Devlet ve Milliyetçilik

TAKİP ET

Türkiye'de milliyetçilik, Osmanlı imparatorluğunun dağılma sürecine girmesiyle birlikte tepkisel bir sivil toplum hareketi olarak ortaya çıkmıştır

Türkiye’de milliyetçilik, Osmanlı imparatorluğunun dağılma sürecine girmesiyle birlikte tepkisel bir sivil toplum hareketi olarak ortaya çıkmıştır. Çok uluslu Osmanlı İmparatorluğunun bünyesindeki etnik gruplar birer birer ulusçu ayrılıkçı isyanlara kalkışmış, imparatorluktan ayrılan toprak parçalarından yüz binlerce insan vatan bellediği Anadolu’ya sığınmıştır. Özellikle Türklerin neredeyse Anadolu’dan daha yoğun olarak yaşadığı Rumeli’nin kaybı Türkler için ağır bir travma olmuş, sağ kalan Türkler Anadolu’da bir Türk vatanı inşa etme gereğini kavramıştır. Tabanda milliyetçi düşüncenin Namık Kemaller, Ali Suaviler aracılığıyla yükselmeye başladığı yıllarda devlete hakim konumda olan Sultan II. Abdülhamit, “devletin bekası” için Türk milliyetçiliğini baskılayıp ümmetçi propagandaya ağırlık vermiştir. O dönem için yasaklı sözcük “vatan”dı. Zira Jön Türklerin kullandığı vatan kavramı, sınırları geniş ve değişken devasa bir devletten ziyade Türklerin yaşam alanı olarak düşündükleri bir kavramdı.  Namık Kemal dahil bütün milliyetçi şair ve yazarlar “devlet” adı verilen hayali kurum yerine ısrarla “vatan” kavramını işledi. Zira devlet, vatan kavramına karşı, kendi güvenliği ve bekasını düşünen bir kurumdu. Gerçekten de dönemin Türkçülerinin “Her şey Türk için, Türk’e göre, Türk tarafından” sloganı boşuna değildi. Osmanlı’da devlet, kendi güvenlik kaygısıyla Türklerin zenginleşmesini önleyip burjuvaziyi ve entelektüel hayatı gayrimüslim tekeline vermiş, Türkleri de savaşacak asker ve tarla sürecek çiftçi olarak değerlendirmiş ve toplum içinde yükselmelerine fırsat vermemiştir.  Bu düzene karşı Türkler “millet-i hakime” olacakları bir Türk devleti arzusu içindeydi. İşte bu atmosferde Türkçülük düşüncesi aydınlar aracılığıyla halka anlatılmaya başlandı. Namık Kemal’in yazdığı “Vatan yahut Silistre” tiyatrosunun sahnelenmesi sonucu milliyetçi galeyandan çekinen hükumet oyunu yasaklayıp Namık Kemal’i sürgüne gönderdi. Yine Namık Kemal’in yazdığı milliyetçi şiirlerin dağıtımı yasaklandı. Ali Suavi Türklerin tarihi üzerine çalışmalar yaptı ve Ulum adlı ilk Türkçü gazeteyi çıkardı. Onlardan ilham alan bir sonraki nesil yine aynı istibdada rağmen, devlet kurumunu karşısına alarak İttihat Terakki’yi, Türk Ocaklarını ve daha onlarca Türkçü yapılanmaya girişecek ve kendine düşman olan devletin yönetimini ele geçirecekti. Yine bu kitle Türkçülüğün bir sonraki aşaması olan Turancılık fikrine de önderlik ederek devletin dış politikasına yön verecekti. Tabandan gelen bu milliyetçi hareket, doğal milliyetçiliğe inanmaktaydı. Millet olgusunun yüzyıllardan beri var olan homojen halkın etnik bilinci kazanmasıyla oluşan bir yapı olduğuna inanmaktaydı. Doğal milliyetçilik anlayışına göre de devlet kurumu bu millete hizmet etmek için vardı. İşte İttihat Terakki kadroları ve Türk Ocağının temsil ettiği milliyetçi anlayış, milliyeti merkeze alan devleti milletin terakkisi için araç olarak gören bir anlayıştı. Cumhuriyet ile birlikte kurulan yeni düzende milliyetçilik temel bir düstur olarak yer alarak devletleşti ve resmi bir ideoloji haline geldi. Ancak yeni cumhuriyette milliyetçiliğin amaç mı yoksa araç mı olduğu tartışmalıdır. Cumhuriyetin ilk yıllarında izlenen politikalarda saf Turancılık izleri görülürken sonraki yıllarda Turancılık yerini Anadolu ile sınırlı yeni bir Türkçülüğe bıraktı. Türkiye dışındaki Türklerle bağı koparan bu yeni milliyetçiliğe direnen kurumlar kapatıldı. Bu kapsamda Türk Ocağı ve birçok Osmanlı döneminden kalma Türkçü/Turancı dernek ve kuruluşlar Halk Evlerine katılmaya zorlandı. Yeni Türkçülük kapsamında atılan en radikal adım Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi oldu. Bu teori klasik Turancı anlayışa ters olarak Türklerin Turani ırktan değil Aryan ırktan geldiğini, Anadolu’nun yerlisi bir halk olduğu iddiasını resmi tez haline getirdi. Dahası bu teze karşı çıkan akademisyenler üniversitelerden kovuldu, Turancı anlatılar ders kitaplarından çıkarıldı. 1935 yılına gelindiğinde ise dönemin CHP Genel Sekreteri Recep Peker, Türk milletini Türk devletinin yarattığını, milletin tanımını belirlemenin devletin tekelinde olduğunu beyan etti. Bu beyan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin “millete” bakışının özeti olacaktı. Keza 1946’de Türk kökenli SSCB vatandaşı savaş esirlerinin Türkiye’ye iltica talebi üzerine “Türkiye dışında Türk yoktur” gerekçesiyle reddi, 50’lerde Kıbrıs sorununun ilk yıllarında Kıbrıs’ta Türk yaşamadığı yönündeki devlet yetkililerinin beyanları da devlet zihniyetiyle örtüşmektedir. Benzer şekilde Faşizm ve Nazizm’in ayrışmasının temelinde de “millet” kavramına olan yaklaşım yatmaktadır. Zira Mussolini de İtalyan ulusunun İtalyan devleti tarafından yaratılmış yapay bir ulus olarak tanımlamıştır. Buna karşın Hitler, Alman ulusunu ilk zamanlardan beri var olmuş, kendi içinde bir homojenite teşkil eden ve devleti yaratan varlık olarak tanımlamıştır. Türkiye’de de resmi anlatıda devleti kuran Türk milletinden bahsedilmesine rağmen uygulamada devletin milleti yarattığı tezi daha baskın çıkmıştır. Tek parti dönemindeki milliyetçilik uygulamaları bunun en önemli kanıtıdır. Milliyetçi düşüncenin öncü siyasi partisi olan Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi, her ne kadar Fevzi Çakmak tarafından kurulmuş olsa da nispeten sivil bir hareket olmuştur. CKMP’nin Milliyetçi Hareket Partisi’ne dönüşme süreci ise bugün halen tartışılmaktadır. Ağırlıklı görüş, MHP’nin milliyetçiliğin devletin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yapılandırılmış bir parti olduğu yönündedir. Milliyetçiler, MHP ve ülkücülük dönemiyle beraber devleti kutsayan ve merkeze alan bir Türk-İslam anlayışını benimsemiştir. Devlete atfedilen bu kutsallık, günümüzde de milliyetçi anlayış içinde ayrılığa sebep olmaktadır. Milliyetçilerin devlet ile olan katolik nikahı, çözüm süreci ile beraber kopma noktasına gelmişti. Çözüm Sürecinde devlet, bir kez daha “devletin bekası” için milliyetçiliği terk etmiş, devletin “Türk” kimliğini pazarlık konusu yapmış, siyasi arenada dışlamış, “ayaklar altına almış”, nice Fırat’ı teröristler ile bir tutarak “karşıt görüşlü” ilan etmişti. 15 Temmuz 2016 tarihindeki Fethullahçı darbe teşebbüsü ve Suriye’deki yeni siyasi durum neticesinde “devlet” yeniden milliyetçi siyaseti benimsemiştir. “Bu Millet” adı verilen bir milletin milliyetçiği cari hale gelmiştir. Genel geçer popüler düzende ne yazık ki “bu milliyetçilik” alıcı bulmaktadır. Batı dünyasında hakim olan “popülist” akımların bir benzeri AKP iktidarının sunduğu yeni kimliksiz bir milliyetçilik çerçevesinde Türk milletine benimsetilmeye çalışılmaktadır. Görünen o ki, MHP kanadı devleti merkeze alan milliyetçilik modelini yeniden benimsemişken İYİ Parti ise nispeten daha sivil bir siyaset izlemektedir. Peki, partilerden bağımsız milliyetçiler, devlet sponsorlu milliyetçiğe karşı ne yapacak? Tek dürtüsü her şeyi kontrol atlında tutmak isteyen bir devletle tekrar yatağa girecek mi?