İntihar Ediyorum – Lütfen Bu Yazıyı Okuyun

TAKİP ET

'Hayattan çekilen bir adam cemiyete zarar vermez: Yalnızca iyilik yapmayı keser, bu da bir zararsa, en önemsizindendir

“Hayattan çekilen bir adam cemiyete zarar vermez: Yalnızca iyilik yapmayı keser, bu da bir zararsa, en önemsizindendir.” David Hume

Olta tabir edilen cinsten başlığı tıklayarak ve hakikaten intihar etmem beklentisiyle geldinizse, özür diliyorum, öyle bir niyetim yok. Ancak başlık tam olarak irdelemek istediğim konuyla alakalı: İntihar ve iletişim.

Şüphesiz oldukça sıkıntılı bir konuya dair yazıyorum: Bir yanda özgür iradesiyle yaşamını sonlandırmış insanlar ve onların geride bıraktıkları. İnsanın kendi yaşamıyla ilgili bu kadar özel bir tasarrufunu yargılamak konusundaki hassasiyetim, Atsız’ın “bütün didinmelerden sonra büyük kainat manzumesinde meçhul bir zerre olacağımızı düşünüyor ve bu kadar boş bir neticeye varmadan evvelki şu kısa misafirlikte insanların vicdanına karışmak hamakatını gösterenlere acıyorum” tarifiyle pekiştiğinden beri, böyle konularda beylik laflar etmekten çekinirim. Fakat diğer yandan, müntehire eleştiri de getirilebilir; şüphesiz bu eleştiriler hep cemiyetle, cemiyetin kurumları ve olgularıyla ilgilidir.

Durkheim, cemiyetin bilincinin ancak cemiyeti birim olarak kabul eden bir bilimle anlaşılabileceğini söyleyerek sosyolojiyi tesis ettiği gibi, intiharı da ilk defa psikolojik bir mesele değil, sosyolojik bir mesele olarak ele almıştı. Bu yazı bir Durkheim yazısı değil, o köprünün altından da çok sular aktı; Durkheim’ın anlama serüvenimize katkısı olduysa da, bizim sağcı entellerin yapmayı sevdiği gibi üzerinden bir asırdan fazla zaman geçmiş bir eserin taksonomisini intihar meselesinin ana hatları budur diye sunmayacağım. Hayır, yalnızca diyeceğim ki, evet, intihar ekseriyetle sosyolojik bir vakadır, zira kararı veren bireyse de, sürekli olarak cemiyet tesiri altındaki bireyler olduğumuzdan, böylesine “biyolojimize zıt” bir kararı alıp uygulayabiliyoruz.

Amatör bir hayvan kesimine şahit olduysanız, örneğin kurban bayramında, muhtemelen hayvanın kafası büyük oranda kesilmişken dahi ayağa kalkmaya çalıştığına da şahit olmuşsunuzdur. Hatta acemi kasaplar sebebiyle bağlarından kurtulan, o halde ayağa kalkmayı başarıp büyük işkence çeken hayvanlar dahi görmüş olmanız mümkün. Yaşamı devam ettirme isteği çoğu zaman reflekslerimize işlenmiştir, düşünmemize, kasti kararlar almamıza gerek bile yoktur. O halde bile hayvanın sinir sistemi tehlikeden kurtulmasına yardımcı olacağı önceden sınanmış tepkileri vererek yaşamını uzatmaya çalışmaktadır. İntihar edenler, peki, donanımımıza bu kadar derinlemesine işlenmiş hayatta kalma dürtüsünü nasıl baskılayarak intihar ederler? Öyle ya, boynuna ilmeği geçirse dahi, elleri, ayakları beyninin emirlerini dinlese dahi, boğulma hissi başladığında ayakları destek bulmak için çırpınacak, elleri belki de ilmeği kavrayıp, istemsiz olarak genişletmeye çalışacaktır.

Bu çatışmanın en güzel işlenişi, sevgili kardeşimin hatırlattığı üzere, şüphesiz Martin Eden romanında. Martin boğularak intihar etmeye çalışırken, istemsiz hareketlerinin onu yüzeye taşıdığını, ölemediğini fark eder. Son defa derin bir nefes alarak, iyice dibe dalar. Bu sayede istemsiz hareketleri onu yüzeye taşıyamaz ve Martin Eden “artık bilmeyi keser.” Bir nevi bilinç, kendisini, bilinci yok etmek için, “programlanmış olan”a galebe çalmıştır.

Dünya Sağlık Örgütü verileri, ihtiyarların ve ergenlik çağındaki insanların daha çok intihar ettiğini söylüyor. İhtiyar intiharı büyük oranda bakımsızlık, ümitsizlik, acı çekme yahut fakirlikten kaynaklanıyor. Hayatın hülyasının kalmaması diye tarif edebileceğimiz daha felsefi intihar sebepleri de var elbet ve bu ihtiyar intiharlarında ciddi rol oynuyor.

Fakat ergen intiharı? İletişim meselesinin en önemli olduğu alan burası: Ergenler psikolojik ve sosyolojik koşulların intihar kararına elverişli olduğu bir dönem geçiriyorlar. Bu iki önemli faktör birleşince, aynı kurumun verilerine göre intihar, gençler arasında trafik kazasından sonra ikinci en önemli ölüm sebebi. Bir nevi “nature vs nurture” ilişkisinin özeti: Natür her zaman imkan sağlar, potansiyel sağlar ama mutlaka aktif olacak değildir. Çevre şartları ve etkileşim fıtratı tetiklediğinde, sonuç gerçekleşir. Ergenlik, biyolojimize işlenmiş bir süreç, bu dönem zihnimizin, duygu durumumuzun karmaşık olması da normal ve beklendik. Ancak çevre şartları belirli bir şekilde oluşunca, bu karmaşıklık bizi intihara sürükleyebiliyor.

Türkiye’de son dönemde sıklıkla rastlanan intihar haberlerinin veriliş biçimi, bunu arttırıyor mudur? Gençler arasında, literatüre göre, özellikle “ünlü intiharı” daha çok etkili. Fakat “maddi yetersizlikten dolayı yaşlı intiharı” diye ayrıştırdığımız kategoriyi Türkiye’de fakir intiharı olarak görmeliyiz: Hastalık, bakımsızlık ve fakirlik insanları yaşlanmadan da vurabiliyor. Haberlerin bu konuda intiharları tetiklediğini, akla düşürdüğünü söylemek mümkün. Ergenler bir ünlünün intiharından daha çok etkileniyorlar, zira ünlüyle aralarında bir özdeşleşme ilişkisi var, ancak fakirlikten ve başka trajedilerden mustarip bir aile babası, herhalde ünlü intiharından değil, özdeşleşebileceği bir tipin intiharından etkilenecektir.

İşin bir diğer tarafı da var elbette: İntihar edenin ünlü olması. Mehmet Pişkin vakası, buna güzel bir örnek. İntiharıyla “ünlü” olan Pişkin, Dünya Sağlık Örgütü’nün risk grubunda olan intihara meyilli ergenlere kesinlikle yönlendirici bir etki yapmıştır diyebiliriz. Bunun farklı boyutlarına yazının sonunda yeniden geleceğiz. Sosyal medya klasik medyadan daha önemli bir mecra, zira intiharı özendirici olabiliyor, yahut risk grubundaki gençleri intihara sürükleyebiliyor. İntihar fikri akla düştüğünde, nasıl yapılabileceğine dair metodları, rehberlikleri daha kolay ulaşılabilir kılıyor. Siber-zorbalık, örneğin, Amerika’da genç bir kızın intiharıyla gündeme oturmuş, sosyal medyanın zaten risk altında olan bu yaş grubunda, akran çevresinin olumsuz etkileşimi nedeniyle intihara sürükleyici olduğuna dair çokça yazılıp çizilmişti.

Fakat intihar meselesinin, son zamanlarda, birbirinden bağımsız, biri ekşi sözlük ve diğeri twitter olmak üzere iki mecrada karşıma çıkan örnekler sebebiyle aklıma düşen bir boyutu daha var: İntihar çığlığı. Vaktiyle kısa bir süre sohbet fırsatı bulduğum Haydar Dümen’e, “hocam akıllı bir adama benziyorsun, neden sana kurgusal hikayeler yazan adamları ciddiye alıp cevap veriyorsun?” diye sormuştum. O da müthiş bir ders vermişti: “Evladım” demişti, “ben her şeyden evvel bir hekimim. Bu benim için bir veridir. Sen neden öyle kurgular yaratmıyorsun da, o yaratıyor? Bu da bir emare değil mi sence?”

Evet, intihar çığlığı, intiharın kendisinden daha az görünür ancak bir o kadar önemli bir mesele. İntihar edeceğini söyleyen gençler, bunu sosyal medyada paylaşıyorlar. Kimisi yalnızca ilgi bekliyor oluyor, kimisi, vaktiyle Boğaziçi Köprüsü’ne çıkıp iş isteyen aşina simalar gibi, bir müşkülünün çözülmesi için bu yola başvuruyor. Ancak belirtmekte yarar var; sosyal medyada kullanılan kelimelerden ve yapılan aramalardan intihar alarmı kurmaya çalışan projeler varken, intihardan bahsetmek ya da daha önce başarısız intihar girişiminde bulunmuş olmak, intihar riskini büyük ölçüde arttırıyor. Yani yalnızca ilgi peşinde bile olsa, intihar edeceğini söyleyen bir ergene vereceğiniz tepki, ileride intihar etmesini kolaylaştırabilir. O ergen neden böyle bir yola başvurdu, buna eğilmek gerekiyor.

Zygmunt Bauman’ın Facebook hakkındaki sözleri geliyor aklıma: “Bir Facebook kullanıcısı bir günde 500’den fazla arkadaş edindiğini söyledi. 86 yaşındayım ama hayatım boyunca 500 arkadaşım olmamıştır”. Sosyal medya birçok kavramın içeriğini değiştirdi; yeni kavramlar da yarattı. Buna çoğumuz “içini boşaltmak” diyoruz ancak bu bence içini boşaltmak değildir, kavramlar, olgular değişir, yeni anlamlar, işlevler kazanırlar. Yalnızca şunu söylemek mümkün: Artık çok fazla arkadaşımız var ancak öne çıkamıyoruz. Birkaç kişilik arkadaş grubunun kıymetli üyesi değil, çok kalabalık bir grubun herhangi bir mensubuyuz.

Haber sitelerindeki yorumları aklınıza getirin. Herkes o an “80 milyon”un kendisini okuduğunu düşünüyor ve öyle yazıyor. Aslında, kimse okumuyor! Daha çok okunabilmek, ancak daha çarpıcı olmakla mümkün.

Konuyu biraz dağıtırsak, “bilgi”nin dahi işlenişi ve servisi değişti. Sosyal medya ve internet, bilgiyi daha ulaşılabilir kılmıştı. Ancak geldiğimiz nokta şu: İlginç bilgi, işe yarar bilgiden daha çok ulaşılır hale geldi. Bu elbette bir şikayet değil, insanoğlu hep böyleydi ve böyle kalacaktır, ancak bu içerik üreticisinin davranışlarını da etkiliyor. Örneğin ben, yarım saat kadar önce okumalarım bitip yazıyı yazmaya koyulduğumda, ilgi çekici bir başlık attım. Daha ötesi var, çok okunmak benim de hoşuma gittiğinden, kitlenin çok okuyacağını bildiğim türden içeriği daha çok ürettiğimi fark ettim. Farklı ve farkında olduğumuz küçük gruplardan çıktık ve şimdi fark edilmek istiyoruz. Goethe, aklımda kaldığı kadarıyla “bilinmeyen bir şey var olmamış demektir” diyordu, bir nevi kendi varlığımızı ispat için daha çok bilinmemiz, dolayısıyla daha çok Facebook arkadaşı, Twitter takipçisi edinmemiz, “fav” almamız lazım.

İntihar çığlığı atan gençler, bu genel halin özel bir versiyonunu teşkil ediyorlar. Hepimiz fark edilmek istiyoruz ve dediğim gibi, bu satırların yazarı dahil, bunu farklı yollarla başarmaya çalışıyoruz. Ancak bizim dekolteli fotoğraf koyarak, küfrederek, yaratıcı espriler yaparak yahut yitip gitmiş bir tarihten ilginç kesitler çıkararak yaptığımızı, onlar neden intihar çığlığıyla yapıyorlar? Sorulması gereken soru bu. Klasik medyada intihar yaygın, sosyal medyada ilgi çekme baskısı had safhada, ergenlik dönemi buhranları zaten halet-i ruhiyeyi elverişli kılmış… Bir de Mehmet Pişkin örneği olunca, hele bir de meşhur olmamış ancak “sosyal medya çevresinde duyulmuş” birkaç intihar çığlığı vakası gördüyse, gencin buna yönelmesi oldukça kolaylaşıyor.

Şu halde, bu tür paylaşım yapan gençlerin gördüğü ilgi, onları yatıştıracak, büyük oranda intihar çığlığı atmasına sebep olan koşulları baskılayarak, tatmin yaratacaktır diyebiliriz. Dolayısıyla bu arkadaşlara ilgi göstermekte bir beis yok, aksine fayda var. Fakat onlara küfretmek, onlarla dalga geçmek, yaralarını arttıracak, o anda olmasa bile gelecekte intihar etmelerine neden olabilecektir. İntihar gibi, birçok “donanım” meylimizi bastırma gereği gösteren, oldukça sıra dışı bir eylemi telaffuz etmiş bir genç, üstüne bir de siber-zorbalıkla tanışırsa, iyice itilecek, o sahte dahi olsa attığı çığlığı atmasına neden olan koşullar güçlenecektir.

Son olarak söylemem gereken bir şey var: Müntehir, intihar etmekle bireyliğinden ve saygınlığından bir şey yitirmemiştir. Yazının başında müntehire eleştiriler yöneltilebilir dedim; bunlar ekseriyetle “geride bıraktıkları” ile ilgilidir, cemiyetle ilgilidir. Ancak bu biraz vicdan aklama dürtüsünden kaynaklanıyor gibi: Geride bıraktıkları, o yola girmesinde aktif ya da pasif bir rol oynamışlardır. İrdelenmesi gereken geride kalanlar ve cemiyettir, müntehir değil. Bunun yanında, hukuki açıdan intihara teşvik yahut yardımın suç olmasının gerekliliğini kabul etmekle birlikte, kendi yaşamına dair böyle bir karar alan bireyler hakkında saygısızlığa hakkımız olmadığını düşünüyorum.

Hülasa, fakirlik intiharları için elimizden bir şey gelmez; bununla başa çıkacak olan hükumet politikaları ve medyanın sağduyulu yaklaşımıdır. Ancak “intihar çığlığı” meselesinde elimizden gelecek çok şey var, ümit ediyorum ki bu yazı, gelecekte benzer çığlıklarla karşılaşan okurun daha temkinli ve anlayışlı yaklaşmasına vesile olacaktır.

Bazı kaynaklar:

https://guilfordjournals.com/doi/abs/10.1521/suli.2010.40.2.146 https://ajph.aphapublications.org/doi/abs/10.2105/AJPH.2011.300608 https://ieeexplore.ieee.org/abstract/document/6918275 https://www.sciencedirect.com/science/article/abs/pii/S0277953609004948 https://www.who.int/mental_health/prevention/suicide/suicideprevent/en/ https://time.com/5550803/depression-suicide-rates-youth/ http://public-library.uk/ebooks/47/13.pdf

Bahadırhan Dinçaslan M. Bahadırhan Dinçaslan muhammed bahadırhan dinçaslan