Göçebe Köklerimiz

TAKİP ET

Bilmekteyiz ki toplumların üretim biçimleri, tüketim biçimlerini ve en nihayetinde hukuki, siyasi ve kültürel üstyapılarını belirlemektedir

Bilmekteyiz ki toplumların üretim biçimleri, tüketim biçimlerini ve en nihayetinde hukuki, siyasi ve kültürel üstyapılarını belirlemektedir. Malum insanlık tarihi boyunca üç önemli üretim biçimi yaşanmıştır ve bu üretim biçimlerine bağlı olarak da üç tip toplumsal yapı ortaya çıkmıştır, bu yapılar; 1- Avcı toplayıcı toplum 2- Tarım toplumu 3- Sanayi toplumu olarak sınıflandırılmaktadır. Hem zaman boyutunda ve hem de coğrafi boyutta değerlendirdiğimizde benzer üretim biçimine sahip olan toplumların, üst yapılarında da çok büyük bir benzerlik sergilediğini gözlemlemekteyiz. Bu oldukça geniş bir konudur lakin ben bu makalemde Türk milletinin bugünkü üst yapısını ve değer yargılarını etkileyen kültürel köklerini ortaya koymak, tartışmaya açmak istiyorum. Avcı toplayıcı döneme kadar geri gitmeyeceğim Türklerin küresel ölçekte büyük uygarlıklar kurduğu tarım çağını ön plana alarak bir değerlendirme yapacağım. Tarım çağı toplumları esas itibariyle göçebeler ve yerleşikler olmak üzere ikiye ayrılır. Bu sınıflandırma Sümer mitolojisine dahi damgasını vuran çiftçi ve çoban ayrışmasına işaret eder. Türk milleti ağırlıklı olarak göçebe, çoban yapısına sahiptir. Avrasya’nın uçsuz bucaksız, engin steplerinde, sığır, koyun, keçi, deve ve at yetiştirmek sürüleri ile birlikte verimli ve doyurucu otlaklar peşinde dolaşmak göçebelerin üretim biçimidir. Göçebe çobanlar, yerleşik çiftçiler gibi belirli bir toprak parçasına bağlı ve mahkum değillerdir. Bu yüzden bu toplumlarda toprak hanedanları, feodal aileler, ağalar bulunmaz. Toplum toprak temelli değil insan temelli yapılanır. Toplumsal gücün kaynağı toprağı değil insan ve sürülerin sayısını arttırmaktır. Malum toprağa mahkum bir serf efendisinin onayı olmadan herhangi bir tasarrufta bulunamaz, kaçması kurtulması mümkün değildir, çoğu zaman silahsızlandırılmıştır ve ulaşabileceği tüm topraklar da başka beylerindir. Toprağı terk edip kaçması, özgürleşmesi mümkün değildir kaçıp kurtulmaya çalışsa ya açlıktan, ya da efendisinin askerlerinin elinde ölecektir bu yüzden itaat etmekten başka çıkışı yoktur. Oysa göçebe çobanların düzeni böyle değildir, göçebeler toprağa bağlı olmaz, Avrasya’nın steplerinde küçük obalar halinde dağınık yaşarlar, elbette oluşturdukları daha üst toplumsal yapılar vardır lakin bu yapılarda rıza esastır. Hükümdar töreye, kanuna, nizama uymazsa oba atını, sürüsünü alır çadırını toplar gider başka bir hükümdarın bayrağı altında yaşar. Bu hükümdarlar için sadece insan değil, sürü ve aynı zamanda asker kaybı demektir. Bu yüzden göçebe toplumları bir arada tutan değer yargıları töre ve rıza esasına dayanır. Diğer yandan bozkırda yaşayan göçebeler daima silahlıdır, feodaller tarafından silahsızlandırılmış serflere benzemezler.  Bu yüzden askeri şeflere karşı silahlı diren odağı oluşturma potansiyelleri daima vardır. Göçebe çoban düzeni bu yüzden yerleşik çiftçi düzenlerine göre çok daha demokratik bir yapıya sahip olmuştur ve bu yapılarda daima töre egemendir. Özellikle Türk toplumlarında ortaya çıkan ve kurultay adı verilen kurumlar, hükümdarın egemenliğini kısıtlayan denetleyen ve düzenleyen töreyi işleten bir manada rızayı temin eden bir sistemdir. Üretim biçiminin getirdiği bu toplumsal yapı göçebe Türk toplumlarında keyfi iktidarları engelleyip, bir çeşit demokratik sistem getirmiştir. Ayrıca göçebe toplumların savaş atı üretmek gibi eşsiz bir yeteneği vardır ki bu döneminde çok önemliydi. Göçebeler yüksek kıymetli, et, süt, deri ve yün gibi emtialar üretip bunları daha düşük değerli tahıllar ile takas etmekteydi. Hakim oldukları bozkırda ticaret yollarının denetimi de bu göçebelerin elindeydi. Bütün bunlar hem ekonomik olarak ve hem de askeri olarak güçlü toplumsal yapılar kurulmasına sebep olmuştur. Sözün özü demokrasi ve törenin üstünlüğü göçebe Türklerin kültürel temelinde vardır. Göçebe geçmişimizden getirdiğimiz bu değer yargıları artık köreldi, unutuldu mu? Bana göre hayır, derin kültürümüzün genetik mirası hala yaşıyor. Yerleşik çiftçi toplumlarının sanayi çağına geçerken yaşadıkları büyük kültürel şokları biz bu yüzden yaşamadık, onlar için yüzyıllar alan üst yapı değişimleri ve bu değişimlerin geniş kitlelerce sindirilmesi süreçleri bizim için 30 – 40 yıl sürdü, üstelik çok daha kansız ve şiddetsiz oldu. Atatürk’ün önderlik ettiği Türk Devrimleri ve bu devrimler ile yaratılmak istenen eşit, demokratik ve özgür toplum ütopyası bu yüzden bu kadar kolay içselleştirildi ve sağlam bir şekilde toplumsal yaşamımıza damgasını vurdu.