Korona Salgını ve Milliyetçilik

TAKİP ET

İnsanoğlunun bütün sosyal evrimi, dayanışmayı mümkün kılmak hedefi doğrultusunda gerçekleşmiş

İnsanoğlunun bütün sosyal evrimi, dayanışmayı mümkün kılmak hedefi doğrultusunda gerçekleşmiş. Burada anahtar sözcük dayanışma: Bir karınca kolonisi gibi süper-organizma haline gelmiyoruz. Dayanışma, her bir insanın bir birey olduğunu, kendi çıkarları ve özgürlüğü doğrultusunda irade sahibi olduğunu da vurgulayan bir ifade. Dayanışma, hem her bireyin son tahlilde karlı çıkmasını sağlıyor, hem de bireyleri aşan, onları birleştiren bir üst-yapı doğuruyor: cemiyet. Şüphesiz dayanışma adına geliştirdiğimiz en önemli sosyal uzantı millettir. Dayanışmayı mümkün kılan en önemli gelişmemiz dil yeteneğimizdi, dillerimizin yarattığı zihin kümeleri etrafında şekillenen, hem modern öncesi, hem modern haliyle “millet”, insan cemiyetinin uyum içerisinde, bireylerin çıkarına olacak “büyük organizasyonları” gerçekleştirebilmesini mümkün kılmıştır. Büyük organizasyonlar her zaman bireyin, hatta cemiyetin çıkarına olmayabilir, evet, ama evrimleşme sebebi budur. Evrim kördür, evrimin yarattığı haliyle baş parmağımız diğer parmaklarımızın karşısında konumlanıyor ve alet kullanabiliyoruz, aynı özelliği silah kullanıp türdaşımıza saldırmak için de kullanıyor olmamız neticeyi değiştirmeyecektir. Şu halde, hele ki kriz anlarında, ancak bir bütün olarak cemiyetin seferber edilmesiyle çözümü mümkün olan sorunlarla karşılaştığımızda, “millet olma hali” en büyük silahımızdır. Ancak bu sayede bir bireyi diğerine bağlar, insanları hiç karşılaşmadığı başka insanların iyiliği için çalıştırabilir, bu sayede topyekun “iyi” olmayı başarabiliriz. Şimdi korona salgını ülkemize gelmiş ve bir kriz ortamını buraya da taşımışken, vatandaşın, yani millet mensubu olmasını beklediğimiz insanların neler yaptıklarını görelim. Sosyal medyaya baktığımda, e-konser veren bir insan gördüm. “Öğrenciler evlerine yollandı. Sınava hazırlanıyorlar, stres yapmasınlar. Çözemedikleri soruyu bana mesajla atabilirler, çözer yollarım” diyen öğretmen gördüm. Bilinçlendirme kampanyaları düzenleyen, doğru bilgiyi yaymak için çabalayan, hurafeleri, infial yaratma maksatlı dezenformasyonları bozmaya çalışan gönüllüler gördüm. Bu tiplerin çoğunun ortak özelliği, “laikçi” diye aşağılanan kesimden olmaları. İşe yarar ya da yaramaz, bir yanda "bu karantina/tedbir döneminde faydam olursa şunu yapabilirim/yaptım" diyen insanlar. Diğer yanda, “camiye gitmeye devam edeceğiz, diyanetin şahsi fetvasıdır” diyenler. Karantinadan kaçıp, otobüsle memlekete dönmeye çalışan umreciler. Hatta, polisin yüzüne tükürenler. “Allah’a inanana bir şey olmaz” diyenler. Tedbir alanlarla dalga geçenler, ilahiri ve ila… Bunların da ekseriyetle ortak özelliği, “muhafazakar” olmaları. Muhafazakarlar şöyle, öteki böyle tartışmalarından başka bir şey söyleyeceğim: İlk örnekte bir millet olma halinden söz edebiliriz. İkinci örnekteki kesim millet olma halimizi yitirmemize sebep olurlar. Millet olabilmemiz için ikinci kesimin baskılanması, sonra dönüşmesi lazım. Kendisini hiç tanımadığı insanların oluşturduğu bir kimliğe ait hissedip, tanımadığı ve tanışmayacağı bu insanlara dair kaygı duyan, millet mensubudur. Onlara el uzatmayı vazife sayıp imkanlarınca buna uğraşan da, milliyetçi. Birileri, kendilerine milliyetçi demeseler bile, millet olma halinin ne anlama geldiğini biliyor. Ancak hep birlikte hareket eder, dayanışma gösterirsek, maddi manevi birbirimize destek olursak bu krizi en az zararla atlatacağımızı biliyorlar. Diğerleriyse, kendi küçük dünyalarında, kıt akıllarınca yorumladıklarının karşısındaki her şeye düşmanlar. İdrak yollarının tıkalı oluşu yalnızca kendilerine zarar vermiyor, cemiyete de zarar veriyorlar. Kafasız ve aşiretperest, daima kendini ve dar çevresinin çıkarını düşünen, cemiyetiyle var olduğunu ve uzun vadede cemiyetiyle var olmaya devam edebileceğini idrak edemeyen sürülerden millet çıkmaz. Tuhaf sanrıların, saplantıların elinde esir olmuş, hiçbir faydası olmayan bu “güruh” mensupları, tedbirsizlik, düşüncesizlik ve pervasızlıklarıyla zarar verirken, aslında çok daha derin bir yara açıyorlar: Bizlere, “bunlarla aynı milletten miyiz şimdi?” diye sorduruyorlar. Kıyafeti nedeniyle genç kızlarımıza dil uzatmaları… Zayıf gördüklerine çullanmaları, güçlüye tapınmaları… “Benden” hissettiklerini, her türlü alçaklığı yapsa bile gözü kara savunmaları. Sürü olup saldırmaları, gencecik çocukları döverek öldürmeleri… Bütün bunların üstüne, şimdi, böyle manzaralar. Eziliyor, horlanıyor denen bu kitleler, “kitle” bile değil, yalnızca kalabalık, bir “güruh” olduklarını, şimdi korona salgınında ispatladılar. Daha acısı, az evvel ifade ettiğim gibi, çevresini düşünen, faydalı olmaya çalışan insanların hem moralini bozuyor, hem “millet olma” zeminini onların altından bir halı gibi çekiyor, hem de bütün mücadeleyi baltalayarak kazanımı engelliyorlar. Tesadüfen Türkiye’de doğmuş ve yaşıyor olmak, aynı milletten olmak için yeterli değildir. Bir mensubiyet hissi, bu hissin doğuracağı asgari sorumluluk, herhalde millet olabilmenin ilk şartıdır. O hissin ve daha önemlisi sorumluluk telakkisinin gelişmesi içinse, “eğitilmiş olmak” gerekiyor. Dün, bu eğitimi sağlayan, gezici ozanlar, rivayetler, kıssalar anlatan, destanlar söyleyen insanlardı. Bu rivayetler, kıssalar, destanlar, onları “paylaşanlar”ın hem “benim gibi başkaları da var” demesini sağlıyor, hem de olası senaryolarda nasıl davranmaları gerektiğini öğretiyordu. Akli melekeleri tuhaf inanışlar ve şartlanmışlıkla büsbütün baskılanmış insanların bu telakkiyi geliştirmeleri mümkün değil. Milliyetçiliğimiz, millet olma halini baltalayan, maalesef “geleneksel milliyetçi akımların” insan kaynağını da teşkil etmiş “ortalama Anadolu insanı” ile mücadeleyi bir şart, Türklerin hayatta kalması için hayati bir mesele olarak önümüze koyuyor. Bu kitlenin belirleyiciliğini önce baskılayıp, sonra bu kitleyi dönüştürmek için yollar aramak, en önemli vazifemizdir. Korona salgını akabinde farklı insan tiplerinin tepkilerini tarttığımda, bu ikinci tipin siperde, sokakta yahut kamusal alanda yanımda olmasının bana her zaman zarar vereceğini yeniden idrak ettim. “Otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğu” olarak, iyi, güzel ve “ortak” olan her şeyi “müştereğin trajedisi”ne kurban eden bu güruhla birlikte daha çok otobüs kaçıracağız diyorum.

Bahadırhan Dinçaslan M. Bahadırhan Dinçaslan muhammed bahadırhan dinçaslan