Karanlığa Doğuş

TAKİP ET

Sıcak bir yaz günüydü, yaşlı Timirbay ve karısı Tuktabike nine, sararmış çayırda hayvanları için kışlık ot biçiyordu

Sıcak bir yaz günüydü, yaşlı Timirbay ve karısı Tuktabike nine, sararmış çayırda hayvanları için kışlık ot biçiyordu. Etraf sessizdi, ihtiyarların salladığı tırpanla birlikte hışırdayarak savrulan otların sesinden başka çıt çıkmıyordu. Ta ki az ileride biçilen otların arasında küçük böcekleri arayan toygar kuşu bu sessizliği bozana kadar. Neyse ki geveze kuş etrafındakileri yaklaşan yabancıya karşı uyarırcasına çığlıklar attıktan sonra şahinden kaçar gibi hızla kaybolmuştu da Timirbay ve Tuktabike ninenin yaşlı kulakları bu vaveylaya daha fazla tahammül etmek zorunda kalmamışlardı.

Az sonra hırpâni kılıklı bir adam, birden bire pelin otlarıarasından çıkıp geldiğinde zavallı toygar kuşuna hak verdi Timirbay dede. Gelen adam  kötü giyimli, tanrının ışığından nasibini almamış bet yüzlü bir kişiydi. Başıyla kısa bir selam verdikten sonra hemen geliş maksadını bildirdi.

''Timirbay dede! Tuktabike anayı müsadenle götüreceğim, karım doğum yapmak üzere''

Bir yabancıdan gelen bu isteği ne Timirbay, ne de Tuktabike nine yadırgamamıştı, çünkü ihtiyar kadın kayınvalidesinden öğrendiği ebelik işlerini yıllarca hakkıyla yapmış ve bu işteki mahareti  yalnız civar köylerde değil uzak yerlerde, hatta Çar'ın oturduğu Moskova'da  bile duyulmuştu. Kim bilir? Belki Çar bile Tuktabike nineyi biliyordu.

Timirbay, onay verdiğini belli eder şekilde hafifçe başını salladıktan sonra ''Hayırlı olsun'' diyerek uğurladı ikisini…

Tuktabike nine, yabancı ile birlikte adamın geldiği pelin otları arasından geçerek ağaçlar arasında gözden kayboldu. ''Evin uzak mıdır oğlum” diye soracağı sırada ninenin gözü karardı, bayılır gibi oldu. Gözünü yeniden açtığında meşalelerle aydınlatılmış karanlık, kapalı, havasız bir mağaradaydı, kayadan müteşekkil duvarlarda eski tamgalar ve av sahneleri, titreşen meşale yalazıyla aydınlanıp sanki yeniden canlanıyor gibiydi. Mağaranın dar koridorunda biraz ilerleyince ilerideki açıklıkta yerde yatmakta olan kadını fark etti, kadın ter içindeydi, doğumu çoktan başlamıştı. Nine tüm şaşkınlığına ve korkusuna rağmen ne oluyor demeye kalmadan yetişip bebeğin gelişine yardım etti. Az sonra ay gibi beyaz bir oğlan çocuğu Tuktabike'nin ellerindeydi. Ağlatıp ciğerlerini açmak için baş aşağı tutarak poposuna hafif bir fiske patlattığında bebekten ağlama sesi yerine kedi tıslamasına benzer bir hırıltı gelince büsbütün korktu, çevirip bebeğin yüzüne baktı, gözleri açıktı üstelik demirci ocağından çıkmış bıçak gibi kor renginde bakıyordu. İhtiyar kadın başını çevirip bu kez annenin yüzüne baktı onun gözleri de bebeğinki ile aynıydı. Tam çığlık atıp bağıracağı sırada omuzuna bir el dokununca birden bire hiçbir şey yokmuş gibi rahatladı. Elin sahibi nineyi çayırlıktan alan adamdı. ''Korkma nine'' dedi adam ''biz de sizin gibi Tanrı'nın yarattığı şeylerdeniz, sana bir zararımız olmayacak''.

İhtiyar kadın, başını sallayıp anladığını işaret ederek bebeği dikkatlice kundakladı ve annesine verdi, bu sırada adam ağır bir sandığı sürükleyerek ihtiyar kadının yanına getirdi, demirden yapılmış ve oksitlenip yeşermiş eski bir sandıktı. Yaşlı kadının yanına kadar geldikten sonra ''Şimdi oğluma bir isim ver nine'' dedi.

Tuktabike biraz düşünüp ''Karabay'' dedi ''Karabay olsun adı, mademki karanlığın içinde doğdu ona bu ad yakışır''.

Garip yabancı ninenin ellerinden öpüp sandığı teslim ederken, ''Bu sandığı al ve hiç arkana bakmadan mağaradan çık, eğer arkana bakarsan bu sandıktan iyi şeyler çıkmayacak'' dedikten sonra kadını uğurladı.

Tuktabike dar mağara koridorunu elinde ağır sandıkla ilerledi, çıkışa varıp dışarıya adımını attığı anda kendi evinin kapısında buldu kendini…

Derler ki Tuktabike ninenin sandığından kadim zamanlardan kalma çil çil altınlar çıkmış, Timirbey dede ve Tuktabike ömürlerinin sonuna kadar zengin ve mutlu yaşamışlar…