Kayıt_001

TAKİP ET

Abdülkadir Kara yazdı...

“17 Mart 2024 Pazar. Uludağ’ın eteklerinde bir ormanlık alan içerisindeyiz. Ben tam olarak nerede olduğumuzu bilmediğim için konum veremiyorum. Saat şu an tam 15.42. Sırrı Bey’in öyküsünü ve iddialarını kayıt altına alıyoruz. Ben öyküyü kabataslak dinledim ve gayet ilgi çekici geldi. Şimdi ise detaylarıyla beraber bu tuhaf öyküyü ve Sırrı Bey’in iddialarını dinleyeceğiz. Evet Sırrı Bey buyurun söz sizde.”

“Benim adım Sırrı Altın. 54 yaşındayım. Doğma büyüme Bursalıyım. Yıllar evvel başımdan geçen bir kaybolma olayını, geçen hafta haberlerde gördüğümüz ,  Moğolistan’da yapılan bir kazıda bulunan eski Türk Kağan’larından birine ait olduğu düşünülen bir tasvirle ilişkilendirmemi ispatlarıyla birlikte anlatmak istiyorum.”

“Yıllar önce bir kayıp vakası yaşadınız ve kazıda bulunan Türk Kağan’ı tasvirinin de bu kaybolma vakasıyla ilgili olduğunu ve hatta bu olayı aydınlattığını iddia ediyorsunuz doğru mu?”

“Evet tam olarak öyle.”

“Sırrı Bey, henüz mesleğimin ilk yıllarındayım ama sanıyorum ki ömrüm boyunca da böyle tuhaf bir öyküyle karşılaşmayacağım.”

“Benim açımdan da çok tuhaf ve anlamlandırması zor gerçekten ama insan başına böyle bir durum gelse bile alışmaya başlıyor.”

“İsterseniz önce bahsettiğiniz kayıp vakasını bir öğrenelim Sırrı Bey.”

“Yıl 1990. Üniversiteden arkadaşlarımla sizi birazdan götüreceğim yere kamp yapmaya gelmiştik. Refik, Yıldırım, Osman ve ben. Refik iyi çocuktu ama çok tez canlıydı. Yıldırım daha sakin ve efendiydi. O geçen sene trafik kazasında rahmetli oldu. Osman ise çok uyuşuk ağır bir çocuktu. Kampa gelmesi için ikna edene kadar göbeğimiz çatlamıştı. Keşke gelmeseymiş ama neyse. Biz geldik buraya işte tam şuraya çadırımızı kurduk. Ben daha önce babamlarla birkaç kez dağa bayıra gitmiştim oradan bilirim çadır kurmasını. Mangalımızı semaverimizi de almıştık. Bir güzel keyif yaptık. Ne olduysa hava karardıktan sonra oldu. Bunu söylememde sakınca olur mu bilmiyorum? İç..”

“Yoo sıkıntı olmaz. Alkol aldınız tabi dört delikanlı.”

“Evet, alkol aldık. Tabi alkol ortaya çıkınca muhabbetin seyri değişti. Kimi eski sevgilisinden söz açıyor kimi ailesindeki sıkıntılardan. Herkesin bir şeyler anlattığı güzel bir konuşma ortamımız oluşmuştu. Birbirimizin hayatına dair daha önce duymadığımız şeyler duyuyorduk. Bir ara Osman bir şey anlatırken Refik onun sözünü kesti. Konuyu değiştirir birkaç şey söyleyince bizim uyuşuk Osman birden celallendi. Alkolün de etkisiyle ileri geri konuştu biraz, e biraz da bağırdı tabi. Refik hiç geri kalır mı o da bastı küfrü üste çıkmaya çalıştı. Ben ve Yıldırım durun etmeyin sakin olun diye ortalığı yatıştırmaya çalışırken bizim Osman kalktı ayağa, beceriksizce bir yumruk savurdu yerde oturan Refik’e. O sırada Yıldırım’ı bir gülme aldı.”

“Siz ne yaptınız o an?”

“Ben ne yapacağım kalktım ayağa dur Osman ne yapıyorsun falan derken Refik de açıldı Osman’a bir tane vurdu. Ortalık karıştı. Ben ikisinin arasında kaldım. Etrafta başka kimse de yok. Ormanın içinde bir biziz bir de şu koca ağaçlar. Yıldırım da olayın ciddiyetini anlayınca bana yardım etti. Güç bela ayırdık bu ikisini. Sonra ben Osman’ın koluna girdim dedim biraz ortamdan uzaklaşalım, birbirlerini görmesinler. Yürüdük şöyle bu tarafa doğru. Refik hâlâ arkamızdan sövüp sayıyordu.”

“Buraları iyi biliyorsunuz değil mi? Yürüyoruz öyle ama kaybolmayalım sonra? Hıhıh.”

“Kaybolmayız merak etme, o günden sonra çok kereler dolaştım ben bu ormanda. Hem jandarma eşliğinde hem de yalnız başıma. Artık hangi ağaç nerede iyice öğrendim. Hahaha.”

“Peki öyleyse, size güveniyorum Sırrı Bey.”

“Ben Osman’a dedim ki oğlum sen Refik’i bilmiyor musun o öyle araya da girer üste de çıkar he de geç. Bu kadar ciddiye alınıp büyütülecek bir şey yoktu neden vurdun adama falan. Biraz nasihat verdim, kafasını açtım. Ben boşboğazlık etmeyi fazla kaçırmışım ki sonra durup şöyle bir etrafımıza bakınca ikimiz de panik olduk. Kuşların sesinden, ağaçların hışırtısından anlamıştık. Fazla uzaklaşmıştık. Ormanın o kısmının havası bile farklıdır.

“Ne kadar daha ileride tahminen kaybolduğunuzu anladığınız yer?”

“Var biraz daha yolumuz.”

“Tamam Sırrı Bey, buyurun devam edin.”

“Neyse işte biz çok uzaklaştığımızı anlayınca bir tedirgin olduk. Osman dedi geri dönelim artık. Dedim Osman haklısın. Gel şu yönden gerisin geriye gidelim. Adımlarımızı hızlandırdık, konuşmayı kestik sadece yürüyoruz. Kolumdaki saate ışık tuttum baktım saat 11 olmak üzere. Oradan kaçta ayrıldığımızı da bilmiyoruz ama epeyce de bir yürüdük geri. Varamadık bir türlü. Ha şurayı geçince ha bu ağacın ötesinde diye diye ilerledik ama yok. Osman dedi Sırrı bağırsak mı acaba. Herhalde bizimkilere yaklaşmışızdır sesimizi duyarlar. Başladı bağırmaya. Yıldırım! Refik! Durduk dinledik çıt yok. Bir de ben bağırdım peşine. Refiiik! Yıldırııım! Yine ses yok. Bu bağrışmalar tüylerimi diken diken etmişti. Şimdi bile içim ürpertiyle doldu.”

“Hava da soğumaya başladı belki onun etkisi vardır.”

“Ormanın bu kısmı hep soğuktur.”

“Geldik mi kaybolduğunuz bölgeye?”

“Evet tam burasıydı. Durduk, ağaçlara baktık. Sustuk. Geri döndük. İşte bu yöne doğru yürüdük. Gerisin geriye gittiğimizi sandığımız yön aslında şu istikametmiş. Ağaçlar bize oyun oynamış. Bizi daha da ileriye götürmüşler.”

“Alkolün etkisiyle başınız dönmüş olmalı.”

“Hayır. Ağaçlar, rüzgâr, şu duyduğun kuşlar ve daha göremediğimiz ormanın diğer canlıları… Bize oyun oynadılar. O yöne gitmemizi istediler.”

“Orman mı size yolunuzu kaybettirdi?”

“Hareket ettikçe daha da kayboluyorduk. Duralım dedim Osman’a. Bir ağacın dibinde oturduk. Kan ter içinde kalmıştık. Hızlı hızlı nefes alıp veriyorduk. Burada bekleyelim hava aydınlanınca gün ışığında yolumuzu daha iyi buluruz ya da belki sabaha onlar gelip bizi bulurlar dedim. Bu kadar uzun süre geri dönemeyince biz, aramaya başlarlardı herhalde diye düşündük. Korku. Hissettiğim şey derin bir korkuydu. Ağaç dallarını titreten rüzgâr bize sanki bir şeyler fısıldıyordu. Uyuşuk Osman benden önce uyudu. Ardından ben de uyumuşum. Gülüşmeler duydum, cilveli gülüşmeler. Kadın sesi geliyordu. Fısıltıyla konuşup garip bir ahenkle gülüyorlardı. Gözlerimi açtım. Rüya görmüyormuşum. Bizim Osman uyanmıştı ve iki kız onu arasına almış sarmaş dolaş konuşuyor gibiydiler. Şaşırdım. Hava aydınlanmaya başlamıştı ama gecenin siyah örtüsü henüz tam olarak ormanın üzerinden çekilmemişti. Bu kızların burada ne işi var diye düşündüm, etrafıma baktım. Bir tanesi uyandığımı görüp yanıma geldi. Ağacın dibine oturup boynuma sarıldı. Bir şeyler söylüyordu. Söylediklerini hem anlıyor hem anlamıyor gibiydim. Vahşi bir havaları vardı. Kıyafetleri farklıydı. Saçları dağınık, yüzleri bakımsızdı. Ama insanı çeken bir şeyler vardı onlarda.”

“Acaba buralara yakın köylerden birinde yaşayan köylü kızlar olmasınlar?”

“Saçmalama be adam! Şu etrafına bir bak. Hiç yakınlarda bir köy var gibi duruyor mu? Hem buralarda bir köy olsa jandarmanın haberi olmaz mı sanıyorsun? Öyle olsa köylüler soruşturulur kimin yaptığı bilinirdi.”

“Tamam Sırrı Bey. Ben sadece öyle dalgınlığıma gelip konuştum. Siz buyurun devam edin.”

“Delikanlı adamım tabii ne kadar kızlar bir şeye benzemese de karşı cinsten birinin ilgi odağında olmak bir anlığına hoşuma gitmişti. Kızın vahşi temasları ve gırtlaktan çıkardığı kelimelerine anlam veremedim. Rahatsızlık duyup kalktım yerden. Bizim Osman kızlara kendini kaptırmıştı. Dillerini anlıyor musun şunların diye sordum. Ağzında bir şeyler geveleyip durdu. Zaten kızla münasebeti iyice artırmıştı. Onları öyle görmek canımı sıkmıştı. Yanımdaki vahşi güzel de kalktı benle koluma girdi, öpmeye çalıştı beni. Dudakları sertti. Tenime battılar sanki. İğrendim, itekledim. Kaybolmuş olduğumuz aklımdan çıkmış bir vaziyette oradan uzaklaştım. Diğer kız ardımdan değişik sesler çıkararak bağırıyordu ama oralı olmadım. Osman’ın ise halini daha detaylı anlatmayayım. O keyfine bakıyordu işte anlarsınız. Neyse ben giderken Osman’a döndüm dedim sen rahatını bozma sakın, ben gidiyorum bizimkileri bulmaya. Sen bu kızlarla iyisin zaten. Ne cevap verdi ne benle gelmeye yeltendi.”

“Onu öylece bırakıp döndünüz yani?”

“Sen beni dinlemiyor musun? Bıraktım döndüm dedim ya işte. İki çirkin karı görünce kendinden geçen adamı kolundan tutup sürükleyecek değildim. Ama şimdi düşünüyorum da keşke çekip alsaymışım o kızın kollarından Osman’ı.”

“Sonra arkadaşlarınızı nasıl buldunuz?”

“Orasını bilmiyorum. Allah’ın hikmeti işte. Bu kızlar bizi nasıl bulduysa ben de onları öyle buldum. Yürüdüm yürüdüm baktım az ileride bizim çocuklar. Onlar da yeni uyanmışlar. Bizi merak edip aramaya çıkacaklarmış. Osman’ı sordular. Olanları anlattım. Şu tarafta dedim 15-20 dakikalık yolda kızlarla işi pişiriyor. Bizim Refik’in siniri geçmişti, öyle kinli bir çocuk değildi. Vay bizim Osman neymiş öyle diye güle oynaya o yöne gittik tekrar. Onlar da görmek istiyorlardı Osman’ın o halini. Oraya geri döndüğümüzde Osman’ı bulamadık ama kıyafetleri etrafa saçılmıştı. Önce daha fena işler için daha tenha bir yere çekilmiş olduklarını düşündük. Adını seslendik etrafta. Gözle görebildiğimiz mesafede öyle kuytu köşe bir yer de yoktu. Fazla uzaklaşmadan şöyle bir 100-200 metre etrafımıza bakındık ama kıyafetlerden başka hiçbir iz yoktu. Yıldırım endişelenip yardım çağırmamız gerektiğini söyledi. Dediğini yapmak üzere alelacele kamp alanına döndük. Ben o kızların Osman’ın başına bir iş getirdiğini düşünüyordum çünkü hiç tekin tiplere benzemiyorlardı. Jandarmaya haber verdik durumu. Osman’ı günlerce aradık taradık ama bulamadık. Sanki yer yarılmıştı da içine girmişti. Her türlü ihtimalin üzerinde duruldu, her yola başvuruldu ama yok. Adam resmen sırra kadem bastı. O benim bahsettiğim tuhaf giyimli kızlardan da bir iz bulunamadı. Elbette haliyle benden de şüphelendiler ama benim herhangi bir şey yapmış olabileceğime dair de bir kanıt bulamayınca yetkililer işin ucunu bıraktılar. Vazgeçmeyen bir ben vardım bir de Osman’ın gariban ailesi. İşte bak tam da bu ağacın altına oturmuştuk Osman’la o gece. Gel şuraya çömelim.”

“Bu ağaç olduğuna emin misiniz Sırrı Bey?”

“Emin olmaz olur muyum adam sen de! Buraları karış karış dolaştım ben.”

“Şu an biraz içim ürperdi ama peki madem oturayım şöyle yanınıza. Hava kararmak üzere sanki, öykünüzün tasvirle ilgili olan kısmını da anlatın sonra bir an önce dönelim isterseniz. Bu kaydı yazıya döküp yazı işleri müdürümüz Hakan Bey’e okuturum ben. Eğer uygun görürlerse haberinizi yaparız.”

“Burası benim de içimi ürpertiyor. Hele yıllar sonra tekrar gelmek… Özellikle rüyalardan sonra…”

“Rüya mı? Ne rüyası?”

“Osman kaybolduktan sonra buraya jandarma olmadan çok defa geldim. Umutsuzca bir iz aradım ondan. Sanki ben sebep olmuşum gibi bir pişmanlık duydum hep. Gündüz vakti gelir, ikindiye kadar dolaşıp dönerdim. Bu ağacın altına tek başıma oturmaya cesaret edemezdim hiç. Yıllar sonra şimdi tekrar oturuyorum. Şuna bir bak. Sağdan ikinci, Osman. Üniversitenin ilk yılında çekilmiştik bunu. Görüyor musun yüzünü? İyice bak. Al eline al çekinme. Tanı Osman’ı.”

“Evet gördüm.”

“Şimdi şuna bak. Geçen hafta Ötüken’de buldukları Türk Kağan’ın tasviri. Görüyor musun? Şu sima kime benziyor?”

“Bu…bu?”

“Söyle. Sen söyle de kayda geçsin.”

“Ama bu Osman’a benziyor Sırrı Bey.”

“Benzemiyor. Ta kendisi.”

“Siz ne diyorsunuz? Bu nasıl olabilir? Hayır, mümkün değil!”

“Nasıl olur bilmiyorum. Hangi akıl ve mantıkla açıklanır böyle bir şey onu da bilmiyorum. Belki tuhaf bir rastlantı diyeceksin ama rastlantıdan öte bir bağ olduğunu şimdi daha iyi anlayacaksın. Şu elimde gördüğün kitap var ya. Al şimdi bunu eline, şu sayfayı oku seslice. Dinleyiciler de sen de anlayacaksın nasıl mümkün olduğunu.”

“ ‘Türk Mitolojisi’, Bahaeddin Ögel. Bu kitabı duymuştum ama okumadım.”

“Okumak bugüne kısmetmiş demek ki. İşte şu işaretli kısmı oku.”

“Kaoçı Kağan’ının çok akıllı iki kızı varmış. Bu kızlar o kadar akıllı ve o kadar iyiymişler ki babaları şöyle bir karara varmak zorunda kalmış. Kağan demiş ki: ‘Ben bu kızları nasıl insanlarla evlendirebilirim? Bunlar o kadar iyi ki, bu kızlar ancak Tanrı ile evlenebilirler!’ Bunu diyen Kağan, kızlarını alarak götürmüş bir tepenin başına koymuş. Burada kızları Tanrı ile evlensinler diye beklemiş. Kızlar bu tepede Tanrıyı bekleye durmuşlar. Aradan epey zaman geçmiş ama ne Tanrı gelmiş ve ne de onlarla evlenmiş. Kızlar böyle bekleşe dururlarken tepenin etrafında ihtiyar ve erkek bir kurt görünmüş. Kurt, tepenin etrafında dolaşmaya başlamış ve bir türlü de orasını bırakıp gitmemiş. Küçük kız kurdun bu durumunu görünce şüphelenmiş ve kardeşine: ‘İşte bu kurt Tanrının ta kendisidir. Ben inip onunla evleneceğim.’ demiş.  Kardeşi gitme diye ısrar etmiş ama kız dinlememiş. Tepeden inerek kurtla evlenmiş ve bu suretle Kaoçı Halkı bu hükümdarın kızı ile kurttan türemiş.”

“İşte bulunan tasvirin Osman’a ait olduğunu kanıtlayan mitolojik öykü.”

“Hayır bu… bu çok saçma. Osman’ın tasvire benzerliği sadece bir rastlantı. Bu öykü Osman’ın kaybını açıklamaz!”

“Sen de biliyorsun ki bu apaçık bir gerçek işte. Sadece şu anda reddetmek kabul etmekten daha kolay geliyor.”

“Tamam bu kadar yeterli. Kaydı kapatıyoruz. Zaten hava kararmak üzere. Bir an önce dön…”

“Acele etme. Henüz her şeyi anlatmadım. Bu tasvir bulunup da Osman’a benzediğini gördüğümden beri onun kaybolma öyküsüne benzeyen bir mitolojik anlatı arıyordum ve buldum da. Bu gerçek bir öykü. Başlangıcı binlerce yıl öncesine dayanıp bitişi henüz gerçekleşmemiş bir öykü.”

“Ne diyorsun be! Neyi bitmemiş?”

“Diğer kız hâlâ bekar.”

“Ya s*** kızı da öykünü de Sırrı mısın ne b*ksun kalk s*** ol şuradan! Gidiyorum ben.”

“Gidemezsin. Öykü bitmeli.”

“Bırak kolumu lan! Bitti öykün. Daha fazla saçmalıklarına ayıracak vaktim yok.”

“Dön bakalım geriye arabana, nasıl döneceksin. Ben olmadan buradan çıkmanın imkânı yok. Kurda kuşa yem olursun! Tıpış tıpış dinleyeceksin öykümün sonunu!”

“Hay lanet olsun öyküne. Anlat da gidelim artık hadi.”

“Bu öyküyü okuduğumdan beri diğer kız… rüyalarıma giriyor. Evlenmek istiyor benimle. Beni buraya çağırıp duruyor her gece. Onunla evlenmezsem kâbuslarım sürüp gidecek. Ben artık bu saçmalığı bitirmek istiyorum. Bu kadar mantıksızlığa aklım dayanmıyor. Kafayı yedim mi yemek mi üzereyim bilmiyorum. Bu olanları hepsi çok fazla. Bu lanet uyuşuk Osman’ın bir anlık sinirinin azabını yıllardır ben çekiyorum. Kaldıramıyorum artık. ”

“Evlenecek misin onunla?”

“Ben değil sen evleneceksin!”

“Ya dayı s*ktir git artık! Vallahi Allah yarattı demem yerden bir odun alır bayıltırım seni. Tuzağa mı düşürdün lan sen beni?”

“Ben evliyim. 2 tane çocuğum var. Önümüzdeki ay bir torunum olacak. Yani çoktan çoluğa çocuğa karıştım. Ama sen genç ve bekârsın. Bir Kağan olmaya adaysın.”

Boğuşma sesleri ve ardından uzun bir sessizlik…

“Ses kayıt cihazını görebiliyorum şu an. Birkaç metre uzağımda. Boğuşma sırasında oraya fırlamış olmalı. Yanan ışığından anladığım kadarıyla hâlâ kayıt almaya devam ediyor. Şarjının bitmemiş olması bir mucize. Hayvan herif sanırım gözümü patlattı. Ağzıma dolan kanın tadını alabiliyorum. Beni bu lanet ağaca bağlamış! Kıpırdayamıyorum. Saat kaç bilmiyorum ve çok üşüyorum. Buradan nasıl kurtulacağım hakkında en ufak bir fikrim yok. YARDIM EDİN! İMDAT! SESİMİ DUYAN VAR MI! S*ktiğimin ormanında kim nasıl sesimi duyacak ki! Gözlerim kararıyor…”

Tekrar uzun bir sessizlik…

“Kim var orada? Kayıt cihazının…ışığını görebiliyorum. Sanırım… sabah olmak üzere. Kemiklerim acıyor. Sen de kimsin? Bir silüet var karşımda… gözlerimi dikip bakamıyorum… bir şey batıyor gibi. Ayaklarını sürüyerek gelişini duyuyorum. HEY! YARDIM ET! Beni görüp görmediğinden öhhö öhö emin…değilim. Bana doğru yürüyor. Yoksa…bu? Hayır hayır değildir tabi ki. SES VERSENE BE KAHROLASI! Sessiz sedasız üzerime yürüyor. Kıkırdamasını duyabiliyorum.

Hızlı soluklar…

“Lanet olsun! Bu o! Bu o! Karşımda dikiliyor. Bu o kadın!”

Kayıt_001 Sona Erdi…