Devlet Milletinin Arkasında mı Olmalı Sırtında mı?

TAKİP ET

Öncelikle bu yazıya 'Devlet kutsal değildir' çizgimi çekerek başlayacağım

Öncelikle bu yazıya “Devlet kutsal değildir” çizgimi çekerek başlayacağım. Evet, devlet milletinin üstünde bir otoritedir ancak kutsal değildir. İnsan kendinden bir üst otorite ile kutsalı birbirinden ayıramayacak kadar da duygusal bir varlıktır. Çünkü yaradılışı gereği güçsüzdür, yalnızdır, korunma isteği ve güvenlik açlığı mevcuttur. Bu sadece devlet kutsiyeti ile alakalı değil şeyh, hoca, siyasi lider, cemaat lideri gibi bireysel aktörlere de yönelebilen ucu bucağı oldukça açık bir konudur. Ancak benim burada değinmek istediğim konu devletin millete karşı görev ve sorumluluklarını yerine getirmesi zorunluluğunun, AKP Türkiyesinde nasıl bir erozyona uğratıldığı ve bu erozyonun devirdiği ağaçları dahi insanlara “zaten biz dikmiştik şimdi de onları yakarak sizi ısıtacağız” dercesine yapılan her harekete pragmatik bir maske takarak, şimdi ve gelecek zamanı nasıl bir tehlikeye attıklarına dair fikirlerimi sunmak istiyorum. Metaforu daha da açarsak... Kendi görev ve sorumluluklarını yerine getirmemesinden doğan açığı yine milletin sırtına yükleyerek aşması ve bunu gayet normalmişcesine duygusal ve epik söylemler ile insanların maneviyatını işgal ederek yapması, zor süreçlerin geçmesinin önündeki en büyük engel olduğunu düşünüyorum. Siyaset Felsefeci Thomas Hobbes'a göre “İnsanların üstünde otorite olarak devlet olmaması, onların birbirine karşı girişecekleri güç göstergesinden doğan güvensiz ortamı sağlayacak ve kaos hakim olacaktı. İnsanlar özel mülklerini koruyamayacak, bu tedirgin yaşam onları daha da saldırgan hale getirecekti. Devletin olması ise bu kaosun önündeki engeldi”. Geçmişte monarşilerin aldığı bu görevi şimdilerde kuvvetler ayrılığı ile ayakları yere daha sağlam basan modern “devletler” aldı. Hobbes’un ana hatları ile sunduğum görüşüne, insanın doğal yapısına olan inancımdan dolayı katılıyorum ancak devletin güvenlik anlayışı sadece özel mülkiyeti korumak, dış bir konvansiyonel savaşı önlemek, iç terör uzuvlarını yok etmek mi? Küreselleşen Dünya ve Sovyetlerin dağılması ile yükselen Neo-Liberalizm ekonomiyi de halkın güvenlik kaygılarından biri haline getirdi. Bu getiri devletin güvenlik yelpazesinin genişlemesine, milletinde aynı oranda bunu devletten talep etme hakkının doğmasına sebep oldu. Bir birey halinde yaşayan insan kendi çevresinde meydana gelebilecek aksiliklere karşı önemler alır. Yangın sigortası, bireysel emeklilik, kasko gibi. Ancak kendini aşıp ulusal hatta küresel bir soruna karşı yapabileceği tek şey ise ödediği vergiler ile şekillendirdiği ekonomik yapısını yöneten devlet yani hükumet kurumudur. İşlerin daha da karmaşık hale geldiği nokta tam da burası. Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sistemi ile karar alma gücü artmış, kritik süreçlerde mekanizması daha da hızlı işleyen bir kurum haline gelmiş hükumet, sürecin sadece 19. gününde milletine karşı “bağış kampanyası” başlattı. Maliye Bakanı her çeyrekte büyüme oranları açıklarken, Cumhurbaşkanı sığınmacılar ile ilgili “40 Milyar dolar harcadık gerekirse bir 40 Milyar daha harcarız” derken, bizi kıskandığı iddia edilen Almanya’nın vatandaşları için 750 Milyar Euro ayırırken ve kitleler emeğinden arttırıp mekanizmanın işlemesi için vergi verirken karşısında bulduğu açıklama bir bağış kampanyası oldu. “Milletin istiklalini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” Bu sözü Mustafa Kemal Atatürk 1919’da Amasya’da sarf etmiştir. Çünkü gerçekten de milletler, savaş zamanı dışında, devletlerini sırtlarına alıp bir adım ileri götürmede kolektif bir bilinç ile ilerlemesi oldukça güçtür. Atatürk bu sözü İzmir İktisat Kongresinden önce söyleseydi aynı etkiyi ve anlamı taşımayacaktı. Muhtemelen de şu an hükumet bunu referans vererek bağış kampanyası sloganı haline getirecekti. Küresel olarak da örnek vermek gerekirse Vietnam Savaşı örneği verilebilir. Amerika’nın önde götürdüğü savaşı, teknolojik üstünlüğüne rağmen kazanamamasının en önemli aktörleri yine Amerika ve Güney Vietnam halkı. Amerikan halkı askerlerini Vietnam’da istemiyor, Güney Vietnam halkı ise isteksiz bir savaş veriyordu. Sonuç olarak 73’te çekilen ABD sonrası 75’te Kuzey, Güney’i tamamen ele geçirdi. Yani demem o ki; millet kaybeden devletlerin savaş meydanında arkasını toplayabilir. Ancak yıllarca vergi vererek oluşturduğu ekonomik beklentisini de kendi sırtında hissederse taşıyamaz, düşer. Dolaylı yolla meşru hükumet görevlerini yerine getirmeyerek kendi kendini yok sayma, saklanma yolunu seçmiş gibi görünüyor. Şayet biz birbirimizi kendi inisiyatifimiz ile bu süreçten kurtaracaksak, sizin otorite olmanızın ne anlamı var? Sanırım bu süreçte bankalar, hükumetten daha iş bitirici konuma geçecek. Ve son olarak, insanların kutsadığı devletin onları yalnız bırakmış hissiyatı ilerisi dönemler için toplumsal güvenlik kaygısı doğurup, sosyolojik boyutta kapanması güç ayrılıklar yaratma ihtimali de düşündürücü. Bu konu başlı başına yazı konusu teşkil ettiğinden ötürü burada incelemeyeceğim. Yusuf Ayberk Enişte

İzmir İktisat Kongresi Mustafa Kemal Atatürk Thomas Hobbes Vietnam Savaşı