul tanrı”yı kendimizle özdeşleştirmemiz, bir başka zaman ve mekanda küçüklüğünden kurtulup büyük işler başaran bir versiyonumuz olarak görmemiz, modern zamanın en sevilen oğul tanrısına, İsa’ya ilham vermiştir. Üstelik beynimizde “empati”yi, “kendimizi başkasının yerine koymak”ı mümkün kılan alanlar var, hatta bu alanlardan bazıları cümlede geçtiği gibi, zaman-mekan algısını yöneten kısımlar. Yani kendimizi bir başkasının yerine koymayı fiziken hayal ederek empati yapıyoruz. Empati yapabilmemiz cemiyet hayatı yaşamamızı da mümkün kılıyor. Cemiyetimizin hayal gücü yüksek üyeleri de, kurguladıkları öykülerle kah mit, kah film formunda, bize başka başka hayatlar yaşatıyor, sonsuz havsalamız yanında epey sonlu ve sınırlı yeteneklerimiz sebebiyle hapsolmuşuz hissi yaşamamızı engelliyorlar. Buraya kadar her şey güzel, ama evrimimizin geliştirdiği mekanizmalar yalnızca tek bir işlev üstlenmez; bir meleke bir defa geliştiğinde birçok netice yaratabilir. Mesela hem din, hem bilim, yalan söyleyebilme, farazi konuşabilme yeteneğimizden doğmuştur. Kafamızda olası senaryolar kurgulayabilmemiz, varsayımlarda bulunabilmemiz hipotezler atabilmemizi sağlamıştır. Aynı yetenek, metodu ve mahiyetiyle, ulaştığı sonuçlarla birbirine epey uzak olan, hatta çoğu zaman çelişen iki sosyal uzantıyı inşa edebilmiş. Empati de böyledir. Başkasının gözlerinden bakabilme, hikayelerde kendimizi kahramanın yerine koyma… Bu yeteneğimizin en sıra dışı ve en zararlı neticesi, diktatörlüktür. Milyonlarca insan tarih boyunca diktatörleri desteklediler. En zalim adamlar, çoğunlukla en popüler adamlar oldular. Elbette birçok yerde diktatörlerin yerel bir elite yahut diğerleriyle rekabet içindeki bir etnik, dini, sosyal gruba ait olduğunu ve o grubun ayrıcalık hakkı için diktatörleri desteklediğini söylemek, bunun etkili bir amil olduğunu ifade etmek mümkün. Ekonomik, siyasi ve sosyal krizler bireyin ve cemiyetin halet-i ruhiyesini bozabilir, beklenmedik sonuçlar yaratabilir, buna da evet. Diktatörler krizler için öcü icat eder, bunu halka sunar, kendilerini kurtarıcı olarak gösterirler. Ama bütün dikta rejimlerinin arkasında, kendisini diktatörle özdeşleştirmiş, sürekli kendini onun yerinde düşleyen ve bu sayede tatmin olan, ezik ve bu yüzden saldırgan adamcıklar vardır. Türkiye’de Erdoğan’ın bir şahıs kültü varsa da, ülkenin birikimi, mevcut şartları ve mazisi sözgelimi Hitler gibi tek bir şahıs etrafında dönebilen ve devleti büsbütün baskılayan bir kült yaratılmasını engelliyor. Bu da basit bir ikameyle çözülüyor: Evvelden beri neşriyat ve tedrisatın sağladığı altyapının üstüne bir devlet kültü inşa edildi, bu devlet kültünün “oğul tanrı”sı da Erdoğan oldu. Müthiş devlet fetişiyle dolan bireyler, kendini Erdoğan’ın yerine koyuyor, onun imkanlarına sahip olduklarını, onun gibi konuşup onun gibi “mücadele” ettiklerini hayal ederek rahatlıyorlar. Jean Kim çok güzel ifade etmiş, sair sebeplerle kısıtlamaları aşamayıp içindeki kötülüğü dökemeyenler, “kendini gerçekleştiremeyenler” bunu başarabilenlerle özdeşleşip, onlarla gurur duyuyorlar. Bir başka husus: çocukluğunda taciz ve tecavüze uğrayan bireylerin bir kısmı, tacizci ve tecavüzcü olurlar. Bunu ifade ederken söylemek lazım: Bir kısmı sözcüklerinin altı çizilidir. Hepsi değil, kurbanların tamamına böyle bakmak onları buna itecektir. Ancak demek mümkündür ki, doğru rehberliğe kavuşamayan, mahzurlu kültürel etkilere maruz kalan çocuklar, uğradıkları facia akabinde bununla baş etmeyi ve bunu aşmayı öğrenemedikleri için, tacizcileriyle yer değiştirerek bozulan psikolojilerini rahatlatmak isterler. Bir başka çocuğu vaktiyle kendilerinin düştüğü acz, korku ve utanç kuyusuna hapsetmenin içlerindeki feveranı yatıştıracağını umarlar, böyle bir kısır döngü sürekli yeni tacizciler üretir. İçinde tecavüzcü meyli taşıyanların çoğu zaman iştiyakle, hatta şehvetle tecavüzcüleri linç ettiklerini de söylemek lazım. Bütün bunlardan hareketle, Elazığ depremi akabinde hükumet destekçilerinin yaptığı yorumları anlamaya çalışıyorum. Bakanların, başkanların, vekillerin “vergimiz ne oldu?”, “deprem için gerekli tedbirler alınmış mıydı?” diyenlere saldırmaları doğru değilse de, anlaşılır bir durum. Çünkü onların bir sorumluluğu var ve ihmalleri varsa ortaya çıkmasını engellemeye çalışmaları çok da sıra dışı değildir. Dünyanın en normal ve en makul siyaseti, cemiyeti ilgilendiren durumlarda, hele bir facia olduysa, cemiyetin parası ve yetkisinin emanet edildiği insanların işini yapıp yapmadığının sorgulanmasıdır. Teröriste dahi “gel düz ovada siyaset yap” diyenlerin, bu makul siyasete terörist muamelesi yapması, yakalanma korkusundandır, bunun psikolojisini uzun uzadıya tahlile gerek yok. Ancak beni dehşete sürükleyen, kitlenin tepkisi. Kendi de vatandaş olduğu, kendi de hem mağdur, hem potansiyel mağdur olduğu halde diğer mağdurların beyanlarına saldıran insanlar… Tecavüze uğrayan kadına “Neden etek giymiş?” yahut “Orada ne işi varmış” diyenlerin bir adım ötesi, deprem mağduru olmuş ve yardım ulaşamadığından yakınan insanlara saldıran, onlara türlü sıfatlar yakıştıran, suçlayan bir dil… Üstelik bunu devlet adına, devlet savunusuyla gerçekleştiren insanlar… İşte bunlar, diktatörleri tepeye taşıyan mezkur, ezik adamcıklardır. Bunların gözünde devlet cemiyet hayatını ve bunun nimetlerini mümkün kılan bir araç değil, başına geçince arzu ve isteklerini kaygısızca, hesapsızca karşılayabilecekleri bir piyango biletidir. O bileti elinde tutanları bu yüzden eleştirmez, onların düzeni bozuksa bu düzenin bozukluğuna ve muhtemel düzeltme yollarına kafa yormaz, bileti elde etmeyi umarlar. Elde edene dek, devleti ve devletin oğul tanrısını canhıraş savunacaklardır. Çünkü elde edene dek kendilerini onun yerine koyarak hayal kuracak, mastürbasyon yapacaklardır. Şiddetle, ihmalle büyümüş kitlelerin şefkati, ilgiyi, hoşgörüyü içselleştirmesi çok zor. Aile yapımız kusurlu, kültürel dokumuz da öyle. Şu halde “ortalama insan”ımızın, olması gerekene dair rol modeli yokken, devlet de böyle fetişleştirilmiş, iğdiş edilmişken makul ve müşfik düşünme ihtimali yok gibi. İnsanlar vaktiyle (metaforu devam ettirirsek, çocukluklarında) başlarına gelenle nasıl baş etmeleri gerektiğini öğrenemediler, üzülerek söylüyorum ki tedavinin mümkün olacağı eşiği de aştılar, şimdi yıllardır örselenmiş, ıstırap çekmiş ve nefretle dolmuş ruhlar olarak, yalnızca -tatmini asla mümkün olmayan ve bu yüzden asla sakinleşmeyecek- bir dürtünün güdümünde saldırganlaşıyorlar. Yaralı ruhlarına hitap eden, onlara yeteri kadar yakın görünen ikonlarla da, yukarıda bahsettiğim empati ilişkisini kuruyorlar; onu, hiçbir gerçek çıkarları olmasa bile, ölümüne savunuyorlar. Gerçekten çıkar sağlayan, son model arabalara binip, asla hak etmediği bir lüksü yaşayanlar da, onların kanaat önderliğine soyunuyorlar. Yıllar önce bu vaziyeti pornoya benzetmiştim. Devlet bu kitlenin gözünde bir erkek porno yıldızı; bir kadının nasıl kazanılacağını öğrenmek yerine, porno izleyerek tatmin olmayı tercih ediyorlar. Porno prodüksiyonun başarısı da “amatör”lüğünde, aktör o kadar “bizden” algılanıyor ki, onunla özdeşleşmek çok kolay, “bizim gibi giyinen, bizim gibi konuşan, bizden biri” çok güzel kadınlarla beraber oluyor. Devletin kutsal görüldüğü her anlayış, hırsızlığı ve arsızlığı örtbas etmek isteyen politikacıların bu psikolojik dürtüyü istediği gibi kullanarak kendini gizlemesini sağlayacaktır. Bu silahı elinde tutanların argümanlarını politik doğruculuk yahut başka sebepler nedeniyle kullanmak da öyle: “Tamam, şimdi siyaset vakti değil” dedikçe, mağduriyetini ve çaresizliğini dile getiren adamın videosunun altına küfürler, tehditler yazan hasta ruhları sömürenlerin ekmeğine yağ sürülecek. [video mp4="https://www.tamgaturk.com/wp-content/uploads/2020/01/elazığdeprem.mp4"][/video] Peki hasta ruhlar nasıl tedavi edilir? Birçoğunun tedavi edilebileceğini, düzelebileceğini sanmıyorum, ancak bu kitle aynı zamanda korkaktır. Çoğu yalnızca bedel ödemeyeceği ortamlarda görüşlerini açığa vurur ve bunu her zaman kendini özdeşleştirdiği kişi ve kurumun arkasına saklanarak yapar. Kalabalıkta kaybolarak, anonimleşerek linç ederler. Demek o kişi ve kurumların yıkılması, bu kitlenin de latent hasta ruhlar olarak gündelik hayatlarına hapsedilmesi şarttır. O zaman kurulacak yeni iktidar ve devlete getirilecek yeni anlayış, bu insanların çocuklarının bu hastalığa tutulmasını engelleyebilir, gelecek nesillerde bu bozuk algı ve şiddet meylinin azalması sağlanabilir. Yoksa toplumun tartışması gereken her konuda Gezi gibi bir haklı öfke patlaması ve üstüne vazife biçerek bu kitleye palayla saldıran insan sahneleri mutadımız olacak. O zamana dek, Neyzen’in “İnsanı en güzel surette yarattım” diyen tanrıya seslendiği dörtlüğü benim için acı bir tebessüm sebebi olmaya devam edecek gibi görünüyor: Kuru laflar ile endişemi ihlal etme Kulak asmaz davula dinleyen elbette kösü Bu mudur ahsen-i takvim ile medh eylediğin Bu mudur insan diye halk ettiğin eşşek sürüsü?

Bahadırhan Dinçaslan M. Bahadırhan Dinçaslan muhammed bahadırhan dinçaslan