Diktaya Açlık

TAKİP ET

Esasında güzel bir çağdayız, dünyanın bir ucundaki insanla çok rahat iletişim kurabiliyoruz

Esasında güzel bir çağdayız, dünyanın bir ucundaki insanla çok rahat iletişim kurabiliyoruz. Ancak ne yazık ki Türkler olarak çağımızın oldukça gerisindeyiz. Hatta karanlık bir çağdayız diyebilirim. Türklerin ekseriyeti dikta yönetimleri altında yaşıyor. Hayır sadece Rus, Çin, İran vs. ülkelerde esaret altında yaş Türklerden bahsetmiyorum. Bağımsız Türk devletleri olarak andığımız vatanlarımız da dikta yönetimleri altında yaşıyor. Belli zümreler keyiflerince bu memleketleri idare ediyorlar. Daha da fenası milletimiz diktaya o kadar alıştı ki neredeyse herkes kendi hayatının diktatörü oldu. Bir diğerinden az daha güçlü olduğunu hisseden herkes galiz küfürler savurduğumuz diktatörleri aratmayacak tavırlar gösteriyor. Tek tek örnekler vermeyeceğim, şöyle bir kafanızı kaldırıp etrafınıza baksanız yahut sosyal medyaya ufacık bir göz atsanız ne dediğimi anlayacaksınız. Tabii bu döngüsel şekilde ilerleyen dikta evvela en üstteki diktayla alakalı; en tepedeki insanlar böyle yapıyorsa ben neden yapmayayım sorusu hayatımızın her alanına sirayet etti. “Onlar çalıyorsa ben de çalarım, onlar dövüyorsa ben de döverim; halkın siyasetçisi ne güzel konuştu da karşısındakine sert laflar etti, şimdi ben de halk olduğuma göre rakiplerime karşı böyle konuşayım; efendim halk bunu seviyor, sert olun karşınızdakini tarumar edin” şeklinde bir düşünce sistemi ürettik. Bu sistem ne işe yarıyor? Diktanın pekişmesine ve diktaya yönelen her tehdidin erken uyarı sistemiyle fark edilip yok edilmesine tabii ki. Bunu söylemek canımı sıkıyor ama insanımız diktaya aç, daha fazla kısıtlanmak daha fazla denetlenmek daha fazla susmak istiyor. Yazık ki bu güzel çağda öncülerimizin hürriyet diye haykırdığı noktaya geri döndük. Üstelik bu kez karşımızda sadece saraylarında oturan gamlı baykuşlar yok, koca bir sürü var.