Hukuki Boyutuyla Tehcir

TAKİP ET

1915 Olaylarının yüzüncü yılı sebebiyle olayların boyutu ve niteliği fazlasıyla gündemi işgal etmekte olduğundan bu yazıyı yazma ihtiyacı duydum

1915 Olaylarının yüzüncü yılı sebebiyle olayların boyutu ve niteliği fazlasıyla gündemi işgal etmekte olduğundan bu yazıyı yazma ihtiyacı duydum. 1915 yılında yaşanan olaylar neticesinde Türkiye’nin doğu illerinden Ermeni azınlığın silinmesi ve birtakım başka demografik değişikliklerin meydana geldiği inkâr edilemez bir gerçektir. Ancak bu yaşanan olaylara isim verme konusu doğuracağı netice sebebiyle önem kazanmaktadır. Bugüne kadar soykırım, etnik temizlik, olaylar, isyan, kırım, tehcir, mükatele vb. ideolojik ve siyasal yaklaşımlar içeren terimler tercih edilmiştir. 1915’te yaşananların hukuki niteliğinin ve sonuçlarının ne olduğu konusunun irdeleneceği bu yazıda peşin hüküm vermekten kaçınıp “olaylar” ifadesini kullanacağım. Soykırım Nedir? Hukuki bir terim olan “soykırım” (genocide/jenosid) 1948 tarihli Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme ile tanımlanmış ve literatüre girmiştir. Türkiye’de dâhil olmak üzere bu sözleşmeye taraf olan devletlerin ezici çoğunluğu sözleşmeye, hükümlerin geçmişe etkili şekilde uygulanamayacağını beyan eden çekince koymuştur. 1969 Viyana Anlaşmalar Hukuku Sözleşmesinde de bir uluslararası sözleşmenin aksi kararlaştırılmadıkça geriye yürür şekilde uygulanamayacağının altı çizilmektedir. Bütün bu hukuki gerçeklere rağmen, 1915 olaylarını 1948 tarihli Soykırım Sözleşmesi çerçevesinde değerlendireceğim. 1948 tarihli Soykırım Sözleşmesinin 2. maddesinde tanımlanan soykırım; Ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir öbeğin tümünü ya da bir bölümünü yok etme niyetiyle; “(a) Öbek üyelerinin öldürülmesi; (b) Öbek üyelerine fiziki ya da ruhsal açıdan zarar verilmesi; (c) Öbeğin, fiziki varlığını tümüyle ya da kısmen sona erdirecek yaşam koşullarıyla yüz yüze bırakılması; (d) Öbek içi çoğalmanın engellenmesi; (e)Öbek bünyesindeki çocukların başka bir öbeğe aktarılması” olarak tanımlanmaktadır. Sözleşme metninden de anlaşılabileceği üzerine “belirli bir gruba” yönelmiş bir “yok etme kastı” soykırımı oluşturan unsurlardır. Belirli Bir Gruba Yönelme Koşulu Soykırım iddialarının temelini oluşturan ve 27 Mayıs 1915’te 4 maddeden ibaret olmak üzere çıkarılan Sevk ve İskân Kanunu (veya Tehcir Kanunu), silahlı kuvvetlere, savaş bölgelerinde düşmanla aktif işbirliği yapan ve silahlı kalkışmalara iştirak eden kasaba ve köy ahalilerini geçici olarak başka bölgelere nakli konusunda yetki vermekteydi. (24 Nisan tarihi soykırımın yıldönümü olarak kabul edilmekte olsa da, bu tarih İstanbul’da ikamet eden Taşnaksutyun yöneticilerinin tutuklandığı tarihtir.) Bu kanun kapsamında sadece Anadolu’da Ermeni yerleşimleri değil, Karadeniz’de Rum, Hakkâri’de Nasturi Hristiyanlar, Mardin’de Süryaniler ve Lübnan’da Müslüman Arap yerleşimleri gerekli görüldüğü hallerde boşaltıldığı tarihi kaynaklarda sabittir. Kanun kapsamında yeri değiştirilen Rumların büyük kısmı Ege bölgesine ve Giresun civarına yerleştirilmişken, Lübnanlı Araplar, Şam şehrine yerleştirilmiştir. Ancak Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı bugünkü bölgelerde hâlihazırda devam eden isyanlar sebebiyle tehcir kanunu bu bölgede daha sık olarak uygulanmıştır. Yasa metninden de anlaşılabileceği üzere Ermeniler özelinde çıkarılmamıştır. Tehcir kararının belirli bir gruba yönelmiş bir eylem olmaktan ziyade, savaş şartları içinde çıkarılmış genel bir karar olduğunu görülmektedir. Yok Etme Kastı Koşulu Soykırımın unsularından olan yok etme kastı örtülü veya açık şekilde var olabilir. Nazi Almanyasında Yahudilere yönelik süregelen anti-semit kampanya ve toplumdan dışlamaya yönelik önlemler bir örtülü yok etme kastını gösterirken, Nazi Partisinin iç yazışmalarında “nihai çözüm” konulu planlar da açık bir yok etme kastını ortaya koymaktaydı. 1915 olaylarının yasal dayanağını oluşturan Tehcir Kanunu metninde yalnızca nüfusun naklinden bahsetmekte, yani açık yok etme kastına yetecek bir ibare bulunmamaktadır. Örtülü bir kastın varlığı için de Tehcir Kanununun uygulamasına bakmak gerekmektedir. Uygulamada kanunun bütün Ermenileri kapsamadığı görülecektir. 29 Mayıs 1915 tarihli Bab-ı Ali kararnamesiyle, İsyan bölgelerinde ikamet ediyor olsalar da Katolik ve Protestan mezhebinden olanlar, devlet memuru olarak görev yapanlar, Müslümanlarca güvenilirliğinden şüphe bulunmayanlar ve bazı meslek gruplarında çalışan Ermeniler kendilerine verilen bir belge ile muaf tutulacaktır. Aynı şekilde güvenlik sorunu bulunmayan İstanbul, İzmir gibi yerlerdeki Ermeniler de tehcirden etkilenmemiştir. 10 Haziran 1915 tarihli yönetmelik ile tehcire tabi tutulan Ermenilerin taşınır ve taşınmaz malları güvence altına alınmıştır. 34 maddeden oluşan ve ayrıntılı bir şekilde düzenlenen yönetmeliğe göre Ermenilerin geride bıraktığı malların hepsi valilerce defterlere kaydedilmiş, sahibi bilinmeyen taşınır mallar depolara kaldırılmıştır. Bu malların idaresi için bir komisyon kurulmuştur. Akabinde Aralık 1918’te geri dönüş yasası çıkarılıp, tehcire tabi tutulan Ermenilerin geri dönmeleri teşvik edilmiştir. (Bu tarihte Osmanlı toprakları işgal altında değildir, geri dönüş yasası hükümetin kendi tasarrufudur.) Ermenilerin mallarını güvenceye alan yönetmelik ve geri dönüş yasası göstermektedir ki, hükumet Tehcir Kanununu geçici önlem olarak uygulamış ve örtülü bir yok etme kastıyla hareket etmemiştir. Tehcir Koşulları “Biz tehciri kendimiz icat etmedik, komşularımızdan öğrendik” – Edirne Mebusu Mehmet Faik 1948 tarihli Soykırım Sözleşmesinde, soykırım suçunun çeşitli şekillerde işlenebileceği belirtilmiştir. 1915 olayları tartışmalarında öldürme, çocukların başka bir öbeğe aktarılması ve Öbeğin, fiziki varlığını tümüyle ya da kısmen sona erdirecek yaşam koşullarıyla yüz yüze bırakılması şekilleri karşımıza çıkmaktadır. Tehcir kararının uygulanması öncesinde ve sırasında öldürme fiillerinin işlendiği konusunda şüpheye yer yoktur. Tehcir kararı kendilerine bildirilen köy ve kasabaların silahlı direnişe geçmesi durumunda askeri güçler tarafından gerçekleştirilen öldürme eylemleri savaşın doğası halinde meşru görülmelidir. Aynı şekilde Rus saflarında savaşan 200.000’e yakın Ermeni gönüllünün önemli bir kısmı da savaş sırasında öldürülmüştür. (Taşnak Partisi yöneticisi Osmanlı Ermeni’si Boghos Nubar Paşa’nın Paris Konferansında dile getirdiği bu sayıya Osmanlı vatandaşı olmayan Ermeniler de dâhildir.) Tehcire tabi tutulan Ermenilerin nakil koşulları farklılık göstermekteydi. Bağdat Demiryolu kullanılarak Musul, Halep, Hatay, Nusaybin ve Rakka bölgelerine nakledilen Ermenilerin büyük kısmı demiryolu vasıtasıyla nakledilmişken, Deyrizor bölgesine nakledilen Ermeniler bölgeye yürümeye zorlanmıştır. Buna karşın batı illerinde tehciri gerekli görülen Ermeniler Çankırı, İzmir, İstanbul, Tekirdağ ve Afyon bölgelerine yerleştirilmiştir. Yürümeye zorlanan Ermenilere yönelik bir insan hakkı ihlali olduğu ileri sürülebilir. IV. Cenevre Sözleşmesi “ölüm yürüyüşü” adı verilen uygulamayı savaş suçu olarak tanımlamıştır. Ancak Cenevre Sözleşmesinde ölüm yürüyüşünü kitleleri ortadan kaldırmak kastıyla çok uzun mesafeleri, gıda temin etmeden yürütmek olarak tanımlamıştır. Netice olarak tehcire tabi tutulanlardan 300.000 civarı Ermeni Deyrizor’a ulaşmayı başarmış ve bu bölgeye iskân edilmiştir. (Kaynak; ABD Halep Başkonsolosunun 3 Şubat 1916 tarihli raporu). Deyrizor’a ulaşan kitlenin büyülüğü göz önüne alındığında yürüyüşte kötü koşullar altında öldürme kastıyla hareket edildiği olduğu söylenemez. Bunlara ek olarak Osmanlı tehcir için nakledilen Ermenilerin ihtiyaçları için dönemin parasıyla 230 milyon kuruş bütçe ayırmış, bunun yanında Amerikalı “Near East Relief”’in yardımlarına da izin vermiştir. Bu kuruluş bugünün parasıyla 1 milyar dolarlık yardımı Suriye’ye nakledilen Ermenilere ulaştırmıştır. Bunun yanında Talat Paşa bölgedeki valilere gönderdiği telgraflarda Ermenilerin koşullarının iyileştirilmesi için gerekli önlemlerin alınmasını istemekteydi. Tehcirde İşlenen Suçların Kovuşturulması Devletin kontrolü dışında özel kişilerce işlenmiş bu suçlar için devletin soruşturma yükümlülüğü vardır. Osmanlı İmparatorluğu gerek savaş sırasında gerek öncesinde tehcir sırasında işlenen suçlar için etkin bir soruşturma yürütmüştür. Öyle ki, tehcire tabi tutulan Ermenilere kötü davrandığı iddiasıyla yargılanan 200’den fazla asker ve sivilden 60’ı savaş sırasında idam edilmiştir. (Ermeni Dosyası - Kamuran Gürün). Savaştan sonra kurulan savaş mahkemesinde ise (Divan-ı Harbi Örfi) 1300’den fazla kişi yargılanmış, aralarında idari amirlerinde bulunduğu birçok kişi idam edilmiştir. (Burada yapılan yargılamalar ve idamlar İtilaf Devletleri himayesinde gerçekleştiğinden birçok idamın haksız olduğu iddiası yaygındır.) Bunlara ek olarak İstanbul işgal edildikten sonra İttihat Terakki Cemiyetinin ileri gelenlerinin de aralarında bulunduğu 145 Türk aydını Malta’ya burada yargılanmışlardır. Ancak haklarında herhangi bir ceza verilmemiştir. (Ermeni Katliamı Suçlaması Yargılama ve Karar - Uluç Gürkan) Göç yolundaki Ermeni sivillere büyük kayıplar verdiren bir etken de Kürt aşiretlerdir. Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar birçok Kürt aşireti yarı-göçebe bir hayat tarzı sürmekteydi, öyle ki bu durum Ermenilerden boşalan köylere iskân edilene kadar sürdü. Direniş gösteren köylere yapılan askeri harekâtlar dışındaki cinayetlerin birçoğu bu gruplarca işlenmiştir. Göçmenlere eşlik eden askeri konvoyu dahi katleden bu gruplar yağma ve tecavüz eylemleri işlemiştir. (Kaynak: Raymond Kevorkyan - Ermeni Soykırımı; Justin McCarty Ölüm ve Sürgün). Talat Paşa Ağustos 1915’te Diyarbakır valisine gönderdiği telgrafta bu yağma olaylarının faillerini bulup yargılamasını istemektedir. Anadolu’da Ermeni Nüfusu ve Tehcir “Bir kişinin ölümü trajedi bir milyonun ölümü istatistiktir.” – Joseph Stalin Ermeni nüfusu hakkında en güvenilir kaynak kabul edilen 1914 tarihli Osmanlı Nüfus Sayımına göre 1.256.403 Ermeni yaşamaklaydı. Bu rakama 1878 yılında Rusya tarafından işgal edilip ancak 1917’de geri alınan Kars Vilayeti (Ardahan, Iğdır ve Erzurum-Oltu’yu kapsar) Ermenileri illeri dâhil olmamakla beraber Protestan ve Katolik Ermeniler dâhildir. Buna karşın Ermeni Kilisesi 1,5 milyondan fazla Ermeni yaşadığını iddia etmektedir. Tehcir edilmesi planlanan Ermeni sayısının 920 bin olarak belirlenmiştir. (Talat Paşa’nın Evrak-ı Metrukesi – Murat Bardakçı) Ancak bu nüfusun tamamının göçe çıkıp çıkmadığı tartışmalıdır. Zira Van Vilayetin (Bitlis’i de kapsamakta) tehcir kararı alınmadan önce çoktan Ermeni isyancıların kontrolüne geçmişti, bu sebeple Van tehcirden kaçan Ermeniler için güvenli bölge olmuş, bölgeye tehcirden kaçan 250 bin Ermeni sığınmıştır. Van’a sığınmış Ermeniler daha sonraları Rus Ordusuyla birlikte Kafkasya’ya göçecek veya Rusların çekilmesiyle beraber yerli Müslümanların saldırısına uğrayacaktır. (Sina Akşin - Ana çizgileriyle Türkiye'nin Yakın tarihi); (Ayşe Hür – Öteki Tarih; Ayşe Hür Van İsyanının çıkma sebebini Türk askerinin taşkınlıklarına bağlarken bölgeye bu sayıda Ermeni’nin mülteci olarak yerleştiğini yazmaktadır.) ABD’nin Halep başkonsolosunun raporuna göre tehcire gönderilen Ermenilerden 486 bin kadarı yeni yerleşim bölgesine ulaşmıştır. (Bu raporun güvenilirliği tartışmalıdır zira Ermeni tarafı bölgeye ulaşanların sayısının daha az olduğunu iddia etmektedir, Murat Bardakçı Türk arşivlerindeki Sevk defterlerinin incelenerek daha doğru bir sonuç elde edileceğini ifade etmektedir.) Ancak bu rapor yazıldıktan sonra Ermeniler yaygın şekilde açlık ve salgın hastalıktan dolayı hayatını kaybetmiştir. Salgın hastalık ve açlık halinde devlete atfedilebilen bir kusur olmayacağı kanaatindeyim zira imparatorluk coğrafyasının genelinde savaş sebebiyle açlık ve hastalık hali mevcuttur. Zira Ürdün ve Lübnan ve Suriye’de yaşanan açlık ve salgın hastalık bütün coğrafyayı etkilemiştir. (Hatta öyle ki Suriye ve Lübnan’ın ders kitapları “Osmanlı bizi aç bıraktı” diye anlatır.) Savaş sonrası çıkarılan geri dönüş yasası ile birlikte büyük bir kısım Ermeni memleketlerine geri dönmüştür. Öyle ki 1919 yılındaki barış görüşmeleri sırasında Ermenistan kurulması gündeme geldiğinde Amerikalı müfettiş General Harbord ve King-Crane Komisyonu, Doğu Anadolu’da Ermeni devleti kurmaya yetecek kadar Ermeni nüfus bulunduğunu bildirmiştir. Bir başka deyişle Doğu Anadolu Birinci Dünya Savaşının bittiği tarih olan 1919 yılında Ermenilerin hala yoğun olarak yaşadığı bir bölgedir. 1923 yılı itibariyle Irak, Suriye ve Lübnan’da 275 bin Ermeni yaşadığı belirlenmiştir. (Brigadier Longrigg - Syria and Lebanon Under French Mandate) 1924 yılında ise Sovyet Ermenistan’ında 300 binden fazla Anadolulu mülteci olduğu kaydedilmişken, Türkiye Cumhuriyeti 1927 tarihli nüfusa sayımında ise İstanbul ve İzmir’de 100bin den fazla Ermeni yaşamaktadır. İngiliz Arşivleri 1914-1921 yılları arasında 600 bin Ermeni’nin hayatını kaybettiğini yazarken, Türk tezinin savunucularından Kamuran Güran 300 bin, kanımca daha gerçekçi verilere dayanan Justin McCarty 500 bine yakın kişinin hayatını kaybettiğini iddia etmektedir. Her ne kadar rakamlar üzerinden lafebeliği yapmanın yanlış olduğunu düşünsem de ölen Ermeni sayısının 2,5 milyona kadar çıkaran Ermeni iddialarına karşı makul ve bilimsel rakamların konuşulması açısından bu bölümü yazdım. Yukarıda izah edildiği üzere tehcir hükumet tarafından geçici bir önlem olarak tasarlamış, yok etme kastıyla hareket etmemiştir. Ermenilerin geride bıraktıkları mülklerini güvenceye alan kanunlar çıkarılmıştır. Tehcir işlemleri için geniş bir bütçe ayrılmış, göç yollarında insani krizler yaşanmaması için çaba sarf etmiş, savaş sonunda da geri dönüş yasası çıkarılmıştır. Bütün bunlar Ermenilere yönelik yok etme kastıyla girişilmiş bir eylem yani “soykırım” olmadığını kanıtlamaktadır. Not: Yazı boyunca 1915 olaylarının soykırım olup olmadığı sorusu üzerinde kalmaya çalıştığımdan Müslüman ahaliye karşı işlenen cinayetler ve Ermenilerin toprak ve tazminat taleplerini değerlendirmedim. Bu konulara ayrı ayrı yazılarda ilerleyen zamanlarda değinmeyi planlamaktayım. Akademik bir çalışma olmaması ve kısa zamanda yazmış olmam sebebiyle kaynakları detaylı olarak yazmadım, ancak üstünkörü olarak bilgi edinebileceğiniz kaynak adları yazmakla yetindim. Emir Abbas Gürbüz

24 Nisan Osmanlı İmparatorluğu sözde Ermeni soykırımı Tehcir