İman Varsa İmkan da Vardır

TAKİP ET

Bu sözü hepimiz bir yerlerde mutlaka görmüş veya duymuşuzdur

Bu sözü hepimiz bir yerlerde mutlaka görmüş veya duymuşuzdur. Özellikle namaz ibadeti konusunda, sakat, yaşlı, ağır bir işte çalışan veya zor şartlar altında mesai yapan ve namazını eda eden bir kişi fotoğrafı ile birlikte verilir. Burada verilmek istenen mesaj özelde kişinin namazını gönlü varsa her şartta kılabileceği olmakla birlikte daha geniş bir açıdan bakarsak da bunu kişinin bir işe niyeti varsa/o iş kendisi için bir önem arz ediyorsa buna zaman bulacağı veya bunun için zaman ayıracağı şeklinde yorumlayabiliriz. Bunu hayatımızdaki pek çok duruma uyarlamak, bu sebeple mümkündür. Bu noktada öne çıkan birkaç durum ise sürecin veya sonucun belirlenmesinde önemlidir. Bunlardan ilki “öncelik” meselesidir. Kişi, bu işi hayatındaki ilgileri, ödevleri, sorumlulukları arasında hangi sıraya koymaktadır? Birincil öneme mi haizdir yoksa “olsa da olur olmasa da” seçeneği ile “olsa iyi olur” arasında bir yere mi oturtmaktadır? Zira birincil öneme haiz değil ise bu, kişi için bir “mesele” değil, hayatında olduğunda ona fazladan bir mutluluk, kazanç veya tatmin duygusu kazandıracak bir olgu demektir. Çünkü kişi hayatında daima birincil öneme sahip şeyler için mücadele etme eğilimine sahiptir. Bu davranış görünür veya görünmez, bilinçli veya istemsizce olabilir. Görünür ve bilinçli olduğunda kişi bunu planlar, bunun için yollar arar, bulduğu yolları dener, imkânları kullanır ve hedefe ulaşmak için hayatındaki bazı diğer alanlardan fedakârlık yapar. Görünmez ve istemsiz olduğunda ise yine bu hedef için çalışır ama farklı yolları plansız bir şekilde dener, ilgisinde dağınıklık, hareketlerinde bütünlükten uzaklık gözükür. Bu da zamanla hayatındaki bütün işlerin birbirine karıştığı ve hiçbirinin tam manası ile bir hedefe ulaşmadığı bir durumu doğurur. Yani, kaos. Maalesef, bugün Türk milliyetçiliğinin gerçekleştirmeye çalıştığı huruç hareketinde de aynı kaos hakimdir. Bir yola çıkıldığında, yolun çabucak bir yere varacağı, hedeflere kolay ulaşılacağı, zaferin kısa sürede mümkün olacağı, mevcut bilgi ve tecrübenin ışığında eski hataların tekrar edilmeyeceği varsayılır. Oysa bu varsayım baştan hatalıdır ve başarının önündeki en büyük engel, belki de budur. Bilinmektedir ki uzun yollar uzun soluklu mücadeleler, uzun soluklu mücadeleler de uzun süre yolda kalanlar veya yolda kalanlara uzun vadeli destek verenler ile mümkündür. Burada temel çıkış noktası kervanın yola çıkmış olmasıdır. Daha önceki yazılarımdan birinde belirttiğim gibi, meselelerimizi yolda da konuşmamız mümkündür. Kullanıcı deneyimlerini inceleyen UX (user experience) tecrübelerine göre bir sistemin mükemmel bir şekilde kurulması ve mükemmel olduğu anda ortaya konması önemli değildir. Mükemmel, sistemin tepe noktası, yani ideal olandır. Bir sistemin temeldeki en önemli özelliği gelişime açık olması, şartlara, durumlara, kullanıcı deneyimlerine göre kendisini yenileyebilmesi olmalıdır.  İşte tam da bu noktada Türk milliyetçilerinin durumu göz önüne gelmektedir. Nasıl ki benzer topluluk tanımları arasından milliyetimizi seçerek kendimize Türk milliyetçisi/Türkçü diyorsak, diğer kabullerimizde de buna uygun seçimleri yaparak bu seçimimizi berkitmemiz gerekmektedir. Yoksa Türk milliyetçiliği bizim için bir “olsa da olur olmasa da” meselesi haline gelmese dahi “olsa iyi olur” raddesinden öteye geçemeyecektir. Hayatımızda işgal ettiği yer manasıyla bunun tahlilini hepimizin yapması mümkündür ve bunun için uzun siyasi tahlillere veya fikri çözümlemelere gerek yoktur. Türk milliyetçiliği fikir sistemini oluşturan temel görüş bellidir. Bunu da “Türk için, Türk’e göre, Türk tarafından” şeklinde özetleyebiliriz. Elbette bu yazının ana konusu Türk milliyetçilerinin genel durumunu özetlemek değildir ki bunu yapmak için çok uzun bir yazı ve değerlendirme süreci gerekir. Yazımı sona yaklaştırırken benim asıl bahsetmek istediğim husus, Türk milliyetçileri tarafından kurulmuş, bunu açıkça ilan etmiş ve devamında da bunun için çalışma azmini ortaya koymuş yapılara destek vermemiz gereğidir. Bu yapılardan kastım ise siyasi partiler değildir. Çünkü siyasi partiler bir noktada aracın amaca dönüşmesi tehlikesini içermektedir. Oysa bugün dağınık halde bulunan ve toparlanmak için bir refleks gösterme olasılığına sahip yapılar içerisinde hepimiz yazarak, çizerek, okuyarak, yorumlayarak, talep ederek, arz oluşturarak, düzenlenme ve yürütmeye katkı sunarak, Türk milliyetçiliği fikrini kendimiz için bir “mesele” haline getirdiğimizi gösterebiliriz. Bu hem kendimize bir motivasyon ve güç sağlar hem de bu yapıların kendilerini güçlendirmesine ve dahil olanların fikirleri ile kendini geliştirmesine imkan tanır. Son olarak şunu ifade etmek isterim ki hepimizin elinde ufak veya büyük imkânlar vardır. Bu imkânları nereye kullanacağımız ise tamamen iman meselesidir. İnandığımız veya uğruna mücadeleye etmeye değer bulduğumuz şeyi belirleme hadisesidir. Yoksa bir sohbette gerçekleşen beş dakikalık konuşma dahi imkânın imana dönüşmesidir. Gelin yüreğimize dokunalım ve hepimiz düşünelim. Türk milliyetçiliğini önemsiyor muyuz? Onun için elimizdeki imkanları ne kadar ve ne ölçüde faydalı kullanıyoruz? Yani imkan imanı, iman da imkanı besliyor mu?