Kadim Bir Türk Şehri Harput

TAKİP ET

Şehirler mi insanlarına benzer, yoksa insanlar mı şehirlerine benzer diye bir soru sorulduğunda, şehrin canlı bir organizma olduğunu anlarsınız

Şehirler mi insanlarına benzer, yoksa insanlar mı şehirlerine benzer diye bir soru sorulduğunda, şehrin canlı bir organizma olduğunu anlarsınız. Tıpkı; üzerinde yaşayan insanları gibi gülen, eğlenen, üzülen, kötü günler yaşayan, iyi günlerin keyfini çıkaran, şehir ve insanları, kısaca iç içe kaderlerini birlikte yaşarlar. Ve hatta şehirler de diğer canlılar gibi doğar büyür ve ölürler. Şehir ve medeniyetler, insan ömrü veya diğer canlıların ömürleriyle kıyaslandığında şehrin yaşaması ve ayakta kalması nesiller boyu sürer. Doğumuna kim karar verir pek bilinmez, yani; kurucuları kimlerdir ve niye o coğrafyayı tercih etmişler, bu gibi sorular eğer kayıtlı bir belge yoksa o bilgiye ulaşmak çok zordur. İşte o zaman devreye efsaneler, hikâyeler, rivayetler girer. Hakkında yazılan şiir efsane, türkü ve edebi eserlerden yola çıkılarak şehir hakkında bilgi edinilir. Bir yerin yerleşim yeri olması için birçok etken vardır, savaş, dini baskılar, coğrafi güzellik, toprak verimliliği gibi olgular bu yerleşim fikrini etkiler. Topraklar bazen savaşla el değiştirir, işte o zaman o topraklarında kaderi değişir. “Eşyanın kaderi sahibine bağlı” sözünden hareketle, şehirler de üzerinde yaşayan insanların medeniyeti ve kültürüyle alakalı olarak değişim gelişim veya geriye gidişler yaşarlar. Bu girişten sonra geçmişten günümüze tarihe tanıklık etmiş tarihi şehrimizden güzel örnekler verecek olursa, bu mutlaka, Elazığ-Harput şehri olurdu. Bu kadim kent M.Ö 2000 yılında Hurriler tarafından kurulmuştur. Sonradan yerleşim yeri olarak açılan geniş ovadaki Elazığ’a kuşbaşı bakan konumda bulunan bir antik kenttir. Bazı kaynakların tarihinin daha da eski olduğunu iddia etmektedir. Bu antik kentte ilk yapılar Hurrilerden kalma olduğu gibi daha sonra üzerinde yaşayan birçok medeniyetlerin de izlerine rastlamak mümkündür. Mesela, Hititler, Urartular bu medeniyetlerden bazılarıdır. M.Ö 8. Yüz yılda Urartu Krallığı tarafından inşa edilen Elazığ Harput Kalesi, dönemin en görkemli kalesi ve fethedilmesi en zor kalelerinden birisi olmuştur. Daha sonra birçok medeniyetler bu kaleyi savaşarak almışlar ve 11. yüzyılın sonuna kadar Bizans hakimiyetinde, sonra Çubukluoğulları, Artukoğulları ve Selçukluların egemenliğinde kalmıştır. Son olarak 1515 yılında Osmanlı İmparatorluğu idaresine geçmiştir. Harput; 1085 yılında, yani Alpaslan Anadolu’yu fethettikten 14 sene sonra Türk topraklarına katılmıştır. Bir anlamda Harput, İstanbul’dan önce fethedilmiş, Türk yurdu olmuştur. Harput o günden bugüne kadar Türk yurdu olarak kalmıştır. Bir anlamda, yaklaşık olarak bin seneye yakın bir zamandır yabancı hiçbir istila görmeden Anadolu Şehri olarak kalmıştır. Harput genel anlamda her yönüyle kadimdir. Sanatından geleneklerine kadar köklü, sarsılmaz sağlamlığı vardır. Bu sağlamlığını, yüksek kültürünü, yaşam biçimi ve hoşgörü kültürü öğretisinden almaktadır. Bu kültür yüz yıllar boyu zihin arşivlerinden damıtılarak günümüze kadar gelmiştir. Harput şehrinde, dolayısı ile Elazığ’da Türk örf ve adetleri, gelenekleri hala canlılığını korumakta, bozulmadan yaşamaktadır. Yüz yıllardan beri üzerinde yaşayan medeniyetler yıkılıp gitmiş ama tamamen yok olmamış, birbirlerini etkilediklerinden birbirinin devamı gibi kaybolmadan günümüze kadar gelmiştir. Sanattan edebiyatına, mimariden geleneklerine kadar devamlılık arz ederek gelmesinin ana sebeplerinden birisi bu hoşgörü kültürüdür. Medeniyetlerin birbirini beslemesi, sanatın ve kültürünün köklü olmasının ana temeli belki de budur. Geleceğe; zor bir coğrafyada nasıl yaşanırın ipuçlarını bırakmışlardır. Yöreye has mimarisi, müziği, şiiri hep bu geleneğin, öğretinin ürünüdür. Yemek kültürü apayrı bir lezzete sahiptir ve çevresini de etkisi altına almış, baskın bir lezzet anlayışına sahiptir. Diğer şehirlere ait olan birçok lezzetin esas çıkış yeri yine bu kadim kent Harput’tur. Künefe, içli köfte, tatlıların birçoğunun çıkış yeri, yani ana kaynak yeri burasıdır. Diğer illerde yapılan buna benzer yemekler gelişim göstermişlerse de, ana membaı burasıdır. Bu lezzetlerden birkaçını sayacak olursak; tandır ekmeği ki, uzun süren kışa en dayanıklı ekmektir, saç yufka ekmeği, yine Anadolu’da yapıldığı şekliyle burada da yapılmaktadır. Burada yetişen sebzeler kurutularak saklanmakta, yemeği buraya has lezzetlerle pişirilmektedir. Buraya has bir sos olan soğanta her yemeğin vazgeçilmezidir. Soğan salça karışımı bir sos olup, tereyağı ile yapılıp küp içinde de saklanabilmektedir. Burada bağcılık geliştiğinden üzümden elde edilen yiyeceklerde bir hayli fazladır. Pekmez başta olmak üzere, orcik, pekmez ceviz ile elde edilen meyveli sucuk denile bilinir. Dut ve üzümden yapılan pestiler pek ünlüdür, halk ağzıyla bağ bastuğu, dut bastuğu denir. Buna benzer buraya has birçok lezzeti vardır ki her biri ayrı bir damak tadındadır. Endemik bitkileri bakımından oldukça zengin olan yörede Harput Yabani Soğanı olarak bilinen ot, bu yöre de otlu peynir yapımında kullanılmaktadır. Uzun yıllar Dut ağaçlarının çokluğunda İpek böcekçiliği yapılmış, bir sanayii oluşmuş, dolayısı ile ve ipek dokumacılığı da gelişim göstermiştir ancak günümüzde çeşitli nedenlerden dolayı maalesef bu alan yok olmuştur. Elazığ denilince Fırat nehrinden söz etmemek olur mu? Derin yeşil vadilerden aşarak gelen 2.800 km uzunluğundaki bu akarsu, Keban barajını oluşturup, bereketli toprakları sulamaktadır. Günümüzde Elazığ-Harputa’a baktığımızda yaklaşık 4000 yıllık bir hoşgörü kültürü taşıdığını görürüz. Eski Harput kaynaklara göre zaman zaman 100 binin üzerinde nüfusu olduğu söylenmektedir. Bugün sapasağlam ayakta olan birçok tarihi mekânlar adeta bir açık hava müzesi görevi görmektedir. Türbeleri, camileri ve tarihi kalesi, kilisesi ve tarihi yapılarıyla geçmişten günümüze, ıslak imza gibi damgasını vurmaktadır. Kutsal mekânlar yani camii ve kiliseler sapa sağlam korunmuş olarak gününüzde de hizmet vermektedir. Bu haliyle Harput, medeniyetlerin bir arada yaşadığı bir yer olarak tarihin sayfalarında yerini alacaktır. Burayı gezenlerin bir ortak görüşü vardır ki, bu çok önemlidir, bu şehir bu kadar eski olmasına, yerleşim alanı Elazığ ovasına kaymasına rağmen, yapılar virane olmamış, büyük bir titizlikle eski hali gözetilerek, restorasyonlar yapılmış, sokak aralarındaki taşlar bile aslına uygun döşenmiştir. Doğrusu bu haliyle UNESCO tarafından korunması gereken kültürel ve tarihi miraslar kapsamına girmesini ve değer görmesini hak etmektedir. Yakın tarihte bu bağlamda UNESCO’ya başvuru yapılmıştır. Tarihi yapıların sağlam mamur olmasının yanı sıra, içinde yaşanan binaların döşemeleri, el sanatları, gelenekleri hala yaşatılmaktadır. Bunlar elbette çok kıymetlidir, gelecekten günümüze tarihi bir vesika gibi Türk yurdu olmayı yansıtmaktadır. Bir de sözlü kültürü vardır ki, özellikle şiir ve şarkı, türküler daha doğrusu musikisi bu yörenin kültürel olarak ne kadar kıymetli olduğunu göstermektedir. Musikisi yakın coğrafyasını etkilemiş, türkü anlamında mihenk taşı yakıştırması yapılsa azdır. Bu bağlamda burayı kıymetli ve eşsiz kılan bu kültür sosyolojik bir araştırma yapılıp sebep sonuç ilişkisiyle araştırılsa yeridir. Öyle oturmuş bir müzik kültürü var ki, çevre illeri de etkisi altına almış, Anadolu’nun sesi adeta buraya yerleşmiştir. Harput ağzı denilen buraya has bir türkü söyle biçimi yerleşmiştir. Bir Leyla’nın Mecnunuyam, Bahçalarda bal erik, Bir şuh-i sitemkar yine saldı beni derde, Bülbülüm bağ gezerim, Kevengin yollarında sayacağımız türküler arasındadır. Uzun kış geceleri kürsü başı sohbetlerinde icra edilmektedir. Hoyrat, elezber, gazeller, divan ve nevruz makamları başlıcaları olmakla birlikte, gelişmiş olan sohbet kültüründe de, Fuzuli, Nedim, Nevres gibi divan şairlerinin şiirleri okunmaktadır. Türkü ve şarkılara klasik sazlar eşlik etmektedir. Klarnet, keman, ud, kanun bu sazlardan bazılarıdır. Türkülerin birçoğu anonim olmasına karşılık, şarkı formunda olanlar ünlü şairlerin şiirlerinden yola çıkılarak bestelenmiş şarkıları da mevcuttur. Yemen türküsü, bunların içinde en güzel örneklerden bir tanesidir. Hem türkü, hem şarkı formundadır ve bestelenmiştir. Manilerin ve cinasın sayısız örnekleri vardır; Aş yedim dilim yandı, Köz düştü kilim yandı, Ben kilimi kayırmam, Bahçede gülüm yandı. Bu maninin bir başka özelliği ise 17 Kasım 1937 Atatürk Doğu Anadolu Gezisi sırasın da Harput’a gelmiş, tren garında bu mani ile karşılanmıştır. Bu maninin şerhini ise bizzat Atatürk yapmıştır. Elazığlılar o gün tren garından şehir merkezine kadar yol güzergâhını ipek Acem halılarıyla döşemişler, böylece atalarına duydukları sevgi ve bağlılıklarını göstermişlerdir. Cinas ve hoyratlarda çok ünlüdür; Kalasız; Harput olmaz kalasız, O dı ben koydum gittim, Siz sağlıktan kalasız. Bir görüşte sizi bir ana sıcaklığıyla kucaklayan, verimli bağrında ağırlayan, sizi hayretten hayrete düşürecek kadar yetişmiş kültür insanlarının doyulmaz sohbetleriyle Harput, Doğu Anadolu’nun görülmeye değer, kıymetli, baştan ayağa Anadolu kokan Türk şehridir. Ülke kalkınması bir bütün halinde olmalı. Sanayi ve teknoloji mutlaka gelişmişliğin göstergesidir, ancak sanat ve edebiyatta gelişmişlik, ülkenin refah seviyesini göstermesi açısından kıymetli bir göstergedir. “Sanatsız kalmış bir toplumun, hayat damarlarından biri kopmuş demektir” Atatürk ‘ün bu sözü topyekûn kalkınmayı ne güzel özetlemektedir. Sanat ve kültürde kalkınmışlığa örnek verilecek olsa, Elazığ-Harput en önde yerini alır. Harput; doğunun incisi değil, bin bir cevherlerle süslenmiş, doğunun mücevher gibi parlayan baş tacıdır.