Din mi Kültürü Etkiler, Kültür mü Dini Etkiler?

TAKİP ET

Weber'in 'Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu' eseri kült olmuştur, okumayanlar dahi bu kitaba atıf yapar, kitaptaki açıklayıcı ve tahrik edici fikrin metaforlarını kullanırlar

Weber’in “Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu” eseri kült olmuştur, okumayanlar dahi bu kitaba atıf yapar, kitaptaki açıklayıcı ve tahrik edici fikrin metaforlarını kullanırlar. “Protestanlarda bir tür ahlak vardır ve bu ahlak protestan ülkelerin gelişmesine sebep olmuştur”. Weber’in ruhaniyetinden özür dileyerek bu denli indirgediğim ana fikir, baktığınız zaman haklı bir iddia barındırıyor gibi. Fakat ya tavuk yumurtadan çıkmışsa? Hristiyan teolojisini çok eğlenceli bulsam da ayrıntısına girmeyeceğim, yalnızca Weber’in iddiasının Protestanlıktaki (yahut belli Protestan yorumlardaki) felah inancıyla alakası olduğunu söyleyelim. Buna göre, kimin felaha kavuşacağı önceden bellidir. Fakat kimin felaha kavuştuğunu bizim bilmemize imkan yoktur. Yalnızca bireyin yaşayışına bakarak Allah’ın sevdiği kullarından mı, yoksa bela verdiği kullarından mı olduğunu tahmin etme şansımız vardır. Weber, bu inanç şeklinin Protestanları “iyi” olmaya sevk ettiğini söylüyor. Tabii bunun yan etkileri de var; aynı anlayışla engellilerin, hayata dezavantajlı başlayanların Allah’ın gereksiz kulu olduğunu iddia edebiliriz; yahut Amerika’daki ceza infaz sistemi gibi bir sistem yaratır, rehabilitasyonu değil tecrit ve cezayı önceleriz. Mahkumlar yaşantılarıyla Allah’ın kötü kulları olduklarını ispatlamışlardır, iki katlı, dört yatak odalı, üç banyolu ve garajlı evinde iki çocuğu ve köpeğiyle yaşayan aile babasının Allah’a sevgililiği ile arasında bir fark olmalıdır. Niyetim elbette Weber’le kavga etmek, Weber’i çürütmek değil. 'Weber’in teorisi çöktü, Batı panikte' diye başlık atmayacağım; Hegel’i ve benzer meşhur simaları aşmak uğraşı, İslamcılar ve Kürtçülerin alamet-i farikasıdır. Fakat “Din mi kültürü daha çok etkiler, kültür mü dini daha çok etkiler” sorusunun cevabı bir milliyetçi için önemlidir, bu benim de çok faydalandığım ve beğendiğim kitaptaki teorinin bu tartışma özelinde yanlış sonuçlara götürmesini engellemek Türk milliyetçisi bir aydın olma iddiasındaysak vazifedir. O kadar eli yüzü düzgün, olumlu kodlanan Protestanizm, mesela zencilerin eline düşerse ne olur? Pentecostalism diye bir Protestan hizbi var mesela, en önemli lideri bir zenci. Amerika’da büyük bir harekete dönüşmesinin sebebi, zencilerin bu akımı benimsemesi, genişletmesi ve adamakıllı bir mezhebe dönüştürmesi. Peki bu mezhebin özelliği nedir? Mucizevi şifaya ve esrimeye inanmak. Aynı bizim tarikatlerdeki cezbe saçmalığı gibi, bu hizipte de müritler cezbeye tutulurlar. Tuhaf sözler eder, keramet gösterir, şifa dağıtırlar. Üstelik bu hizip şu sıralar en hızlı büyüyen Hristiyan cemaatini teşkil ediyor, özellikle Afrika’da ve Asya’da Hristiyan olanların ekserisi bu hizbin misyonerleri tarafından ihtida ettiriliyor. Protestanlıktan beklediğimiz “ilerlemecilik” ve çalışma etiği ise, pek ortalıkta görünmüyor gibi. Şimdi soru şu… Zencilerin Afrika’daki kültürleri de Karayipler ve Amerika’ya geldikleri dönemki kültürleri de hep mistik olmaya meyyaldir. Şifacı, tuhaf sözlerle konuşan bilgin meczup gibi figürlere aşinadırlar. Hristiyanlığın bu motifleri içeren bir öğesinin Amerika’daki zenciler arasında tutması ve onlar eliyle Afrika’da yayılması tesadüf müdür? Her kültür dininin kendine uygun bir yorumunu yaratır diyebilir miyiz? İslam dünyasında, Weber’in önemsediği Kalvinist tandanslı Protestan itikadının, yani “kurtuluşun ezelden tespit edildiği” inancının karşılığı ne ola ki? Eşarilik… Eşariler İslam Dünyası’nda epey kalabalıktırlar, kaderin ezelden tayin ve tespit edildiğini, kulun fiillerinin bu ezeli kadere göre Allah tarafından o anda yaratıldığına inanırlar. (Hatta ileri gidip “neden-sonuç ilişkisi diye bir şey yoktur” derler. ) Elin oğlunu ileriye götüren, modernizmi yaratan bu inanç bizde neden iğrenç bir Arap coğrafyası yarattı acaba? Cevabı “kültür”de saklı olabilir mi? Yani tavuk yumurtadan çıkmıştır diyebilir miyiz? Kültür bağrından dini çıkarır, elbette din de kültürü etkilemeye başlar ancak aslolan kültürün kendisidir; kültür belli kodlar ihtiva eder ve kendisini taşıyanları bu kodlara uygun davranmaya sevk eder diyebilir miyiz? İspatları bir başka yazının konusu olmakla birlikte, evet diyebiliriz ve milliyetçiliğin teorik temeli tam olarak budur. Öyleyse dinleri yaratan kültürdür ve kültür, onu yaratan toplumun tarihi serüvenine göre şekillenir. Dil dahi, o toplumun yaşayışındaki ihtiyaçları karşılamak üzere özelleşmiştir, bir dilde görülen gramer özelliğinin diğer bir dilde görülmemesini, iki dili konuşanlar arasında düşünce sistematiği farklılığına, dolayısıyla, kültür farklılığına bağlayabiliriz. Weber’in bahsettiği sanayileşebilen, kapitalist sistemi kurabilen, hep ilerlemeci, fazla yaratmacı bir çalışma ahlakını tesis edebilen ülkelere baktığımızda, paylaştıklarının Kalvinist prensipler yahut Protestanlık değil, başka kültürel özellikler olduğunu görürüz. Mesela Kuzey-Batı Avrupa ülkeleri, bireyci kültürlerdir… Sonra, E. T. Hall sınıflandırmasına göre, ekseriyetle düşük bağlamlı kültürlerdir… Hofstede sınıflandırmasına göre, güç aralığının, belirsizlikten kaçınmanın az, eril rekabet anlayışının yüksek olduğu kültürlerdir… Demek, bu ülkeler Protestan yahut Kalvinist oldukları için gelişmediler; kültürleri gelişmenin bu çağındaki gerek-şartları sağlayan kodlar ihtiva ettiği için geliştiler ve buna uygun dini yorumlar yarattılar. Tasavvuf denen kurumun Persler, Türkler ve Hinduların İslam’la tanıştığı dönemde serpilmesi tesadüf müdür? Yahut şehir merkezlerinde tekkenin ve caminin, kırsalda heterodoks inanışların kabul görmesi? Aynı dinin yalnızca Türkiye içerisinde onlarca farklı yorumu vardır, bu yorum farklarını Türkiye içerisinde onlarca alt-kültür olmasına bağlamalıyız. Birtakım zeki insanlar farklı dini yorumlar bulup bunu kitlelere yaymış, bu sayede kültür öbekleri yaratmış değiller. İhtiyaç duyan kitleler, kendi zeki adamlarına farklı din yorumları buldurmuştur. Tabii dinin kültür ve kimlikle ilişkisi ve bunlara etkisini büsbütün inkar etmek saçma olur. İrlanda’da yahut Pakistan’da din, kültürün ve kimliğin şekillenişinde ya da korunmasında önemli bir amildir. Fakat bu bölgelerde de din, kültürün bir ürünüdür: Eski Kelt anlatılarını İrlanda’nın Katolik azizlerine dair anlatılan menkıbelerde görürsünüz. Hint Müslümanlarında seyitlik önemlidir, çünkü Hinduizmde kast sistemi vardır ve sabık yüksek kast mensubu taze Müslümanlar, yeni dinlerinde “biz seyidiz” diyerek bir tür Müslümanca kast sistemi yaratmışlardır. (Ayrıntılı bilgi için Karşılaştırmalı Mitoloji kitabımda ilgili bölüme bakabilirdiniz ancak kitap tükendi.) İrlandalılar evet, Katolik oldukları için “Britişleşme”den daha az etkilenmişler ve bu sayede Cornwall, Galler, İskoçya’nın aksine bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Ancak müstakil bir adada yaşıyor olmaları bunda daha önemli bir amil değil midir? Müslümanlık Pakistan ve Bangladeş’i bir arada tutabilmiş miydi? Bir iddia var, muhtemelen karşılaşmışsınızdır: Müslüman olan Türkler kimliklerini kaybetmediler, diğerleri kaybetti. İran’da, Irak’ta, Suriye’de gayet Müslüman olan ancak Türkçeyi unutmuş, Araplaşmış ya da Farslaşmış milyonlarca Türkü ne yapacağız bilmiyorum. Ancak bu iddia başka yanlışlar da ihtiva ediyor: Müslüman olan Türkler kimliklerini korumuş değiller. Türklerin bir kısmı Müslüman olunca, diğerlerinin olması kolaylaştı, çünkü aynı dili ve kültürü paylaşıyorlardı. Bu yüzden İslam Orta Asya içlerine dek girebildi de, Kafkasya’ya tamamen nüfuz edemedi; yahut çok daha yakın olan Avrupa’ya ve Anadolu’ya -Türkler gelmeden evvel- yayılamadı. Asıl “medium” kültür ve dil, din bu ortam üzerinden taşınıyor, tersi değil. Fakat ifade ettiğim gibi, dinle kültür arasında karşılıklı bir etkileşim sözkonusu. Evet, dini kültür yaratır, ancak kültür kendi yaratımlarının tesiri altındadır. Yazılan kitaplar, o kültür içinde gelişen fikirler kültürde yer edinir, onu şekillendirir; bazı konularda reaksiyon geliştirmesini sağlar. Bu yönüyle din de, evet, kültür üzerinde etkilidir. Ancak en etkili olduğu alanda dolaylı bir etkisi olduğunu söylemek mümkün: Hukuk. Hukuk kaideleri de kültüre göre şekillenir elbet; yerleşik bir toplumda hapis cezası vardır ancak göçebelerde bu zordur. Yahut kolektif bir kültüre sahip olan bozkır Türkleri, yabancıların kötülük yapan insanları “eşiğine, beşiğine kadar kırmamasını” yani bütün klanını katletmemesini eleştirirler, bizde topyekün ceza-cemiyetiyle ceza vardır. Ancak hukukun kendisi kültürün doğrudan bir öğesi değildir, yine de kültürü etkiler. Zira hukuk neticede devlet mekanizmasıyla iç içedir, kültürün doğrudan etkisinin ya da talebinin olmadığı durumlarda hukuk kaideleri bireylerin işine öyle geldiği için yaratılabilir ve bu da bir defa oturduğu zaman, kültürü şekillendirmeye başlar. Herhalde en güzel örnek, kilisenin Avrupa’da kadınların miras almasını desteklemesidir. Zira bu sayede dul kadınların terekesinin kiliseye kalma ihtimali artıyordu. Kültürel bir sebepten değil, siyasi bir hamleden, bir çıkar arayışından kaynaklanan bu hukuki durum, daha sonra Avrupa kültüründe kadının yerine tesir edecekti. Dinler aynı zamanda birer hukuk ekolüdür. Bunlar arasında en belirgin olan da İslam’dır, İslam diğer semavi dinlerden belirgin ölçüde ayrışarak çok teferruatlı bir hukuk sistemi inşasına girişir ki, sebebi herhalde peygamberin aynı zamanda bir devlet başkanı olmasıdır. (Buraya bir not düşeyim, İslam devleti diye bir şey olmaz, zira iman tabiatıyla bireysel bir meseledir. Ne kadar iyi insanlar olurlarsa olsunlar, ne kadar kutsal kabul edilirlerse edilsinler, ilk dört halife de birer İslam halifesi değil, Arap Devleti Başkanı’dır.) Ki Hılf-ul-fudul meselesinde gördüğümüz üzere, İslam’ın doğuşunun temelinde bir hukuk arayışı öyküsü vardır. Son olarak, dini kültür yaratıyorsa, her dinin onu ilk yaratan kültürden iz taşıyacağını söylemek mümkün. Sami Dinler ve Doğu’daki aksi Budizm, şimdi ölmüş olan Maniheizm gibi diğer “aşkın” dinler, tarihsel seyrimizde dini yaratan otokton kültürün ötesine geçen uluslarötesi birer olguya dönüşmeyi başardılar. Şu halde Budist olan Japonlarda, Budizm’in adaya geldiği yer olan Çin’in etkisinin olacağını, Müslüman olan Türklerde bir Arap etkisinin olacağını söylemek gayet mümkün. Bu zararlı mıdır? Çoğu zaman; zira her ne kadar “aşkın” ve “ulusötesi” hale gelmişlerse de, her din onu yaratan kültürün sorunları ve meseleleri etrafında örülmüştür, bambaşka bir kültüre tatbiki doku uyuşmazlığı yaratabilir. Fakat bu etki, kültürün direncini büsbütün kıramaz; gelişmeye uygun kodlar barındıran bir toplumu geri bırakacağını, kodları elverişsiz bir toplumu ilerleteceğini söylemek imkansız olur. Zira dinler başka kültürlere aktarıldığında, o kültürler etki altında kalsalar bile hemen her zaman o dinin kendilerine has bir versiyonunu yaratırlar. Şu halde “ilerlemişliğe” de, “geri kalmışlığa” da sorumlu olarak dini göstermek anlamsız. Kültüre eğilmek, kültürdeki kodların zamanın ruhuna göre mutlu, güçlü ve müreffeh bir yaşam mı, mutsuz ve zayıf bir ülke görüntüsünü mü inşa edeceğini kestirmeye çalışmak lazım ki, bir Türk milliyetçisi olarak geldiğim nokta budur. Milliyetçiliğin etno-sembolleri kullanması, dönüştürücü işlevi vesilesiyle kültürü dönüştürmesini sağlamak; şahsen milliyetçiliğime yüklediğim misyon bu. Ancak dinin bütün dünyevi sorunlardan kurtuluş reçetesi görülmesi de, dinin günah keçisi ilan edilmesi de bana saçma geliyor, zira gözlemlerimiz bunun böyle olmadığını gösteriyor. Yalnızca, asırlar öncesinden kalmış ve etkilerinin muzır olacağı kesin bir hukuk sisteminin tatbik edilmeye çalışılmasına, açık söylemek gerekirse şeriat gelmesine kesin ve amansız bir düşmanlık etmek, ancak “din fikri”ne düşmanlık etmemek lazım. Yahut edilebilirse de, bu milliyetçiliğin bir gereği, şartı değildir, milliyetçiliğin kapsama alanının dışında bir tercihtir. Din bir şekilde var ve var olmaya devam edecek gibi görünüyor; biz sorunlarımızı çözdükçe, daha sorunsuz bir din yorumu kendiliğinden doğacaktır. Bu yönüyle, “Türklere has olumlu bir din yorumu geliştirelim” çabalarını da iyi niyetli bulsam da, gereksiz ve nafile gördüğümü söylemeliyim. Diyelim ki “eski din”in kusurları var, fakat şunu da görüyoruz: Kusurunun olmadığı noktalarda da bu dinin takipçileri kötülük ediyorlar. Hırsızlık ve kul hakkı bu kadar yasak iken, üstelik eski din yorumu oldukça sert ve korkutucu iken durduramadığımız yığınları, iyi niyetli bir din yorumuyla tedibe ve islaha çalışmak, usuldeki çıkmazlar bir yana (1400 yıllık müesseselerle onların güçlü ve tecrübeli olduğu alanlarda kavga etmeye çalışmak) esasta da zayıftır. Din kötü olduğu için bu halde değiliz, kötü insanların dini de kötü olur, ahlakı da, davranışı da. Türk milliyetçilerinin Türk övmeyi bırakıp, Türk’ü görmeye başlaması lazım. O zaman Türk’ün ne kadar sefil bir hale geldiğini net bir şekilde görüp, takkeyi önümüze koyup, Türk’ü iyi, güzel ve doğru bir forma sokmak için çalışabiliriz. Hem o zaman milletimize bakıp “Bu mudur insan diye halk ettiğin eşşek sürüsü?!” diye sormaz, milliyetçiliğin en derin ve yaygın çelişkisine, “millet için millete rağmen” girdabına kapılmayız.

Bahadırhan Dinçaslan din din kültür ilişkisi din ve millet etki hıristiyanlık islam Köşe Yazısı kültür M. Bahadırhan Dinçaslan milliyetçilik muhammed bahadırhan dinçaslan şeriat weber