Freelance Çalışma: Yeni Bir Dönem

TAKİP ET

1820'de Sir Walter Scott'un 'Ivanhoe' romanında ilk defa kullanılan 'free lance' sözü, aslında hiçbir lorda bağlılık yemini etmeyen, para için dövüşen askerleri ifade eder

1820’de Sir Walter Scott’un “Ivanhoe” romanında ilk defa kullanılan “free lance” sözü, aslında hiçbir lorda bağlılık yemini etmeyen, para için dövüşen askerleri ifade eder. Zaman içinde profesyonel ve bağımsız askerleri ifade eden bu söz, artık bir şirkete bağlı çalışmayan, hiçbir şirketin kadrosunda yer almamayı seçmiş, genelde iş/proje temelli çalışan kişiler için kullanılıyor. 1990’larda ve hatta 2000’lerde gençliğin hayali “bir kafe açmak” iken son on yıldır herkes “kendi işini yapmak, bağımsız çalışmak, freelancer” olmak hevesindeydi. Herhangi bir iş alanında uzmanlığı olan, parça başı iş yapabilecek olanlar veya bunu yapabileceğine inananlar ofis yaşamından, sabit saatlerde çalışmaktan, fazla mesai yapıp karşılığını alamamaktan şikâyet edenler (çoğunlukla bir dönem plaza insanı olmayı denemiş olanlar) geçtiğimiz on yılda freelancer olmaya yöneldiler. Çevirmenler, reklamcılar, yazılımcılar, danışmanlar, metin yazarları, tasarımcılar çalışma saatlerini kendileri ayarlayabiliyor, istedikleri yerde çalışabiliyor, canları istemediğinde bir süre iş almıyor, özgürlüğün tadını çıkarıyorlardı. Bazıları sosyal güvenliği umursamak için fazla genç, bazıları da gününü doldurmuş kişilerdi, ya da brüt gelirlerinin önemli bir kısmını devlete sigorta ve vergi olarak vermekten nefret ediyorlardı. Gelirlerini “elden” alıyor, tüm gelirlerini kendi istedikleri gibi harcıyorlardı. Freelance çalışmanın hep iyi yönleri görülse de aslında tek risk “iş gelmemesi” değildi. Bu şekilde çalışanlar gelirini ispatlayamadığı için kolay kolay vize alamıyor, kredi çekemiyor, “işsiz” muamelesi görüyordu. Yapılan işlerin ödemeleri gecikebiliyor, ya da piyasada çok iş olduğunda iş kaçırmak istemeyen freelancer her işi alıp kendisini tüketene kadar çalışabiliyordu. Hem finansal olarak hem de kariyer açısından önünü görememek, yatırım yapamamak, bir süre sonra çalışanın psikolojisini kötü etkilemeye başlıyordu. Gece çalışan ve gündüz uyuyan asosyal yarasalar, her işi alıp sonra yetiştiremeyen ve ortadan kaybolanlar, para hırsıyla haftada 7 gün, günde 16 saat çalışan bir sürü insan tanıdığımı itiraf etmeliyim. Tüm dezavantajlarına rağmen avantajlarının ağır bastığı (tamamen kişisel fikrim) bu çalışma biçimi, artık eskisi kadar cazip değil, çünkü koşullar büyük bir hızla değişti. Önce “elden ödeme” alma tarihe karıştı. Belirli bir tutarın üzerindeki mali işlemlerin bankalar üzerinden yapılması zorunlu hale geldi, banka hareketleri sıkı biçimde izlendi. Gelirleri kayıt altına alınan şirketler, giderlerini de muhasebeleştirmek baskısı altına girdiler, elden ödeme yapamayacaklarını söylemeye başladılar. Artık bağımsız çalışanlardan fatura kesmeleri isteniyor yahut “gider makbuzu” ile ödeme almaları (ve makbuz tutarının %21’sini stopaj olarak ödemeleri) talep ediliyordu. Müşteri ve freelancer stopajı paylaşsa bile gelirlerin %10’u uçup gitmiş oldu. Sonra gider makbuzu da işe yaramaz oldu. Şirketlere yapılan gayrı resmi baskılar neticesinde her ay veya çok sık gider makbuzu ile ödeme yapılmasının da önü kesildi. Şirketler son birkaç yıldır bağımsız hizmet sağlayıcıları fatura kesmeye yönlendiriyor. Bu da kurumsallıktan kaçanların trajik biçimde şahsen kurum (tüzel kişi) olmalarına, şahıs şirketleri kurmak zorunda kalmalarına yol açıyor. Ekonomik sistem içinde düzensiz biçimde ortaya çıkan ihtiyaçları karşılamak için bağımsız çalışan, herhangi bir düzenli gelir elde etmemeyi ve bunun yarattığı riski üstlenen, ancak bir şirket olmayı gerektirecek kadar da ciro yapmayan aktörlerdir freelancer’lar. Günümüzün devasa ekonomik yapısında arada bir oluşan boşlukları hızla kapatan, sonra kendisine ihtiyaç kalmayınca bir sonraki ihtiyaca kadar boş duran bu kişiler neden şahıs şirketi kurmuyorlar peki? Şahıs şirketi nedir, onunla başlayalım. Şahıs şirketi basitçe gerçek bir kişiyi tüzel bir kişilik, bir şirket haline getirmektir. Bu kişi çalışarak elde ettiği, faturaladığı bütün gelirleri için vergi ödeyecek, üstelik limited şirketlerin aksinde şahıs şirketi belirli bir sermaye tutarı kadar değil, sınırsız sorumlu olacaktır. Yani batarsa tüm parasına, evine, arabasına el koymak mümkün olacaktır. Oysa limited şirketlerde şirket ortakları sadece koydukları sermaye tutarı kadar sorumludur. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, şahıs şirketlerinin vergi oranları da çok yüksektir. Yıllık geliriniz 22.000 TL’nin altındaysa bunun %15’ini vergi olarak ödersiniz. Bu tutarı aştığınız anda vergi oranı %20’ye çıkar ve her dilimde artarak devam eder. Örneğin ayda 4100 liradan fazla geliriniz varsa bu oran %27’ye çıkar! Sizin adınıza muhasebe hesaplarını tutacak birine aylık ödeme yapmanız ve sosyal sigortaya kaydolup prim ödemeniz de gereklidir, bu hesapları takip etmek ve vergileri ödemek için de zaman ayırmak ve bu işleri öğrenmek de cabası. “Ama” derler size şirket kurmanızı önerenler, “tüm masraflarını düşersin vergiden!” Birincisi, hiçbir şey vergiden düşülmez. Vergi miktarını belirlemek için bakılan toplam gelirden (yani vergi matrahından) düşülür. Yani arabanıza 50 liralık benzin koymanız 50 lira daha az vergi vereceksiniz demek değildir! İkincisi, hangi masrafların vergi matrahından düşüleceğini bilmek için en az muhasebeciniz kadar emek harcamanız gerekir. Ev kirasının ne kadarı matrahtan düşer, yemek fişlerinin ne kadarı, benzin faturalarının ne kadarı, inanın bunları öğrenmeniz gerekir. Bu kadar kısa bir yazıda konuyu ne kadar basitleştirdiğimi tahmin ediyorsunuzdur. Şahıs şirketi çok keyifsiz ve masraflı bir süreçtir ve kurumsal yapılardan kaçıp freelancer olacağım diyorsanız neye bulaştığınızı bilmelisiniz! Erkin Çam