İrfan Nasıl Öğretilir (2)

TAKİP ET

Geçen hafta irfanı öğretmenin mümkün olup olmadığını tartışmıştık (ben iyice bir havalara girdim ama artık hayırlısı)

Geçen hafta irfanı öğretmenin mümkün olup olmadığını tartışmıştık (ben iyice bir havalara girdim ama artık hayırlısı). O kadar muğlak bir biçimde geçtik ki konuyu, bürokrat konuşması gibi oldu. Bu hafta biraz daha somut ve basit biçimde anlatmak istiyorum. Daha önce dediğim gibi, eskiden uygulandığı üzere öğrencimizi bir bilenin, bir arifin yanına çırak vermek mümkün görünmüyor. Neticede şimdiki çocuklar asla günlerce, aylarca seyretmeyi, bazı sırların ancak hak edildiğinde ortaya dökülmesini falan kabul edecek gibi değiller; ama ilk günden her şeyi, tüm bilgileri ve tüm sırları açık etseniz bile bu bilgileri içselleştiremeyecekleri için pek bir faydası olmaz. “Sırrını verme dostuna, o da söyler kendi dostuna” lafını yüz kere söyleseniz, “anladın mı evladım” deseniz, o da “Anladım” dese bile o ilk kazığı yemeden ketum olmayı öğrenmesi zordur insanın. Bu durumda yapmamız gereken öncelikle öğrencinin hem bilgisini, hem görgüsünü, hem de deneyimlerini hızla arttırmak olacaktır. Bunun için yapılacakları kısa bir liste haline getirebiliriz: Genişçe bir okuma listesi. Belki 100, belki 200 kitap ile başlanmalı. Ama elbette bunları okurken pratik dersler de başlamalı. Mümkünse tek başına. Bilmediği yerlere. Bilmediği şeyler yapmak için. Bir görev vermekten bahsetmiyorum (bu çok bilgisayar oyunu gibi olurdu), ama sadece gezmek için de gitmemeli. Bilecik tapu dairesinde bir işi olmalı, ya da Berlin’de Bergama Sunağı’nı görüp resimlerini çizmeye gitmeli. Kendisinin ve bir başkasının sorumluluğunu almalı. Bir kedi beslemeli, olmadı bir Bonsai. Yatağını toplamalı. En zayıf olduğu yönünü düzeltmek için çalışmalı. Bir spora başlamalı. Sigarayı bırakmalı. Tasarruf etmeyi öğrenmeli. Bir şeyi her gün yapmaya sabredebilmeli. Okumak demiş miydik? Bir daha diyelim. Okumak iyidir. Problem çözme. Hem kendi dertlerini, hem de başkasının dertlerini “rapor etmeyi” değil “çözmeyi” öğrenmeli. Çözüm odaklı olma “tavrı” öğretilebilir bir şey ise burada öğretilmelidir. Muhtemelen ilk yılı bununla geçebiliriz. İkinci yılda vaka odaklı çalışılabilir. Vaka çalışmaları, mümkün olduğunca farklı durumları deneyimlemenin en pratik yöntemi gibi görünüyor. Bu vaka çalışmaları kısa süreli staj gibi olabilir, ya da çok ayrıntılı tanımlanmış bir vaka üzerinde oturup tartışmak biçiminde de olabilir. Vaka çalışmalarında hangi açılardan analiz yapma yeteneği geliştirmek isteriz peki? Ahlaki analiz. Tanımlanan vakada yapılması gereken, doğru şey nedir? Size sunulan seçeneklerden hangisi daha ahlakidir? Ya da başka ve daha ahlaki bir çözüm var mıdır? Mantıksal analiz. Makul olan, gerçekçi olan, sağduyu olan karar hangisidir? Sunulan vaka bilgileri, varsa tarihsel çerçeve, olası çözümler dikkatle incelenmelidir. Duygusal analiz. Bu durum nasıl hisler uyandırır? Kim ne hisseder? Bu duygular durumu nasıl etkiler? Empati yaparak durumu çok yönlü olarak inceleyebiliyor mu? İşbirliği. Diğer öğrencilerle yardımlaşıyor mu? Diğer öğrencilerin doğru analizlerini benimseyebiliyor mu, üzerine bir şeyler ekleyebiliyor mu? İlk vaka incelemelerinden biri “Omelas’ı Bırakıp Gidenler” hikâyesindeki ikilem olabilir. “Omelas'ı Bırakıp Gidenler” 1973 yılında Amerikalı yazar Ursula Kroeber LeGuin tarafından yazılmış bir hikâyesidir. Yazar, ütopik Omelas şehrindeki bir yaz bayramını anlatır. Bu şehirdeki insanlar çok mutludur, hiçbir sorunları yoktur. Ama onların mutluluğu tek bir çocuğun devamlı acı çekmesine bağlıdır. O çocuğun orada olduğunu bilip hayatlarına devam ederler. Ama hikayenin sonunda… Neyse, orasını da kendiniz okuyun. Öğrencilere bu durumda ne yapılacağı sorulabilir. Çoğunluğun mutluluğu ve refahı için bir çocuğu feda mı edelim? Bu azapla yaşayamayıp şehri terk mi edelim? İsyan çıkarıp, elimizi kana bulayıp o çocuğu kurtarmaya mı çalışalım? Her hafta incelenecek geçmişten ve gelecekten, gerçek veya hayali vakalar bulmak mümkündür. Burada esas olan tek bir doğru cevap olmaması, eğitmenin yönlendirme yapmaktan kaçınması (ama herkesi incelemesi) ve irfan pırıltılarının yakalanabilmesidir. Bir insana 50-60 yaşın deneyimi ile elde edilen irfanı birkaç yılda, yoğun bir eğitimle vermek mümkün müdür? Yahut aynı eğitim herkeste aynı etkiyi gösterebilir mi? Bunu bilmek mümkün değil. Nasıl her yaşlanan aynı derecede bilgeleşmiyorsa, bu eğitim de elbette herkesin aynı derecede “arif” olmasını sağlamaz. Ama bu eğitimi alanlarla almayanları karşılaştırırsak eğitimin işe yarayıp yaramadığını görmek mümkün olur. Benim şahsi kanaatim, ustalaşmanın da bir miktar irfan sağlayacağıdır. Yapılan işte ustalaşmak, herhangi bir sporda bir ustalık seviyesine ulaşmak, hem gerektirdiği disiplin hem de öğrettiği sabır, tevazu, çalışkanlık gibi erdemlerle irfana katkı sağlayabilir. Yine şahsi kanaatim, “çözüm odaklı” olmayı kutsallaştırmak bu eğitimdeki en büyük tuzak olacaktır. İnsanları yapay zekaya, sorun çözen mega-algoritmalara çözmek, 21. yüzyılın en tehlikeli eğilimlerinden biri olacak gibi görünmektedir; çünkü ahlakı, insanların hislerini, mutluluklarını yok sayan bir makineye dönüşmek, irfanda dengesizlik demektir. İrfan konusunu bu hafta kapatıyorum, umarım aklınızda birkaç soru uyandırabilmişimdir. Erkin Çam

Ahlaki analiz Bergama Sunağı Duygusal analiz İrfan İşbirliği Mantıksal analiz Omelas'ı Bırakıp Gidenler Ursula Kroeber LeGuin