Kutsal Kitabın Stratejisi – Tapınakçı Altınları

TAKİP ET

Bir televizyon programında 'Kanal İstanbul'u yapmalıyız çünkü orada tapınakçı altınları var' mealinde açıklamalar yapan R

Bir televizyon programında “Kanal İstanbul’u yapmalıyız çünkü orada tapınakçı altınları var” mealinde açıklamalar yapan R. Kağan Kurtoğlu isimli şahsı dinlediğimden beri, kafamda tek bir manzara var. Şahıs, “Vatikan’daki kaynakları”ndan bahsediyor. Vatikan'da şahsına özel kaynağı olan bir adam... Karizmayı düşün. Arıyorsun. Adam kukuletayı çekip, şapelin dibine çömeliyor, "Tapınakçı altınları var orda. Reis o altınları çıkarırsa biteriz" diyor. Kapatıyor sonra, koroya devam: Da pacem Domine, in diebus nostris. Şahıs çok ilgimi çektiği için şöyle bir araştırma yaptım. Araştırma dediysem, benim öyle istihbarat kurumlarında kaynağım falan yok, adını Google’a yazdım. Gizlenen sırlara böyle ulaşmam imkansız, bir Amerikan şirketinin hizmetini kullandığım için de muhtemelen Illuminati’nin oyunlarına alet oluyorumdur ama, Google Scholar’dan aratınca karşıma ilk çıkan makalesinin başlığını vereyim: ABD Siyaset Stratejisinde Evanjelist-Kabalist Felaket Filmleriyle Psikolojik Savaş Operasyonları Ve Türkiye. İş git gide ilginç bir hal almaya başladı. Makalenin özet kısmında şunlar yazıyor: ABD siyaset stratejisi Evanjelist-Kabalist bir forma sokulan Kitabı Mukaddes kaynaklı ilâhi temele dayandırılmaktadır. Yeni Dünya Düzeni ilk bakışta ekonomik ve siyasi gibi gözükse de; judeo-Hıristiyan ilâhi bir temele oturtulduğu anlaşılıyor. Bu hedefe yönelik olarak Amerikan film endüstrisi Hollywood yapımlarıyla beyin yıkama rolünü üstlenmiş görünüyor. Söz konusu “ilâhi”, siyasi ve ekonomik projenin ana hedefi Türkiye ve hinterlandı olup, Anadolu “Tanrı İmparatorluğu” için son seferde fethedilecek “Edom ülkesi”dir. Kitab-ı Mukaddes’e, yani Hıristiyan İncili’ne dayandırılan bir siyaset stratejisi… Bunun ne kadar aptalca olacağı, aklıma gelen ilk düşünce oldu. Düşünsene, onca uçak gemisini, nükleer başlıklı füzeyi, radara yakalanmayan uçağı idare eden bir süper güç, stratejisini en yeni bölümü 1500 yıldan eski, çelişkiler ve tutarsızlıklarla dolu bir kitaba dayandırıyordu. Gerçek olmasını çok istediğimi fark ettim: Bu sayede ABD’yi kolayca şamar oğlanına çevirebilirdik. Baş etmek hiç zor olmazdı. Ben ABD’nin en yeni ve etkili teknolojik aygıtlar, simülasyonlar, cezbedilmiş en parlak beyinler eliyle stratejiler oluşturup uyguladığını düşünüp korkuyordum. Kurtoğlu beni biraz rahatlatacak gibi oldu, fakat işte şüphecilik bu ya… ABD’nin böyle davrandığına henüz ikna olmadım. Ancak Kurtoğlu’nun haklı olmasını istedim, istiyorum. Böyle düşünürken, kutsal kitapların günümüzde pratik kullanımının gerçekten mümkün olup olmayacağını düşündüm. Aklıma iki örnek geldi, şimdi o iki örneği paylaşacağım. Bu ikisinden ilki, görece daha meşhur bir öykü. Ali, Muaviye ile savaşırken, Amr bin As bir uyanıklık edip, askerlerine Kuran sayfalarını mızraklarının ucuna takmayı emreder. Ali’nin askerleri bu yüzden bir tereddüt yaşar. Neticede Amr bin As başka uyanıklıklar da yapacak, Arap Devleti’nin başkanlığı Muaviye’ye verilecektir. Mızrak ucuna takılan Kuran sayfaları, dini alanda politika yapmanın ve politikaya din bulaşmasının taraflardan birine nasıl orantısız, yersiz ve haksız bir üstünlük sağlayabileceğinin en çarpıcı örneklerinden biridir. Bunun yanında, bir kutsal kitabın askeri ve siyasi amaçlı olarak doğrudan kullanımının güzel bir örneği. Diğer örnek bu kadar bilinmiyor, ancak bana daha ilginç geliyor. Efendim, 1. Dünya Savaşı’nda, Kenan Diyarı’nda İngilizlere karşı savaşıyorduk. Mikmeş denen küçük bir yerleşim, Britanya ordusunun ileri hattı için önem arz ediyordu, bu bölgenin Türklerden alınması icap ediyordu. Taarruz hazırlıkları sürerken, Binbaşı Vivian Gilbert Mikmeş adını bir yerlerden hatırladığını düşündü ve İncil’ine bakmaya karar verdi. Eski Ahid’in Samuel kitabında aradığını buldu. Bozez ve Seneh isimli iki kayanın arasındaki bir geçit sayesinde, Gibeah’tan girip Mikmeş’in kuzeyinden çıkılabiliyordu. Saul’un oğlu Jonathan bu geçidi kullanarak düşman Filistinlilerin Mikmeş karargahının ardına çıkmıştı. Filistinliler de kuşatıldıklarını sanarak bozguna uğramışlardı. Gilbert bunu okur okumaz keşfe çıktı. Tarif edilen kayaların arasındaki geçidin hala var olduğunu görünce, General Edmund Allenby’ye haber verdi. Generalin yolladığı küçük bir müfreze, bu geçitten geçerek Türklerin arkasına sızdı. Sabah olduğunda, kuşatıldıklarını düşünen Türkler bozguna uğradılar ve önemli kayıplar verdik. Bu iki örneğin mahiyeti arasındaki fark, esasen batı ile doğunun arasındaki farkı gösteriyor. Biri, kutsalını siyasetine alet ederken, öteki kutsal kitabını gerçekçi bir kafayla yorumluyor ve gündelik hayatla sınıyor. Dincilik ile sekülarizm arasındaki fark da budur işte: Kutsal kitabını mızrak ucuna takmak, yahut bir sorunla, mesela kuraklıkla karşılaştığında kutsal kitap okuyarak çözüm aramak, ilkidir. Kutsal kitabının her şeyden evvel “o coğrafyada yaşan insanların kitabı” olduğunu bilip, dünya ile karşılaştırmak ikincisi. İlkinden Ramazan Kağan Kurtoğlu’nu “hoca” yahut “aydın” diye televizyona çıkartan “medeniyet” doğdu. İkincisindense, en büyük imparatorluğumuzu mahveden müthiş kudretli ve üstün o düşman… Tabii şunu da söylemeden olmaz. Kanal İstanbul projesinin ne kadar pespaye olduğunun delili, onu savunan argümanlarda saklı. Kimisi tapınakçı altınları diyor, kimisi “bu sayede Amerikalıları Karadeniz’e çıkartacağız, Rus baskısı kırılacak.” Düşün ki, algı operasyonu dahi bu kadar acemi ve saçma yapılan bir projenin kendisi nasıldır? Türkiye'de Rus baskısı dezenformasyon alanında, medyada, boktan komplo teorilerinin yayılması meselesinde var mesela. Uğraşacaksan çok daha masrafsız, bununla uğraş. Amerika'yı Karadeniz'e arka kapıdan çıkarmak Rus baskısını kırmaz, arada yırtılan yakamız olur. Ama biz, zannediyorum ki, filmlerden Amerikan stratejisini tahmin etmeye çalışmaya, dizilerden mesajlar almaya devam edeceğiz.

Bahadırhan Dinçaslan M. Bahadırhan Dinçaslan muhammed bahadırhan dinçaslan