İki Parti Kıskacında Milliyetçiliğin Geleceği

TAKİP ET

Türkiye'de yaşıyorsanız teorinin sık sık çaresiz kaldığını görürsünüz

Türkiye’de yaşıyorsanız teorinin sık sık çaresiz kaldığını görürsünüz. Mesela kargo şirketlerinin hepsi kötüdür, hepsinden yığınla insan şikayetçidir ve sosyal medya gündeminde her gün, evet her gün, bir kargo şirketine dair eleştiri vardır. Buna rağmen düzgün bir kargo firması çıkıp pazardaki bu tepki rüzgarını arkasına almaz, müşterilerin sevgilisi olmaz. Bunun çeşitli nedenleri var elbette, ama en genel hatlarıyla ifade edecek olursak, Türkiye’deki piyasanın serbest olmadığını, sermayenin yetenek ve tatminle orantılı olmadığını söyleyebiliriz. Siyasette de böyle; Türkiye’de görece daha kentli, daha yüksek eğitimli, düzgün ve “normal” bir hayat yaşamak isteyen “makbul vatandaş”ın gündemi siyasette hep geri plandadır. Halbuki bu kitle kalabalıktır, esasen bu kitlenin belirleyici olmasını bekleriz. Ancak belirleyiciliği en küçük etnik grup yahut dini örgüte hitap eden bir dernek kadar yoktur. Mezkur kitlenin geleneksel partisi CHP’dir, ancak CHP içinde de belirleyiciliği zayıftır. Bu bir CHP ya da Türkiye eleştirisi değil, yalnızca bir tespit: Bu durumun da nedenleri var, fakat bizim hayatımıza tesir eden yönü neticedir. İyi kargo hizmeti alamıyor, siyasette öncelik ve kaygılarımızı belirleyici hale getiremiyoruz. İYİ Parti’nin kuruluş öyküsü bu memnuniyetsizlik üzerine bina edilmişti. Kaygıları ve öncelikleri MHP yönetiminden farklılaşan ülkücülerin çekirdek oluşturduğu bir yapı, Türk siyasetinde böyle bir ihtiyaç olduğu için partileşmişti. Kurulduğu günden bu yana, hatta öncesinden beri, partiye dair tartışmalarda üzerine en çok konuşulan başlıklardan biri, “yeni bir MHP olmamak” meselesiydi. Parti de bundan özellikle kaçındı; fakat üzülerek söylüyorum ki yeni bir MHP oldu. Hayır, bu benimki “MHP’de parti içi demokrasi yoktu, burada da yok” minvalli bir “MHP oldu” tespiti değil. Aynı seçmen tipine, aşağı yukarı aynı söylem çizgisiyle hitap eden bir parti oldu. İYİ Parti’den ve dolayısıyla “partili siyaset”ten istifa ettim, ancak siyasetin yapılması için partilerin gerek şart olduğuna hala inanıyorum. Bu inanç memnuniyetten kaynaklanmıyor, ancak manzaraya bakınca bu gerekliliği görüyorum. Dolayısıyla milliyetçi seçmene hitap eden partilerin hali ve geleceği beni ilgilendiriyor. Şu halde İYİ Parti’ye bakınca gördüğüm şey: Bahçeli’yi sevmeyenlerin MHP’si. Hatta sevmeyen ifadesi bile yeterince kapsayıcı değil, Bahçeli’yle uyuşamayanların MHP’si. Çünkü hem seçmen hem yönetici olarak Bahçeli’den nefret etmeyen, insani ve kişisel ölçekte bir nebze sevgi dahi besleyen İYİ Partililer tanıdım. Parti içi yahut “camia içi” planda Meral Akşener’i iki koldan sıkıştıran bir kıskaç vardı. “Partiye hep ülkücüler doldu!” ve “Partide hiç ülkücü yok!”. Yeni kurulan bir parti HDP özelinde olduğu gibi bir örgüt omurgasına ve stratejisine oturmuyorsa bileşen partisi olmakta çok zorlanır, İYİ Parti’nin de bileşen partisi olmayacağı belliydi. Ancak başından beri var olan “yeni MHP olmamak kaygısı”, “hiç ülkücü yok” serzenişleri ve iskeletin büsbütün sabık MHP’lilerden oluştuğu gerçeği, İYİ Parti’nin konumlandırmasına sürekli baskı yaptı ve parti neticede yeni MHP oldu. Çünkü yeni bir siyaset inşa etmek ve bütün bu tepkileri/baskıları hükümsüz bırakacak bir düzlemde hareket etmek zordu, bilindik formüllere başvurunca da ortaya daha önce denenmiş bir netice çıkıyordu: Bahçeli MHP’si. Artık ayrım yalnızca akut, sığ bir boyuttadır: Hasbelkader Bahçeli’den memnun olmayan yahut sair nedenlerle mevcut MHP’de siyaset yapamayacak/MHP’ye oy veremeyecek olanlar İYİ Parti’dedir. Gündelik siyasetteki tercihleri ve eylemleri bir kenara bırakıp, söylem analizi yapacak olursanız, geri kalan bütün hususlarda iki partinin büyük oranda örtüştüğünü görürsünüz. Şu halde karşımıza çıkacak ilk soru, “Ya Bahçeli giderse” sorusu. Bahçeli’nin sağlığı iyi değil, her ne kadar ihtiyar ve sağlık sorunlarıyla uğraşan bir adamın ömrüyle ilgili konuşmak sıradan insanlar için doğru değilse de siyasetçiler topluma mal olan ve toplumu etkileyen, bu işlevleriyle aslında “insanlıktan çıkan” kişilerdir, bu yüzden bunu konuşmakta beis görmüyorum. Gelecek yıl MHP’nin başında olabilir ancak o yaşta ve sağlık hikayesinde bir adam için 3-4 yıl sonrasını konuşmak kolay değil diyebiliriz. (Bahçeli’nin ülkücü iradeyle indirildiğini görmekten başka bir senaryoyla mutlu olmayacak bir adam olarak sağlık nedeniyle çekilmesi ya da ölmesinin beni sevindirmeyeceğini, hatta üzeceğini de söyleyeyim.) Öyle ya da böyle, şu veya bu sebepten Bahçelisiz bir MHP senaryosu gayet muhtemel görünüyor. Şu veya bu sebepten Bahçeli MHP Genel Başkanlığı’nı bırakırsa ne olur? İYİ Parti’nin en geniş kapsamlı ortak parantezi bir anda ortadan kalkar. Hele MHP’nin başına mevcut Bahçeli yönetiminden biri değil de, hiç değilse muhaliflerin tepkisini çekmemiş, dolayısıyla yüz kızartacak bir bagajı olmayan, düşmanlıktan beslenmemiş biri geçerse? Bu muhayyel başkan, daha kapsayıcı, daha makul ve uzlaşmacı bir tutum sergiler, hatta çağrı yaparsa? Meral Akşener’in yanında pek az insan kalır diye tahmin ediyorum. Bu, yani Meral Akşener’in yanında pek az insan kalması meselesi, elbette Türk milliyetçiliğinin meselesi değildir, ancak bu durumda şu soruyu sormak gerekiyor: Neden iki parti var? Aşağı yukarı aynı seçmen kitlesine hitap ederek sıkışıp kalmışsak, aynı söylemi tutturmaya başlamış, aynı konumlandırmayı seçmişsek, öyle ya da böyle Türk milliyetçilerini etkileyen, onların tercihlerini temsil etmenin yanında, tercihlerini belirleyen iki partiye neden ihtiyaç duyduk? Elbette İYİ Parti’nin muhalif safta olmakla, MHP’ye nazaran çok daha faydalı ve tutarlı olduğunu söylemek gerekir. Hele, MHP’nin Apo’nun mektubunu üstünü çok da kapatmadan desteklemek, Doğu Türkistan meselesinde Çin yanlısı bir politika izlemek gibi günahlarının yanında İYİ Parti melektir. Ancak ayrım bu kadar idiyse, tantananın parti içinde kopmaya devam etmesi daha faydalı olurdu: Bu günahları işleyen bir yönetimin sürekli olarak parti içinden taciz ve baskıya maruz kalması, milliyetçiliğin de, Doğu Türkistan’ın da daha hayrınaydı. Küçük planda Bahçeli için geçerli olan, büyük planda Erdoğan için de geçerlidir. Erdoğan siyaseten kan kaybeden bir lider. Artık en yetenekli isimleri bulamıyor, en iyi bilenlerle çalışamıyor. Kendi partisinden ayrılanlar bir bir karşısına dikiliyor. Metropollerde, Türk sanayisinin ve ekonomisinin en yoğun olduğu bölgelerde referandum zamanından beri desteği azınlıkta. En büyük iki ilin yerel yönetimini kaybetti. Erdoğan’ın sağlığı siyaseten bozuk, şu halde Erdoğan sonrası Türkiye’de siyasetin manzarasının nasıl olacağına ve nasıl olması gerektiğine odaklanmak, Türk milliyetçileri açısından hayatidir. 2014, 2015 yıllarından beri yazılarımda bir motif, sürekli tekrarlayan bir iddia bulunduğunu fark ettim: “Milliyetçilerin İslamcılıkla geçişken kısmı AKP, kentli kısmı CHP içinde erimeye zorlanacak.” İYİ Parti’nin ve MHP’nin benim milliyetçilik anlayışımla ne kadar örtüştüğü tartışmasını bir kenara bırakarak, kendine Türk milliyetçisi diyenlerin ekserisinin oyunu alan bu iki partinin manzarasına bakalım: Biri, bütün varlığını parti içi muhalefeti bastırmak adına Erdoğan siyasetine eklemlemiş. Diğeri CHP’yle ittifak yapmazsa barajı geçemiyor ve varlığı, diğer partinin başkanının varlığını devam ettirmesine endeksli. Tabanda, medyada, siyasette Türk milliyetçiliğinin en görünür olduğu dönemde, Türk milliyetçiliğinin teşkilat anlamında epey güçsüz olduğunu görüyoruz. Burada Türk milliyetçilerinin büyük bir kısmının CHP’ye şükran borcu olduğunu söylemek zorundayım. CHP ile kurulan ittifak sayesinde, her ne kadar İYİ Parti daha kentli, daha özgürlükçü bir milliyetçilik vizyonunun temsilini üstlenmese de, AKP ile ittifak “günahı”na girmemiş bir milliyetçi partiyi meclise sokmuş olduk. Yarının olası senaryolarında, yarının siyasi aktörleri hikayeye ihtiyaç duyacaklar. İYİ Parti’nin en faydalı yönü, bu hikayeyi sağlamış olmasıdır. Parti muhtemelen kalıcı olmayacak, ancak bu parti sayesinde ortaya çıkan aktörler ileride çok faydalı işler yapabilirler. İsim vermekte beis görmüyorum, Buğra Kavuncu böyle gördüğüm isimlerden biri. Hata yapmaz, daha görünür olur ve kendisine yatırım yaparsa, İYİ Parti’den bağımsız olarak, arzu ettiğimiz milliyetçiliğin hiç değilse havzasında olan bir öncü figür olacağını iddia edebilirim. Şu halde İYİ Parti’nin Türk milliyetçiliği açısından işlevi, içinden çıkacak yeni aktörlere organik malzeme sağlama işlevidir ki, acı bir anekdot olarak aynı örneği daha önce MHP için verdiğimi söylemeliyim: MHP’yi bir balina leşine benzetmiş, balina leşlerinin sağladığı organik materyalin okyanus diplerinde çok canlı bir hayata kaynaklık ettiğini söylemiştim. Hülasa, iki partinin de “bizim açımızdan” büyük sorunları var. MHP’nin sorunu AKP ile asimetrik bir ortaklık; AKP’nin siyasi bir enstrümanı olmayı kabul etmek. İYİ Parti’nin sorunu ise, özgürlükçü, kentli ve sivil bir milliyetçilik dalgasının kendini gerçekleştirmesini, rüştünü ispat etmesini bir ya da birkaç on yıl daha ertelemek. MHP’nin müstakbel ve muhayyel başkanının ise, bir anda AKP ile ortaklığı bitirebileceğinden şüpheliyim. Böyle olmasından mutlu olacağım için değil, olabilecekler arasında Türk milliyetçiliğine en az zararı olacak senaryo, AKP ile daha onurlu ve daha baskıcı, kazanım odaklı; hatta içten içe AKP’yi yeni tartışmalara ve ayrışmalara sevk edecek bir iletişim yürüten bir MHP Genel Başkanı’dır. AKP sonrası manzarada, MHP’nin mevcut siyasetinden ve geleneksel Türk milliyetçisi temsilinden ötürü, AKP’ye kesilen faturanın aynen Türk milliyetçiliğine de yansıtılması ve milliyetçiliğin büyük bir itibar kaybına uğramasından korkuyorum. AKP sonrasında dışarlıklı ve tiksindirici zihniyetteki sığ bir sağ zihniyetin iktidarının gelebileceğinin emareleri var. AKP’den daha zararlı olan, herhalde giderken kendi içinden çıkardığı en nefret uyandıran bileşenini yegane çıkış yolu olarak bırakarak gitmesi olurdu. Bunun engellenmesi için her milliyetçinin güç odaklı, mevzi odaklı bir siyaset yapması gerekiyor. Bu siyasetin mesela benden küfür yemeden nasıl yapılabileceğini bilmiyorum. Ancak partilerin gerekliliği ve etkileri azalmış olmasa da, bir lider kültü yaratan Erdoğan’ın muhalefeti de etkilediğini, muhalefetin de artık partiler üzerinden değil, isimler üzerinden şekillendiğini görüyorum. O yüzden bu iki partide de isimlere odaklanacağımı, (MHP özelinde bu, muhalefeti MHP’de kalarak sürdürmek gerektiği tercihinde bulunanları kastediyor) AKP sonrası dönemde Türk milliyetçiliğinin kan kaybetmesini, itibar kaybetmesini engelleyecek her hamleye, ideolojik yahut prensip çerçevesinde uyuşmasak bile rahmet nazarıyla bakmaya çalışacağımı beyan ediyorum. Üstelik bütün formülleri etkileyen bir parametre; Mansur Yavaş faktörü var. Yavaş, Türk siyasetinde hep konuşulan ancak bildiğim kadarıyla hiç var olmayan gerçek bir “partiler üstü aktör” olmayı başardı. Bu Türk milliyetçisi başarı hikayesinin, kaygılarımız ve prensiplerimizi hiç incitmeden bir değişim öyküsüne dönüşmesi gayet mümkün. Türkiye’de yeni bir milliyetçiliğe ihtiyaç olduğunu, böyle bir kitlenin var olduğunu söyleyen, bu kitleye öncülük etmesi gereken yapının de İYİ Parti olması gerektiğini tespit eden teorim haksız çıktı. Hala ilmek ilmek dokumaya çalıştığım bu yeni milliyetçiliğe inanıyorum ancak, pratik düzlemde bir süre daha gözlem yapmayı, teorik tecrit içinde ihtimallere kör kalmamayı tercih etmek yeni tutumumdur, kıymetli okuyucuya da aynını tavsiye ederim.

Bahadırhan Dinçaslan M. Bahadırhan Dinçaslan muhammed bahadırhan dinçaslan