Dost Yüzün Gördükçe

TAKİP ET

'dost yüzün gördükçe eyvallah demek, ta evvelden beri bu adetimdir…' Bu bölüm bir şiirden alınmıştır ve çok meşhur bir şaire aittir desem yadırganmayacağını tahmin ediyorum

“dost yüzün gördükçe eyvallah demek, ta evvelden beri bu adetimdir…” Bu bölüm bir şiirden alınmıştır ve çok meşhur bir şaire aittir desem yadırganmayacağını tahmin ediyorum. Fakat bu Âşık İbreti tarafından yazılmış, Musa Eroğlu tarafından saza ses, söze nefes edilmiş bir türkü. Elbette her şiir gibi, her türkünün de kendince verdiği bir duygu mevcut. Bu bölümün yazıma konu olması da bir dost tarafından bir akşamüstü benimle paylaşılmış olması ve akabinde beni alıp şöyle bir dolaştırmasıdır. Dostluk kavramının da daha pek çok kavram gibi geçmişteki anlamından farklı bir şekilde kullanıldığı muhakkak. Bu sadece bu kavram ile alakalı değil tabii ki. Değişen zaman ve şartlar içerisinde pek çok manevi kavram aynı değişim ile karşı karşıya kalmış vaziyette. Bugün “dost” kavramının anlamında daha maddi bir duygu yönelimi varken, geçmişe bu daha manevi, “varlığın izahı ve ispatı” üzerinden kendine yer edinmiş bir olgu olarak vardı. Öte yandan, o zamanki dostluklar daha makbul ve fazlaydı, bugün ise daha az ve kıymeti de pek yok manasını çıkarmak zorlama bir yorum olur. Öyle ki bu dizeleri yazan İbreti de zor bir hayat geçirmiş, pek çok iş yapmış, birkaç kez farklı yerlere göç etmiş ve zor bir hayatın ardından dar-ı bekaya irtihal etmiştir. Dostluk denen olgunun bu kullanımında daha tasavvufi bir yönelimin olduğu muhakkak. Dostun yüzünü görmeyi, dost sahip olmayı, bir dost ile karşılaşmayı, gönlün yapılması için tek başına yeter şart olarak gören bir anlayış bu. Dosttan, bunun ötesinde bir beklenti yok. Tek beklenti, dosttan gelen “varım ve buradayım” hissine ermek. Bu, dost tarafından ziyaret edilmek, sofrasına oturulması, ikramının kabul edilmesi ve muhabbetine eşlik edilmesi ile dostun gönlünü yapmak mümkün. Yunus Emre’nin “ben gelmedim dava için, benim işim sevgi için, dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldim” şeklinde ifade ettiği, insan gönlünü Mevla’nın bir evi gördüğü, bu evi mamur etmeyi önemsediği, bu işin yolunun sevgi olduğunu belirttiği durum da İbreti’nin bu âşıklık / ozanlık pınarından gelen kaynaktan içtiğini göstermekte. Bu gelenek, Anadolu’nun tasavvufi (mistik) ikliminde, yazılı olarak aktarılmaktan ziyade, bir duygu akışı şeklinde geçmiş bir durum. İnsanı insana dost kılan, insanı insanın kurdu değil de yurdu gören, bu yurdu mamur etmeyi önemseyen, bu sevginin dertleri bitirecek güç olduğunu düşünen bir yansıma bu. Elbette, başarılı olup olmadığı, bu duyguya sahip insanların hayatının ne kadar kolay veya zor geçtiği ayrı bir yazı konusu olabilecek düzeyde. Yine de bugün bu “dost yüzü görünce, eyvallah demek” hissi herhangi birimizin yüreğinde bir nebze dahi ateşini yandırmaya devam ediyorsa, bu bir noktada başarı sağlandığını gösterir. Dostluk kavramını irdelemek, benim açımdan, kelimeleri doğru bulamamak gibi bir tehlike taşımakta Zira, bu kavrama yüklenen yoğun anlamı anlatmak, bazı diğer manevi/soyut kavramlarda da olduğu gibi pek mümkün değil. Nihayetinde, dostuna sürekli hakkı ve hakikati tavsiye etmek de dostluğun bir şubesi iken dost hata yaptığında onu düzeltmesine yardım etmek ve düşen dosta sırt çevirmek yerine ona el uzatmak da bir diğer şubesidir. Yani dostluk her zaman birbirine desteğini ve varlığını hissettirmek ile alakalı. Geri kalan kısımlar, bunun uygulanış şeklindeki bireysel farklar, dostluk kavramına yüklenen bireysel anlamlar ve şartların zorluğu, çeşitliliği ve kişilerin dayanma gücü ile alakalı. Bugün, insanların en çok şikâyet ettiği konuların başında insani ilişkilerde meydana gelen çözülme, yalnızlaşma, toplumdan uzaklaşma gelmekle birlikte birlikte halen bu “dost” kavramının önemini yitirmemiş olduğu muhakkak. Önemli olan, dostun yanında doğru anda olabilmek, dosta sesimiz, yüzümüz ve muhabbetimiz ile “Eyvallah” dedirtebilmektir. İnsanları unutmak ile ilgili meselelerde hep verilen örnek, insanların önce seslerinin, sonra yüzlerinin hafızamızdan silindiğidir. Fakat insanların hakiki dostlarının yüzlerinin silinmesi gibi bir hadisenin mümkün olmadığı kanaatindeyim. Zihin, bir araza maruz kalmadığı müddetçe, dost hanesine yazdığı kişilerin yüzlerini sanki özel bir kutuda özenle muhafaza etmekte. Elbette, burada “nasıl” kısmı önemlidir ki genel olarak iki dostun birbirini son gördüğü an veya en mutlu oldukları bir zaman diliminden bir kesitle gerçekleşmektedir bu muhafaza. Bu sebeple, dostun dosta yüzünü göstermesi, bu bölümdeki “güncelleme” için önemlidir. Sadece bu bölüm değil, dost gönlünde yanan ateşin kuvvetini bulması için de bu gereklidir. Yazımı çok uzatmak niyetinde değilim ama şunu belirtmem gerekir ki insanın dosta sahip olması, eyvallah diyeceği bir yüzün olduğunu bilmesi önemlidir. Böyle dostlar ve dostluklar, insanların sırtlarındaki işlemeli libastan daha değerlidir. Çünkü dostlar, dostluk elbisesinde, dostluk kelamı ile var olmuştur ve bunun dışındaki şeyler, dostluk ceminde önemsizdir. Yazımı aynı türküden bir bölümle bitireyim: “ibadet sayarım dosta hizmeti, Bu da göze çarpan kabahatimdir” Tek kabahatimiz dostluk ve nezaket olsun!..