İmamoğlu ve Yavaş: İki Başkana Dair Bir Analiz

TAKİP ET

Muhalefet, uzun yıllardır ilk defa 'kazandı'

Muhalefet, uzun yıllardır ilk defa “kazandı”. Bu kazanmak, yalnızca vakıanın ne olduğuyla ilgili değil; kazanmış olma hissi, gerçekte ne kadar kazanıldığından önemlidir. AKP seçmeni, mesela, oyları düşse de kazanmış hissi yaşıyor. Muhalefet ise, kazanmaya giden yolda önemli merhaleleri aşsa, kazanımlar elde etse de, kendini “kazanmış” saymıyordu. Ancak yerel seçimlerden sonra büyükşehirlerin ekserisini ve Türkiye’nin en büyük üç şehrini kazanmak, muhalefeti tazeledi. Özellikle AKP’nin “paralel ekonomi”si için büyük önem arz eden İstanbul’un alınması ve post-Melih sendromu yaşayan, hükumetten bağımsız bir baskı, yolsuzluk ve hizmetsizlik kentine dönüştürülmüş Ankara’nın ferahlaması, muhalefete büyük moral aşıladı. Tabii bu kazanmışlık hissi, büyük bir beklentiyi de beraberinde getirdi. Özellikle “karşı” tarafın elinden alınan İstanbul ve Ankara’da, seçilen belediye başkanları büyük bir beklentiyi de bu devasa şehirleri yönetme yükünün üzerine eklediler.

Esasen, beklenti değil, beklentiler demek lazım. Zira farklı ölçeklerde, farklı düzlemlerde, farklı beklentiler başkanlara yöneldi. Sözgelimi, yıllarca atanamamış, “ekmek” yiyememiş, kadrolardan nasibini alamamış muhalefet, başkanlardan bu eksiği tatmin etmesini bekledi. Maalesef bu uzun süreli “açlık”, muhalefetin kendini unutmasına neden oldu bile diyebiliriz. Yıllar önce bir sohbetimizde Kadir Cangızbay anlatmıştı. “Genç bir sosyalistim, saha çalışması yapıyorum. Denk gelen bir Alevi dedesine sosyalizmi anlattım. ‘Oğlum’ dedi, ‘bu dediğini keşke açlar değil toklar yapsa.’ Niye diye sordum, ‘aç adam hoyrat olur, toklar kırıp dökmeden yaparlar’ dedi.” Açlık, hele ki mecazi, karakter özelliğine gelmiş ruhî bir açlık çok tehlikelidir ve maalesef, muhalefete tesir etmişti. Başkanların bütün atamaları, bütün tercihleri sorgulandı ve göreve geldikleri andan itibaren iş ve işçi bulma kurumu gibi davranmaları beklendi.

İktidarın yönetici atamalarında, işçi alımlarında haksızlık yaptığı, kendi yandaşını kayırdığı ve Türkiye’de hak edenin değil, biat edenin, tarikatlere, cemaatlere kapılanıp mankurtlaşanların bir yerlere geldiği hakikattir. Ancak muhalefet, bundan mustarip kitlelerin hareketi olduğu halde, bu kitlelerin “açlık”ı sebebiyle, aynını uygulamak yolunda bir baskıyı üzerinde hissediyor. Geleneksel cephelerin ötesinde açılan ilk iki cephe de Ankara ve İstanbul olduğu, bu iki şehrin “rantı” hayli yüksek olduğu için de, herkes bu iki şehrin yönetimine hücum ediyor.

Beklentilerin bir diğer düzlemi de, elbette siyasi düzlem. Girişte bahsettiğim pratik boyutun yanında, ideolojik olarak da başkanlardan beklentiler var. Bundan yaklaşık bir yıl önce, henüz adaylığı açıklanmamışken Mansur Yavaş’a şöyle söylemiştim: “Başkanım, kazanmanızın belediyecilikten öte bir anlamı olacak. Bizim kuşak hiç başarı görmedi. İlk defa bir Türk milliyetçisinin ulusal ölçekte bir başarıya hak ederek imza attığını görecekler. Hep yenilgi ve teselli döngüsünde kalan gençliğe böyle bir yakıt, heyecan lazımdır.” İmamoğlu da bu beklentilerden azade değil; İstanbul’un Kürdofil CHP bileşenleri, İmamoğlu’nu kendilerini meşru ve görünür kılacak bir öncü olarak görüyorlar.

Başkan seçilmelerinin üzerinden yeterli zaman geçmiş ve “toz” çökmüşken, iki başkanı ana hatlarıyla değerlendirmek mümkün hale geldi. Şahsi gözlemlerim, İmamoğlu’nun beklentileri karşılayamadığı, Mansur Yavaş’ın ise mütevazı başlayıp, bugüne gelindiğinde çok daha başarılı algılandığını söylüyor. Bir nevi, İmamoğlu’nun grafiği logaritmik ve yükseliş miktarı sürekli azalıyor, Yavaş’ınki ise üssel, yükselmenin yanında yükseliş miktarı da artıyor diyebiliriz.

İmamoğlu’nun Kürtçü yapıları İstanbul’u kazanmasındaki en önemli faktör olarak gördüğünü söylemek, davranışları ve siyasetine bakınca, yanlış olmaz. Üstelik şimdiye kadar gündemde işgal ettiği yerin çok azı belediye faaliyetlerine ilişkindi. Politik meselelerde, iktidarın “çerçeveleme” stratejisine koz verecek raddede Kürtçü-Radikal Sol tandanslı bir konumlandırmayı tercih ediyor.

Yavaş’ın vakasında ayrıksılaşansa şu: Yavaş, CHP’li algılanmıyor. “Partilerüstü siyaset” Türkiye’de sıkça konuşulan, arada bir gündemi işgal eden bir konudur. Ancak partilerüstü bir aktör pek rastlanan bir şey değildi. Yavaş, hiç değilse yakın tarihimizin ilk büyük “partilerüstü siyasi aktör”üdür. Üstelik Türk milliyetçisi kimliğini göze sokarak değilse de, görünür kılmaktan çekinmiyor. Bu açıdan, uzun vadede Yavaş’ın siyasete -en azından olumlu- etkisinin daha fazla olacağını söylemek mümkün.

Yavaş, CHP-İYİ Parti ittifakının arkasındaki amil olan “şehirli, Türk milliyetçisi, laik kitle”nin ittifakını temsil ederken, İmamoğlu ancak İstanbul’da ciddi bir etki değerine ulaşabilmiş, CHP – HDP geçişkenliğindeki azınlık, ancak yüksek nitelikli kitlenin siyasi temsilciliğini üstleniyor.

Seçilmesinden ve politik duruşunu belirginleşmesinden itibaren herkesin, arkasındaki mağduriyet hikayesinin de katkısıyla, İmamoğlu’ndan bir cumhurbaşkanı adayı yaratılacağını öngördüğünü söyleyebiliriz. (Şahsen İmamoğlu’nun uğradığı haksızlık esnasında ona destek veren milyonlardan biriydim.) Ancak İmamoğlu İstanbul’u düşünüyor, Türkiye’ye teşmil etmeye çalışıyor. Bu İmamoğlu’nun enerjisini tüketecektir, bununla da kalmayıp, iktidarın elini güçlendirecektir. Yavaş ise, bütün Türkiye’de kendiliğinden gerçekleşen ittifakın yerel bir figürü, öncüsü olarak algılanıyor, bu onun ilerleyen dönemde ulusal ölçekte siyasi hamlesi olursa, en büyük avantajı olacaktır.

Özetleyecek olursak, iki başkandan İmamoğlu, bizleri şaşırtan ve üzen bir siyasi çizgi tutturdu. Hatta, bu noktada bir başka ismin ağırlık kazanmasına neden oldu: Buğra Kavuncu. Buğra Kavuncu, CHP – İYİ Parti ittifakında temsil edilen kitlenin “Türk” ve “milliyetçi” sıfatlarını temsil ediyor. İmamoğlu ve Canan Kaftancıoğlu karşısında bir denge unsuru olarak görülüyor. Bu kendisi açısından avantaj olduğu gibi, İmamoğlu cephesi için de faydalıdır. Elbette bizler bir cepheyi temsil ediyoruz, onlarsa farklı cephe ve kesimlerden oy almış bir siyasetin figürleri; bu veçhile doğrudan bizim beklediğimiz, istediğimiz gibi davranmamaları çok da şaşırtıcı değil. Ancak hem Kaftancıoğlu’nun hitap ettiği kitleyi, hem de Kavuncu’nun temsil ettiği kitleyi elde tutmak isteyen bir İmamoğlu’nun, Türk milliyetçiliğinin de en az sol kesim kadar belirleyici olduğunu görmesi lazım. Kurguladığı dilde yapacağı ufak değişiklikler, kendisine karşı ilk emarelerini göstermeye başlayan alerjik reaksiyonu büyümeden kesecektir. İYİ Parti’nin de, Kavuncu’yu daha görünür ve güçlü bir pozisyona gelmesi için desteklemesi gerekiyor.

Belediyecilik anlamında tatmini sağlamayı başarmış bir Mansur Yavaş’ın ise, bu tatmini anketler ve gözlemler vasıtasıyla ölçtüğü ve tespit ettiği gün, Türk milliyetçisi bir siyasetin ulusal zeminde tesisi için hamlelere başlaması beklentidir. Şartlar bu kadar olgunlaşmışken, İYİ Parti’nin temsil ettiği ancak sonraları -maalesef- kaybettiği muhalif-milliyetçi heyecan dalgası, yerel bir başarı öyküsü ile birleşirse, Türk milliyetçiliğinin nihayet iktidara gelmesini sağlayabilir. Getirecek olan belki Yavaş değildir, belki böyle bir isteği yoktur, ancak Ankara’da yaptıkları, Ankara’dan çok daha ötesini etkileyecektir.

Bahadırhan Dinçaslan ekrem imamoğlu M. Bahadırhan Dinçaslan mansur yavaş muhammed bahadırhan dinçaslan