Hoşnutsuz İnsanlar Ülkesinde

TAKİP ET

Türkiye uzunca bir süredir mutsuz ve hoşnutsuz insanların ülkesi

Türkiye uzunca bir süredir mutsuz ve hoşnutsuz insanların ülkesi. Salgın hastalık faktöründen bağımsız olarak bu genel mutsuzluk hali tamamen yoksulluk ve imkansızlıklar ile ilişkili. Özellikle gençler ve muhakeme yetileri bir seviyeye ulaşabilmiş olanlar, Türk vatandaşı olmanın kendilerine bir ayrıcalık tanımadığını aksine yük oluşturduğunu düşünüyorlar. İnternetin kitle iletişiminde yarattığı büyük gelişmeler ile dünyanın bir yanındaki bilgi anlık olarak diğer yanına ulaşabiliyor. Böyle bir ortamda yoksul milletlerin üyeleri diğer milletlerin aslında kendilerinden pek de farklı olmadıklarını anlıyor. Demokrat, özgür, müreffeh toplumları yaratan bireylerin uzaydan gelmediğini kavrayanlar neden onlardan biri olmadıklarını sorguluyorlar. Günümüzde ortalama bir Türk, markete gittiğinde en temel ihtiyaçları dışındaki harcamalarının kendisine zarar olarak döneceğini içselleştirmiş durumda. Daha vahimi ise ortalama Türk’ün refah bakımından artık en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamayacak bir sınıra gelmiş olması. Çağ açıp çağ kapatan, yedi düvele diz çöktürmüş ortalama Türk çocuklarına çikolatalı gofret alamıyor. İşte bunlar ülkenin üzerindeki kara bulutları açıklıyor: Sinirli ve gergin insanlar, asık suratlar, mutsuzluk, yoksulluk ve bütün bunların farkında olan hoşnutsuz çoğunluğun siyasal iktidar tarafından bir avuç azgın azınlık olarak kaydedilmesi. Şüphesiz ki Türkiye’yi bu şartlara getiren tek şey mevcut iktidar değil. Ülkenin farklı gruplarına göre iktidara ortaklık yapanlar da farklılaşıyor. Demokratik reform ve ekonomik kalkınma vaatleri ile iktidarı eline alan İslamcılar kısa sürede çoğunluğun takdirini kazanmayı başardılar. Hem eski Türkiye’deki Kemalist vesayeti kaldırmışlardı hem de AB sürecinin etkisiyle gelişen politikalar sayesinde İslamcılığın o kadar da öcü olmadığını liberal ve sol özgürlükçü çevrelere kanıtlamışlardı. Lakin 2011 Referandumu, Gezi Parkı, Çözüm Süreci ve en sonunda Fethullahçı darbe girişimi ile iktidarın pek de masum olmadığı sonunda anlaşılmıştı. Ülke son olarak 2017 Referandumu ile bir tarikatın askeri darbesinden kurtulmuşken başka bir tarikatın parlamenter sistemi ve denge-denetleme mekanizmalarını ortadan kaldırdığı bir durumun içine düştü. Otoriter bir yönetim anlayışı benimsendi, ülkenin kurucu değerleri hedef alındı ve milliyetçi-dinci popülist bir program işleme konuldu. Bu dönemden sonra onları taşıyacak olan ortaklar da doğal olarak değişti. Liberallerin yerini otoriter milliyetçiler, sol özgürlükçülerin yerini ulusalcılar aldı. İslamcıların ortaklıklarını değiştirmediği kitleler ise onların asıl yüzlerini ortaya koyan tarikatlar idi. Bu noktada iktidara muhalif kalabilen Kemalistler liberalleri suçlamakta. Liberaller ise Kemalizm’in günümüz koşullarından pek de farklı bir Türkiye kurmadığı görüşündeler. Öte yandan yükselişe geçen milliyetçiler de daha farklı ayrışmalar bulunsa da genel olarak otoriter ve hürriyetçi eksenlerde pozisyon almış durumdalar. Bir taraf ilk dönem liberaller gibi iktidarın kendi çizgilerine geldiğini düşünürken diğer taraf iktidarın milliyetçiliği kılıf olarak kullandığını düşünüyor. Kürtler ise PKK teröründen, AKP ve HDP arasındaki savrulmalardan sonra ne Türk’üm diyebiliyor ne de Kürt’üm diyebiliyor. Bütün bu suçlamalar, savrulmalar, ayrışmalar ise temelde gayet net şeyler için gerçekleşiyor: Demokrasi, özgürlük ve refah. Bir Türk milliyetçisinin en büyük ideallerinden biri Türkiye’nin müreffeh bir ülke olmasıdır. Türkler’in Batı ülkelerindeki kadar demokrat, özgür, mutlu ve refah hayatlar sürmelerini sağlamak aynı beklentilere sahip Kürt kökenli bir vatandaşın da en az başkaları kadar bunlara ulaşmasını sağlayabilecekken bu iki kimlik birbirine ne kadar uzak olabilir? Türkiye’nin hoşnutsuz vatandaşları kendi içlerindeki bütün bu ayrışmalara rağmen son seçimlerde büyük bir iş başardılar. Yandaş bir eliti zenginleştiren ve demokrasiye karşı faaliyetlere girişen bir iktidara karşı birleşmenin çok da zor olmadığını gösterdiler. Bunu sağlayan temel faktörlerden biri Türkiye’nin kurucu partisi CHP’nin aldığı pozisyondu. Belirli bir elitin yörüngesinden çıkarak kapsayıcılığı benimseyen ve seçim dönemindeki bütün suçlamalara rağmen kriminalize edilemeyen yapısıyla büyük bir umut haline geldi. Atatürk’e koşulsuz bağlılık ve iktidarın koalisyon ortağından ayrılarak kurulan hürriyetçi milliyetçi bir parti ile yapılan ittifak meşru muhalefetin de zeminini hazırladı. Adayların ideolojik kalıplardan değil hoşnutsuz vatandaşların temsiliyetini sağlayacak kişilerden oluşması geniş bir toplumsal uzlaşı sağladı. Partinin seçim süresince savunduğu değerler ise seçim zaferini getirdi. CHP’nin son seçim başarısının ardındaki değişim bir anlamda uçuruma sürüklenen bir ülkede yeşerebilecek büyük bir umudu da simgeliyor. Türkiye’deki hoşnutsuz vatandaşlar arasında mevcut iktidara kimin/neyin sebep olduğu konusunda farklı grupların birbirlerini suçladıklarını söylemiştik. Oysaki temelde iki ayrı uçta olsalar da aynı ideallere sahip olabileceklerini de göstermiştik. Türkiye’deki mevcut yoksulluk ve imkansızlık aslen tarihsel bir zihniyete dayanmaktadır. Türk modernleşmesi ve Cumhuriyet’in ilanı ile Türkler belirli bir elit, aile, grup için değil kendileri için var olmayı ve başlarını dik tutmayı öğrendiler. Kurtuluş Savaşı’nın ardından ipleri eline alan Atatürk diğer liderlerin aksine gücünü kendisini ve ailesini zengin etmek için kullanmak yerine küllerinden doğan bir milleti yoksulluktan kurtarmak için kullandı. Savaş meydanlarında Türk milletinin var olduğunu hatırlatan Atatürk; siyasal-ekonomik reformlarıyla da bu milleti demokrat, özgür ve zengin hale getirmeye çalıştı. Bu yoldaki politikaları sürdürülebilir bir refah yaratmak konusunda tartışılır durumda olsa da Türk vatandaşlarına artık bir aileyi değil kendilerini beslemeleri gerektiğini kavratmıştı. Batı örneklerinde olduğu gibi belirli zümrelerin değil de milletin zenginliği için demokrasi şarttı fakat Atatürk’ün ömrü görmeye yetmedi. Ardından İnönü de demokratikleşme hareketlerini destekledi ve milleti için çalıştı. Fakat bir türlü oluşturulamayan gerekli ekonomik kurumlar ve tek gücün keyfiyetinden doğan CHP içindeki yolsuzluklar halkta olumsuz fikirlere yol açtı. Kemalist ideolojinin yıllar boyu şekillenirken devlet ideolojisi haline gelmesi, baskıcı bir nitelik kazanması ve belirli bir elit kurarak millet üzerinde tekrar sömürü kurması; CHP iktidarı ile birlikte bu iktidarın temsil ettiği Kemalizm ve modernleşmenin de karşı cepheye konmasına yol açtı. Ardından farklı çevrelerden destek alarak iktidara gelen alternatiflerin de kötü olduğu görüldü. AKP dönemine kadar çok da farklı olmayan olaylar döngüsel olarak yaşandı. Türk vatandaşları iki kutupta ayrışırken beklentiler yine, hep aynıydı. Demokrasi, refah ve özgürlük. AKP döneminin bir dönüm noktası olma sebebi Türkiye’deki zihniyet farklılaşması. İktidar vaat ettiklerini tersine çevirip kendi sonunu hazırlamış olsa da diğer taraftaki değişim gözle görülür şekilde gerçekleşiyor. İslamcıların, milliyetçi ve kurucu niteliğinden dolayı bir türlü hain ilan edemediği seküler cephe döngüye giren kendi tabularını yıkıyor. Modernleşmenin millet ile birlikte gerçekleşeceği, siyasetçilerin hesap verebildiği, özgürlüğün herkes için özgürlük olacağı bir cumhuriyet hayal ediliyor. Bugün Türkler en az Almanlar kadar değer görmek istiyor. En az İngilizler kadar iyi bir yaşamı hak ettiklerini düşünüyorlar, hak ediyorlar. Bir aileyi, zümreyi, eliti beslemek istemiyorlar. Modernleşirken demokrasiden uzaklaşmak istemiyorlar. Sahte özgürlük masallarına inanmak istemiyorlar. Sahte kahramanlık masallarına da inanmak istemiyorlar. Cumhuriyet’i koruduğunu söyleyen askeri darbeleri de istemiyorlar çünkü cumhuriyeti korumak zorunda kalmak istemiyorlar. Başka bir diktatörlük ise hiç istemiyorlar. Kapsayıcı siyasal ve ekonomik kurumların var olduğu; bireyin zenginleşmek ve milletini zenginleştirmek için teşvik edildiği, demokratik, çağdaş ve özgür bir ülke istiyorlar. Sansürler, baskılar, gerici politikalar bize karanlık bir tablo çizse de karanlığın ucu Atatürk’ten beri hiç olmadığı kadar aydınlık duruyor. Hüseyin Dönmez