Güney Çin Denizi'ne Dair

TAKİP ET

Güney Çin Denizi, 'Kaynayan Deniz' adını bugün, yüzlerce yıl evvel bu ismin verildiği tarihten çok daha fazla hak etmektedir

Güney Çin Denizi, ‘Kaynayan Deniz’ adını bugün, yüzlerce yıl evvel bu ismin verildiği tarihten çok daha fazla hak etmektedir. Yeni düzenin mevcut lideri ABD ve liderliğin en büyük ikinci adayı ÇHC’nin karşı karşıya geldiği bu sahayı okuyabilmek için yakın tarihini iyi tahlil etmek lazımdır.

70’lerin başında, 1988’de ve 2014’te Vietnam ile yer yer kanlı çatışmalara evrilen gerilimler; Filipinler’in bilhassa 1995 Mischief ve 2012 Scarborough krizleriyle ABD’nin bölgedeki etkinliğini artmasına yardımcı olması ve son olarak ABD’nin USS Lassen, Stethem ve Decatur gemileriyle Çin’in hak iddia ettiği bölgelerde Çin tezini tanımadığını ilan etmek amacıyla devriye gezmesinin tansiyonu yükseltmesi Güney Çin Denizi mevzubahis olduğunda akla ilk gelen savaş potansiyelinin ne denli yüksek bir seviyede olduğunu gösteren örneklerdir.

Meselenin yakın tarihine bakıldığında sık sık karşılaşılan bir diğer başlık da Code of Conduct’tır. 2002’de bir COC metni oluşturulması hususundaki ilk mutabakat, Güney Çin Denizi’nde bir yumuşama evresine geçileceğine işaret etmekteydi. Ancak hem uzun süre müşterek bir metin oluşturulamaması hem de 2011’e gelindiğinde oluşturulan metnin de hayli işlevsiz kalması bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Ağustos 2018’de meydana getirilen metin, krizin yönetilmesi noktasında umut veren bir gelişmedir.

Güney Çin Denizi’nde mevcut durum nedeniyle meselenin müspet veya menfi bir güzergahta seyrettiğine dair yorum yapmak mümkün değildir ancak ‘Çin lehine veya ABD’nin istediği şekilde gelişmeler kaydediliyor’ gibi tespitlerde bulunulabilir. Bunun aksine her şeyin yolunda ve olumlu gittiğini söyleyebilsek bile yine de Çin’in haritalarını ve buna dayandırdığı tarihsel tezlerinin onun için arz ettiği ehemmiyeti görmezden gelerek denizin yarınına dair fikir yürütmemiz mümkün olamaz. Çin’in ilk halini 11 kesikli bir biçimde 1935 senesinde gördüğümüz haritası, son şeklini 2. Dünya Savaşı’nın hemen akabinde almıştır. 2009’da BM’nin ilgili komisyonunu da sunulan bu harita, 9 çizgilidir fakat ilkiyle hemen hemen aynı sınırları kapsar. Çin’in bu çizgilere, hududa yüklediği manayı Vietnam ve özellikle de Hindistan ile yaşadığı kanlı çatışmaların sebebine baktığımızda anlayabiliriz. Henry Kissinger’ın ASEAN ve BIMP-EAGA gibi örgütlerin varlık sebebini açıklamakta yardımcı olacağını düşündüğümüz şu birkaç cümlesi belki bu noktada Çin’in harpten kaçınmayan aşırı hassasiyetine dair de fikir yürütülmesini mümkün kılabilir;

“Asya’da devletler kendilerini komşularıyla olası bir çatışma içinde varsayarlar. (…) ASEAN örneğinde olduğu gibi kendileri için ilave bir koruma sağlayacak bir ittifak sistemine dahil olmaya çalışırlar. Westfalia sisteminin ilkeleri, çıkış yeri olan kıtada olduğundan daha fazla burada geçerlidir.”

Bu tarihin bir meselesi değildir, en azından henüz olmamıştır. Güncel beynelmilel münasebetlerde, krizlerde isabetli sorular sorma gayreti hem alternatif senaryoları göstermesi hem de okuru daha fazla düşündürmesi açısından tatbik edilebilecek en münasip yöntemdir.

Evvela Güney Çin Denizi’nden bahis açıldığında en yaygın soru olan savaş ihtimalini değerlendirecek olursak bu hususta farklı görüşler olduğunu belirtmeliyiz. Bu noktada mesele, krizin “zero-sum game” olarak okunup okunmamasıyla alakalıdır denilebilir. Sıfır toplamlı oyunda bir kazanana olduğu gibi bir de kaybedene ihtiyaç vardır. Petrol ve doğal gaz kaynaklarının potansiyelinin yüksekliğine yapılan vurgu, tarafların işte sıfır toplamlı oyundaki bu kaybeden rolüne bürünmeyi göze almasını engellemektedir. Kesin bir mağlubiyetin riskini göğüslemektense kesin zaferden vazgeçiş daha karlı gözükmektedir. Lakin bunun ne kadar daha süreceği tartışma konusudur. Zira her şeyden evvel taraflardan birinin bu sıfır toplamlı oyunu oynamaya gönüllü olması mevcut bütün senaryoların değişmesi manasına gelir. Albay Liu Mingfu’nun The China Dream: Great Power Thinking and Strategic Posture in the Post-American Era adlı eserinde “Çin barışçıl yükseliş ülküsünden vazgeçmelidir çünkü ABD-ÇHC ilişkisinin doğasında çatışma vardır” ve “bir taraf kazanırken diğer taraf kaybedecektir: eksiksiz başarının tek alternatifi alçaltıcı bir başarısızlıktır” şeklindeki tespit ve yorumlarından anlaşılan Çin’e bu riske girmesini öğütleyen güçlü bir görüşün mevcut olduğudur. Vaziyet böyle olsa bile ÇHC, Güney Çin Denizi’ndeki potansiyel kaynaklara sahip olmak için satın aldığı enerjinin en aktif biçimde taşındığı güzergahı riske atamaz. Zira son çeyrekteki büyük atılımın bedeli olarak dünya ortalamasının çok üzerinde bir hızla enerji ihtiyacı artmaktadır. Fakat Myanmar’la iyi ilişkiler kurulması gibi orta vadede Malakka’ya alternatif üretme arayışları dikkatle takip edilmelidir zira bunda başarı sağlanırsa enerji nakil hattını tehlikesiz bölgeye çeken Çin, asıl hedefine daha rahat bir biçimde yönelebilecektir. National Interest’te çıkan bir haberde bölgenin yeni dünya harbinin kıvılcımının çıkabileceği 5 potansiyel bölgenin başında yer alması ve hatta ABD’nin Suriye’den çekilmesini dahi Asya-Pasifik’e yönelecek olmasıyla açıklayan mütehassısların bulunması şüphesiz paylaştığımız senaryonun gayet berrak bir şekilde okunuyor olmasındandır.

ABD, ‘Tek Çin’ politikasından vazgeçebilir mi? Önleyici diplomasi hamlelerinde muvaffak olunamaması ve gerilimin tırmanması durumunda akla gelen senaryolardan bir diğeri de ‘Tek Çin’ politikasının sürdürülebilirliğinin sorgulanmaya başlamasıdır. ÇHC’nin bir beş BMGK üyesinden biri olması göz önünde bulundurulursa ABD’nin BM dışında böyle bir propaganda yapması beklenebilir. Şüphesiz şimdilik bu neviden yorumlarda bulunmak için Ticaret Savaşı’nda ilan edilen ateşkeste gerçekleşecek görüşmelerin neticesini beklemek yerinde olacaktır. Ancak ilerleyen yıllarda ABD’nin ÇHC’nin etki sahasını genişletmesine ve askerî- ekonomik atılımlarını istikrarlı bir biçimde sürdürmesine tepkisiz kalması da beklenemez.

ABD, Çin’in enerji yollarını kesebilir mi? Esasında ABD’nin elinde Çin’i çok zor durumda bırakmaya yetecek uygun kozlar mevcuttur. Kapısı Malakka’ya açılan stratejik ortakları ve Tayvan ile Çin’in enerji güzergahını kesebilir. Fakat bunun Güney Çin Denizi üzerinde sebep olabileceği savaş durumu, diğer memleketlerin de kan damarlarını tıkayacağından müttefiksiz kalması riski hayli güçlenecektir.

Güney Çin Denizi; Çin’in başat aktör olma, Amerika’nın ise bu vasfını koruma yolundaki en önemli sınavıdır. Görüldüğü üzere iki tarafın da yakın tarihte bir kestirme yola sapma, yani bölgede radikal bir adım atma ihtimalinin önünü tıkayan gerekçeler mevcuttur. Ancak Çin’in Filipinler gibi mühim bir müttefik kazanmaya ve enerji taşımacılığı için alternatif yollar yaratmaya yakın olması ABD’yi daha güçlü gövde gösterilerinde bulunmaya mecbur bırakacak etkenlerdir. Güney Çin Denizi, askerî bir çarpışma sahasına dönüşür mü, bilinmez ama bu bölgenin öyle veya böyle 21. yüzyılın geriye kalanı için bölgesel ve küresel liderler tayin edecek ve hatta yeni bir düzen inşa edilmesine vesile olacak kudrete malik olduğunu söylemek zor değildir.