Kırım ve Necip Hablemitoğlu

TAKİP ET

'Sivastopol önünde yıkık minare Düşman dedikleri gelmez imane' Kırım'da, altı yıl önce Rusya, bir planın son aşamasını yürürlüğe koydu

“Sivastopol önünde yıkık minare Düşman dedikleri gelmez imane”

Kırım’da, altı yıl önce Rusya, bir planın son aşamasını yürürlüğe koydu. Bu yolun sonunda amaç Kırım ve Sivastopol’un, Rusya’ya ilhakını sağlamaktı. Kırım Tatarları her ne kadar buna direndiyse de silahlı Rus milislerin her yanda örgütlenmesi, parlamento üstündeki baskı, silahların gölgesi altında yapılan referandum ve Birleşmiş Milletler’in hiçbir işe yaramayan toplantıları derken sonuç değişmedi. Karar, “Rusya’ya bağlanma” yönünde çıktı ve Rusya zaman kaybetmeden, "Kırım’ın ve Sivastopol'un Rusya'ya bağlanmasını ve yeni federal bölgeler oluşturulmasını" öngören yasayı imzaladı. Kırım ve Sivastopol (Akyar), Rusya tarafından “ilhak” edilmişti. Bu meseleyi Kırım’ın iç meselesi olarak görenler olsa da Türk Milliyetçileri için bu durum, 76 yıl önce sürülen, yurtlarından edilen, vatanlarına hasret ölen veya bin bir meşakkat sonrası ancak geri dönebilen bu insanların anayurdunun, adı değişmiş ama zihniyetinde hiçbir değişiklik olmamış bir devlet tarafından yeniden işgalidir. Bunu bu şekilde bileceğiz ve bu şekilde söyleyeceğiz. Yazımın asıl konusu Necip Hablemitoğlu iken neden Kırım meselesiyle ilgili bir giriş yaptığım merak konusu olabilir. Bunun cevabını, oğlunun öldürülmesinden sonra onun yazışmalarını derleyen ve bunu “Necip Hablemitoğlu’nun Mektupları” ismiyle kitaplaştıran babası Adem Hablemitoğlu’nun kökeninde bulabiliriz.  Necip Hablemitoğlu da “Yüzbinlerin Sürgünü” isimli kitabının önsözünde bu durumu, “Dedeleri Kırım’dan ve Rumeli’den anavatana göç etmiş Kemalist bir lise öğrencisi olarak, Kırım Türklerinin acılarla dolu tarihi ile ilgilenmiş, uygar dünyanın gözleri önünde devam etmekte olan bu vahşete karşı hiç değilse kendi insanımızı bilgilendirmenin gerekliliğine inanmıştım…” diyerek ifade etmiştir. Her ne kadar Bergama’daki altın arama faaliyetleri ile bağlantılı olarak Alman Vakıfları’nın Türkiye’deki beşinci kol faaliyetlerini anlatan kitabı ve yaptığı açıklamaları, Fetö’ye yönelik uyarı niteliğindeki sözleri ve yabancı ülkelerin / servislerin ülke içindeki bir takım tarikat ve cemaatleri nasıl kullandığı yönündeki kitaplarıyla tanınmış olsa da bunun ötesinde, bir yanı Kırım’da bir yanı Rumeli’de kalan, o topraklarla bağını hep canlı tutmaya çalışan ve o topraklar ile ilgili çalışmalar yapan bir akademisyen olarak karşımıza çıkmaktadır Necip Hablemitoğlu. Bu ilgisi o kadar canlıdır ki sadece eserler vermekle kalmamış, kızlarına “Kanije” ve “Uyvar” isimlerini vererek bunu perçinlemiştir. Kırım ve daha geniş perspektifi ile Rusya’daki Türkler / Tatarlar veya o dönemki adlandırma ile “Rusya Müslümanları”  konusundaki çalışmalarından bahsetmeden önce kendisinin Moldova'da Gagauz Türkleri'nin Latin alfabesine geçişi ile ilgili olarak danışmanlık hizmeti verdiğini de belirtmek gerekir. Buradaki görevi sırasında,  Cumhuriyet döneminin başında bölgede Atatürk tarafından görevlendirilen öğretmenlerin bulunduğunu da belirlemiştir. Bu öğretmenler artık hayatta değilse de onların öğrencilerini bulur ve bunların anılarını derleyerek “Kemal’in Öğretmenleri” ismiyle bunların bir kısmını yayınlar. Bu anıları sunarken kullandığı şu ifade de, durumun özeti olmaya yeterlidir: “Ukrayna'nın Moldova sınırındaki Bolgrad kasabasının Ortodoks mezarlığında bir Türk'ün yattığını hiç biliyor muydunuz?!. Bu bakımsız, unutulmuş, üzerini otlar bürümüş kabirde, bir dönemin bilinmeyen tarihinin, koşulsuz vatanseverliğin gömülü olduğunu yaşlı bir Gagauz'un şu ifadesinden çıkarırsınız: "Burada Kemal'in üüredicisi (öğretmeni) yatıyor!.." Necip Hablemitoğlu’nun kitaplarının bir kısmı bugün basılmamaktadır. Bunda muhtemelen ticari kaygının yanında, Türkiye’de yayın sektörünü genel itibariyle elinde bulunduran Rusçu kişilerin, bu kitaplarda yer alan ifadelerden rahatsız olması da etkilidir. Zaten, Hablemitoğlu da hayattayken kitaplarının bir kısmını kendisi basmış, bir kısmı da Kırım Dergisi Tarih Araştırmaları Serisi’nden çıkmıştır. Bugün, basımı olmayan bu kitaplara ulaşmanın yolu ya sahaflardan temin etmek yahut da “pdf” formatında internet üzerinden erişim sağlamaktır. Burada benim özellikle zikretmek istediğim ve bize pek çok ismi incelememiz ve Rusya, Kırım, Türkistan coğrafyasındaki Türk hareketlerinin geçen yüzyılın başında nasıl bir seyirle izlediğini görmemiz için bir kapı açacağına inandığım “Çarlık Rusyası’nda Türk Kongreleri (1905-1917” isimli kitaptır. Hablemitoğlu’nun bu kitabın “ithaf” kısmında bahsettiği isimlerden kaç tanesini tanıdığımız veya kaç tanesinin eserleri / görüşleri hakkında bilgi sahibi olduğumuz, bizim Rusya ve Kırım konusundaki ilgimizin de bir bakıma teyidi olacaktır. Bu isimler elbette listenin sadece bir kısmıdır ama önemli bir kısmıdır. Bu isimler şunlardır: Gaspıralı İsmail, Fatih Kerimî, Hasan Bey (Melikzade) Zerdabî, Zeynelabidin Tagi (Tagiyev), Musa Carullah (Bigiyef), Ali Merdan Topçubaşı, Ayaz İshaki, Münevver Karî (Abdureşidhân), Gani Bey (Hüseyinov), Yusuf Akçura, Mahmud Hoca Behbudi, Zeki Velidi (Togan), Şefika Yusufbeyli (Gaspıralı), Muhlise Bubî ve Alimcan Barudî. Burada bahsetmek istediğim bir diğer kitabı da eşi Şengül Hablemitoğlu ile birlikte kaleme aldıkları, “Şefika Gaspıralı ve Rusya’da Türk Kadın Hareketi (1893-1920)” isimli kitaptır. Soy isminden de anlaşılacağı üzere Şefika Hanım, Gaspıralı İsmail Bey’in kızıdır. Bununla birlikte, onun en yakın yardımcısı olmuş, 20. yüzyılın başlarında Rusya'daki Türk Kadını Hareketi'nde, "Alem-i Nisvan"ın (Kadınlar dünyası) editörlüğü başta olmak üzere ciddi faaliyetlerde bulunmuş, Azerbaycan Türk Cumhuriyeti'nin başbakanlarından Nasip Yusufbeyli ile olan evliliği sebebiyle bu coğrafya üzerine de düşünmüş bir eğitimci ve reformcudur. Bu kitabı, editörlüğünü Dr. Minara Aliye Çınar’ın yaptığı “Nesip Yusufbeyli’den Şefika Gaspıralı’ya Mektuplar” kitabı ile birleştirerek okumanız, meseleyi daha geniş ve Türk Dünyası çerçevesinde kadın hakları ve hareketi bağlamında daha isabetli yorumlamanız açısından faydalı olacaktır. Ayrıca, Fatih Kerimî’nin “İstanbul Mektupları”, Vügar İmanov tarafından yazılan “Ali Merdan Topçubaşı”, Ahmet Kanlıdere tarafından yazılan “Kazanlı Ayaz İshaki” ve Yusuf Akçura’nın kalem aldığı “Damolla Alimcan el-Barudi Tercüme-i Hâli” isimli kitapları da bu dizeye ekleyebilirsiniz. Yazının bu kısmına kadar okumuş iseniz, bu yazının Necip Hablemitoğlu’ndan ziyade, onun kitaplarının bir tanıtımı olduğunu düşünmüş olabilirsiniz ama amacım onu “Bergama Dosyası”, “Köstebek” ve “Şeriatçı Terörün ve Batının Kıskacındaki Ülke Türkiye” kitaplarının arasında sıkıştırıldığı yerden çıkarmak ve onun Türk Dünyası üzerine de düşünen ve çalışan bir kişi olarak da değer görmesini sağlamaktır. Bu çalışmaların içeriğine baktığımızda da, bu üç kitabın, aslında önceki kitaplardan ve araştırmalardan varılmış birer sonuç, Türk kadın hareketlerinin ve Türk fikir hareketlerinin bir yorumu ve değerlendirmesi ve bunun neticesinde yapılan uyarılar veya ortaya konan fikirler olduğu görülecektir. Ayrıca, kendisini diğer kitaplarıyla da değerlendirmek isteyişimin ve buna yönelişimin sebebi, ülkemizde bir kişi hakkında yorum yapmak söz konusu olduğunda, sadece bir tarafını ele almak, o tarafını yüceltmek veya o tarafına saldırmak şeklindeki “sıradan” algıya bir hançer vurmaktır. Öyle ki bu sıradanlık, zamanla hiçbir yere varmayan tartışmalara, büyük resmi görmek için çıkılan gece yürüyüşlerine ve yankı odalarına hapsolmaya kadar gider. Bizim ise böyle bir yolda kalmak, isteyeceğimiz ve tevessül edeceğimiz en son şey olmalıdır. Bizi büyütecek ve yürütecek olan bilgiye uzanmak, bilgiyi almak ve bilgiyi popüler algıya değil, hakikat ışığına tutarak yorumlamaktır. Veysel Çıtlak

Bergama Dosyası Damolla Alimcan el-Barudi Tercüme-i Hâli Fatih Kerimî ismail gaspıralı İstanbul Mektupları Kazanlı Ayaz İshaki kırım tatar Köstebek Nasip Yusufbeyli Necip Hablemitoğlu Rusya’da Türk Kadın Hareketi Ş