Hepimiz Selim Pusat mıyız?

TAKİP ET

Selim Pusat artık bir roman kahramanından öte, gerçekten aramızda yaşamış ve geride iz bırakmış bir şahsiyet gibi

Selim Pusat artık bir roman kahramanından öte, gerçekten aramızda yaşamış ve geride iz bırakmış bir şahsiyet gibi. Atsız’ın Ruh Adam romanını okuyan her gencin ruhunda bir dalgalanmaya sebep olduğu, bazılarının -belki de pek çoğunun- kendinde ondan bir parça görmeye hazır olduğu da bir gerçek. Peki, onu Deli Kurt’tan veya Onbaşı Pars’tan ayıran ne? Daha coşkun bir âşık olması mı, daha fazla sorgulaması mı, asiliği mi? Yoksa daha kararsız oluşu mu? Belki de hepsi birlikte. Duygu ve coşkunluğunun bir anda yükselmesi, bazen inmesi, bu arada süren uzun sorgulama anları. Onun tarihi sorguladığı, aşkı ve arkadaşlığı tarttığı, olmaz dediği şeylerin içinde kendini bulduğunda hem kaçan hem koşan yanı, bazen çok mantıklı bazen çok romantik olması ve daha pek çok farklı hal. Selim Pusat belki de insanın “karanlık” yanına dokunan bir şeyler taşıdığı için bu kadar benimseniyor veya ilgi çekiyor. Burada üzerine düşüneceğimiz mesele herkesin kendini özdeşleştirdiği ölçüde Selim Pusat olup olmadığı. Başka bir deyişle, Selim Pusat’ın fikirlerinin mi yoksa bu “dalgalı ruh halinin” mi aslında okuyucuyu kendine çektiği. Selim Pusat, kendisinin bir kralcı olduğunu ilan etmiş, yaşanan bir tartışma sonrası mahkeme edilmiş ve sonunda rütbesi sökülerek ordudan uzaklaştırılmıştır. Bu bölüm zaten okuyucu tarafından bilinmekte fakat bu mesele üzerine geçen konuşmalarda ve fikir mülahazalarında, Selim’in bahsettiği bazı noktalar var. Evvela Selim Pusat, İttihat ve Terakki’den “…Sultan Hamid’in siyasi idam yapmadan otuz yıl ayakta tuttuğu imparatorluğu hürriyetçi takım siyasi idamlar, korkunç istibdatlar arasında ve on yılda tasfiye ettiler” ve “Onlar ne feci mahlûklardır ki hürriyet ve adalet çığırtkanlığı ile sürüleri peşlerine taktıkları halde iş başına geldikten sonra istibdadın koyusunu ve zulmün en hasını yaptılar. İşte bu feci mahlûkların görüşüyle yazılan…” şeklinde bahsetmektedir. Bu açıdan, İttihat ve Terakki’nin on senelik iktidar dönemine muhabbet duyan bir kişinin, Selim Pusat ile hemfikir olması mümkün müdür? Yine Selim Pusat, derste çıkan bir tartışmada Albay’a; “Siz de vaktiyle krallığa sadakat yemini etmiş olduğunuz halde bugün cumhuriyetçi gözüküyorsunuz” ve mahkemede askeri hâkime “Çünkü siz, şimdi aleyhinde bulunduğunuz krala vaktiyle sadakat yemini etmiştiniz” diyerek, onları kınamıştır. Selim Pusat’ın bu manadaki görüşleri keskindir ve krallıkların askerlerin yetişmesi için en uygun ortam olduğunu belirtir ve ekler: “Cumhuriyet belki çok güzel bir rejimdi. Fakat büyük kumandan yetiştirmek bakımından kifayetsizdi.” Daha önceki ifadeleri ile birleştirildiğinde bu “yeminlerine sadık olmayan” askerlerin kim olduğu / olabileceği çok da muallâk değildir. Peki, bu manada Selim Pusat ile bir fikir birlikteliği hissediyor musunuz? Selim Pusat askerliği bir disiplin, uğruna her şeyin feda edilebileceği bir vazife, dünyada kendisinden daha önemli bir şeyin olmadığı bir hal olarak ifade ediyor. Hatta daha önceki hayatının birinde olduğunu bildiğimiz halini eleştiriyor: “Yalnız, bir subay için büyük askeri ve vatani fikirler dururken güzel bir kıza bu kadar yakınlık duyup mahvolmayı kabul edemiyorum” . Yine, onu muayene için gelen ve geçmişte asker olduğunu ve askerliği sevdiği kız için bıraktığını söyleyen doktorla arasında geçen konuşma esnasında, “O halde kendinize asker değil de üniformalı başıbozuk deyin. Bir asker, kız için üniformasını bırakmaz” diyerek de bu görüşünü destekliyor. Oysa geçmişte o da sevdiği kıza ok atmaktan kaçıp, bir kız için üniformasından vazgeçmemiş midir? Üstelik Tanrıkut Mete’ye ettiği “bağlılık yemininin” bir gereği olarak bunu yapmaktan kaçınarak, “yemine sadık kalmama” fiilini işlememiş midir? Peki ya Selim Pusat? Leyla Mutlak’ın kendisine söylediği “Müsaade ediyorum. Beni sevebilirsiniz” sözü karşısında çaresiz kalmaktan veya Güntülü’nün ona yazdığı şiir geri yollamasına rağmen, onu daha da fazla sevmeye devam etmekten kendini men edebilmiş midir? Yoksa “işsiz güçsüzlerin hastalığı, vakit geçirme eğlencesi” dediği aşkın pençesine mi düşmüştür? Peki, siz, hangi Selim Pusat olduğunuz kanaatindesiniz? Askerlik onuru için her şeyden vazgeçilebileceğini söyleyen Selim Pusat mı; yoksa Leyla’ya sözleri, Güntülü’ye ise yeşil gözleri ile kendisine hükmetme fırsatı veren “şuursuz âşık” Selim Pusat mı? Yahut sizi celbeden şey bu bir yükselip bir alçalan ve hem tehlikeye hem de coşkun bir heyecana sürüklenen o fırtınalı geçişler mi? Selim Pusat’ın yakın arkadaşı Şeref’in; “Tiyatro bitti. Beklemeye lüzum görmüyorum” sözünü hepimizin en az bir kez kullanmışlığı vardır. Oysa Selim, bu sözü söyleyerek hayatına son veren Şeref’in arkadaşlığına hem geçmişte hem de bugün ihanet etmiştir. Üstelik geçmişte bunu bir anlık tereddütle yaparken, bugün Şeref’in sürekli uyarılarına rağmen yavaş yavaş yapmıştır. Peki, siz, bu noktada Selim Pusat ile aynı fikirde misiniz? Sizi önce “Mete Han’ın buyruğuna karşı gelen bir asker olmamak” konusunda uyaran, bugün de “Ayşe Hanım’a bunu yapmamanız” konusunda ikna etmeye çalışan arkadaşınıza iki kez sırtınızı döner ve sevdiğinizin peşinden gider misiniz? Elbette bu soruları cevaplamak için doğru Selim Pusat’ı da bulmak gerekebilir. Öyle ya Selim Pusat bir kişi dahi olmayabilir. Güntülü’nün Ayşe Hanım’a Oğuz Han’ı anlatırken kullandığı ifadeleri düşünelim: “Hatta belki Oğuz Han hakikatte tek bir şahıs değildir de birbiri ardınca gelen birkaç hükümdardır. Hatta belki de bu hükümdarlardan hiçbirinin adı Oğuz değildir…” Bu ifadeleri Selim Pusat’a uyarlamamız saçma olur muydu? Burkay, Selim, Yek, Kubudak. Bunların hepsi aslında aynadaki tezahürler yahut insanın “karanlık” ve “aydınlık” yanları olamaz mı? Selim Pusat, bir yanı ile idealleri olan ama diğer yandan bunlardan vazgeçebilen bir insan olarak, bizim “hatalı” yanlarımızın bir yansıması olabildiği için mi bu kadar çok benimsenmiştir? Bu bir makale olmadığı için uzun uzun incelemeler yerine, romanı yeniden okumanıza ve üstüne yeniden düşünmenize vesile olacak bazı sorular sormak istedim. Bu soruların hiçbirisi tek başına bir gerçeği ifade etmez. Ancak, ruhunuzun karanlık yanı ile karşılaştığınız zaman net bir cevap bulabilirler. Selim Pusat gerçekle bağı kopmuş uslanmaz bir âşık, yarı meczup bir kişi de olabilir gözünüzde; doğruları ile duyguları arasında sıkışmış ve sonunda duygularına yenilmiş bir adam da. Karanlık tarafa geçişinin sizi cezbeden bir tarafı da olabilir, o karanlık tarafın sınırlarını çizemediği için kınadığınız anlar da. Fakat toptan bir kabul içine girecekseniz, mutlaka üstüne düşünmeniz gerekir. Yazımı Selim Pusat’ın Harb Akademisi’nden atılmadan önceki halinin, sonraki haline söylediği şu sözle tamamlıyorum: “Düşmek bir şey değildir. Kalkamamak, düşkün kalmak korkunçtur.” Veysel Çıtlak