Doğu Akdeniz'in 'Kalpgâh'ı: Kıbrıs

TAKİP ET

Sicilya ve Sardinya'dan sonra Doğu Akdeniz'in en büyük adası olan Kıbrıs'ın jeopolitik önemi gün be gün belirgin kazanmakta

Sicilya ve Sardinya’dan sonra Doğu Akdeniz’in en büyük adası olan Kıbrıs’ın jeopolitik önemi gün be gün belirgin kazanmakta. Türklerden önce uzun süre Venedik hâkimiyetinde kalan Kıbrıs adasında Venedikliler kolonizasyon faaliyetleri güderek bölgede dini ve etnik açıdan çeşitli bir kompozisyon oluşturmuştu. II. Selim döneminde Kıbrıs için sefere çıkan Türk donanması, 1571 itibariyle fethi tamamlayıp adada Türk hâkimiyetini kurdu. Anadolu’dan, özellikle Güney Toroslardan göçebe Türkmenler Kıbrıs’a yerleştirildi. Anadolu Türklerine göre daha seküler kalan Toros Türkmenlerinin buraya yerleşmesi Kıbrıs’ta daha farklı bir profil oluşturdu. Bu sebepten ötürü Anadolu’da hükümetin hoşlanmadığı dini cereyanlara katılan ve faaliyet güden din adamlarından da Kıbrıs’a sürgün edilenler olmuştur. Nitekim bu zatlar Kıbrıs’ta radikal görüşlerini satacağı bir dinleyici kitlesi bulamamıştır. Kıbrıs – Bir Ada Medeniyeti Söylemekte fayda var ki, ada medeniyetlerinde mantalite ve etnografya yüksek öneme sahiptir. Bugün itibariyle Akdeniz’deki adalar ile politik olarak bağlı bulundukları devletler arasındaki ayrımlar oldukça belirgindir. Mesela Fransa ile İtalya arsındaki Fransa’ya bağlı Korsika adası sakinleri ne Fransız ne de İtalyandır. Korsikalıdır. Nitekim Sicilyalı da Sicilyalıdır, Sardinyalı da Sardinyalıdır. Dolayısıyla Kıbrıslı da Kıbrıslıdır. Bugün Ege adaları elimizde olsa idi Giritlinin Giritli, Midillilinin de Midillili olduğunu daha yakından görecektik. Dolayısıyla ada sosyolojisinin tahlil edilmesi noktasında mevcut mantalite ve etnografya münferit olarak ele alınmalıdır. Başta su olmak üzere zirai açıdan da sorunları olan Kıbrıs adasının kuzeyindeki Türk Cumhuriyeti, bugüne kadar enerji noktasında Türkiye’ye muhtaç idi. Ancak Doğu Akdeniz’de keşfedilen doğalgaz rezervleri ile birlikte Kıbrıs’ın bu durumu tersine çevirme ihtimali söz konusu. Bölgedeki hidrokarbon kaynaklarının paylaşımı hususu deniz hukukçularına bırakılmalı ancak şunu söylemek gerekir ki, deniz hukukunun kodifikasyonu mevcut değil, çoğunlukla teamüllere dayalı işleyen bir hukuki konsept. Deniz hukuku bilmek için Roma hukuku da bilmek gerekir. Yani deniz hukuku çerçevesinde ele alınan birçok konu tartışmaya açık. Libya mutabakatı ile birlikte Türkiye gündeminde de daha çok konuşulmaya başlayan Doğu Akdeniz sorununda, görünen o ki Güney Kıbrıs Rum Yönetimi çözüm taraftarı değil. Annan Planı sürecinde yaşandığı gibi, Yunan ve Rum yetkililer çözüm odaklı açıklamalar yapıp tam tersi politikalar izlemeye devam ediyorlar. Nitekim AB’nin genişlemeden sorumlu eski üyesi Günter Verheugen, GKRY lideri Papadopulos tarafından aldatıldığını AB parlamentosunda dile getirmiş, Rum liderin Annan Planı’na destek verici beyanlarda bulunduğu ancak tam tersini hedeflediğinin altını çizmişti. Verheugen: ‘Papadopulos, Annan Planı’nı benimser tutum içindeyken, şimdi iki kesimlilik ve eşitlik gibi ana hatlarına bile karşı çıkıyor. Halkına bu plana hayır oyu verilmesi çağrısı yapıyor. Ticari bir tutum içinde. Yapılan görüşmelere uymuyor. Kendimi aldatılmış hissediyorum. Onlara güvenmenin sıkıntısını yaşıyorum’. Bugün itibariyle ne AB ne de ABD, Yunanistan ve Rum Yönetimine çözüm noktasında baskı yapmakta. Bilakis Rumların safında yer almaktalar. Dolayısıyla bu ülkelerinde Kıbrıs sorununa dair bir çözüm hedeflediğinden bahsetmek mümkün değil. Bölgede Türk Varlığı Korunmalı Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasına bölgede çok şey değişti, köprünün altından çok sular aktı. Mevcut konjonktür çok daha farklı politikalar izlemeyi gerektiriyor. Suriye krizi ile birlikte Doğu Akdeniz’de varlık kazanan Rusya, dış politika vizyonu çerçevesinde Suriye ve hinterlandındaki askeri varlığını koruyacak ve giderek artıracaktır. Bunula beraber Akdeniz’in güneyinde, Libya’da,  Rus askeri varlığı ile beraber artan Rus nüfuzu, AB ülkelerinin GKRY ile yaptığı anlaşmalar çerçevesinde bölgede var olma çabası ve Akdeniz’de fink atan Amerikan donanması göz önüne alındığında bölgedeki Türk varlığının korunması en öncelikli husus olarak değerlendirilebilir. Son iki yıldır çeşitli mecralarda sık sık dile getirdiğim ve Türk Avrasyacılığı başlıklı bir makalemde de yer verdiğim hususa değinerek noktalayacağım. Akdeniz’in en bereketli adası olmasa da tarih boyunca jeostratejik önemi haiz olan Kıbrıs adası bugün itibariyle jeopolitik düzlemde farklı boyutlar kazanarak bölgesel dengeleri değiştirici faktör haline geldi. Yunanistan, GKRY ve AB’nin Kıbrıs’a yönelik yaklaşımları ve adanın kuzey-güneyindeki mevcut durum göz önüne alındığında, Kıbrıs’ın yeniden birleşme şansının olmadığı açık. Rusya dâhil diğer devletlerin bölgedeki askeri ve diplomatik faaliyetlerini artırmasıyla yeniden şekillenen bölgesel konjonktür, Türk makamlarını Kıbrıs ve Doğu Akdeniz politikalarını gözden geçirmeye zorlamakta. Demem o ki, Doğu Akdeniz’de yüksek jeopolitik ve jeostratejik öneme sahip olan Kıbrıs adası, bölgede ideal bir askeri üs görüntüsü vermektedir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve garantör ülke konumunda olan Türkiye, hızla değişen toplu durum çerçevesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin bölgedeki varlığını koruması ve askeri etkinliğini artırması yönünde politikalar izleyebilir. Bu meyanda, KKTC Hükümetinin Lefkoşe ile Magosa arasında bulunan Geçitkale Havaalanını İnsansız Hava Aracı –İHA üssü olarak kullanılması noktasındaki kararı oldukça önemli bir adım. John Mackinder Doğu Avrupa ve Heartland –kalpgâh diye nitelendirilen, genel olarak Sibirya bölgesini, merkezi stratejik bölgeler olarak ele almış ve Doğu Avrupa’yı kontrol eden gücün Heartland’de de hâkim olacağı tezini ileri sürmüştü. Kara hâkimiyeti tezinin prensiplerine göre Heartland’e hâkim olan gücün Dünya Adası’na (Avrasya) hâkim olacağı fikri ortaya atılmıştı. Benzer bir yaklaşım ve tutum ile Doğu Akdeniz hususunu ele alırsak, Kıbrıs adasını bölgesel merkezi stratejik bölge olarak değerlendirerek söyleyebiliriz ki, Kıbrıs Doğu Akdeniz’in ‘kalpgâh’ıdır. Kıbrıs’ta etkili olan güç, Libya, Mısır, İsrail, Lübnan, Suriye ve Yunanistan gibi devletlerin mevcut olduğu Doğu Akdeniz havzasında hâkim güç olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti, bölgesel müttefikler edinerek ve mevcut müttefiklerini koruyarak Kıbrıs kalpgâhı üzerinde jeopolitik etkisini artırmalıdır.