Muhalif Mevzilerde Canavarlaşma Problemi

TAKİP ET

Nietzsche'ye atfedilen bir söz var: Canavarla mücadele eden kişi, bir müddet sonra canavara dönüşmemeye baksın

Nietzsche’ye atfedilen bir söz var: Canavarla mücadele eden kişi, bir müddet sonra canavara dönüşmemeye baksın. Şöyle kısaltsak daha doğru: Canavarla mücadele eden, canavarlaşır. Türkiye’de bir AKP canavarı var, hem de ne canavar. İdeolojik tahlillerimiz bir yana, muhalif kalmak en insani düzlemde nasıl mümkün oluyor diye bir sormak lazım. Adam yerine konmuyorsun, haysiyetin sürekli zedeleniyor, sürekli iftiralara, güç gösterilerine, hadsizliklere maruz kalıyorsun. Kolay mıdır? İş bulamıyorsun, bulduğun işten atılıyorsun, ciğeri beş para etmezlerin sefa sürdüğüne şahit oluyorsun. Kolay mıdır? Elbette değil. Artık işi kitabına uydurmaya dahi çalışmayan, muhalifi ezen, ezen, ezen… ve ezen bir yapı var karşımızda. Ancak kalbin çatallanınca, yumruğun nasır bağlayınca, gözlerini kan bürüyünce karşı koyabiliyorsun. Çünkü onlar güçlü, çünkü onlar adamı döverler, adama söverler, her haltı yerler ve yanlarına kâr kalır. Trafikte AKP ilçe başkan yardımcısının dayısının oğluyla mı takıştın? Hayatın kayabilir. Bu denli bir canavarın karşısına dikilmek canavarca hislerle donanmış bir ruh hali gerektiriyor. Onlar “alışılmadık” yöntemlere başvurdukça, sen de başvuruyorsun. Seni dövecekler mi? Bir sopa alıyorsun. Sana sövüyorlar mı? En kalaylı küfürlerden bir dağarcık geliştiriyorsun. Sana bağırıyorlar mı? Çıkıp milyonlarca gençle birlikte Taksim’de ana avrat küfrediyorsun. Bunlara çok itirazım yok, zira bunlar bende de var. Ama bunlar canımı sıkıyor. Bu ülkenin hepimizi böyle sertleştirmesi canımı sıkıyor. Dudayev’in “savaşmaktan başka bir şey bilmeyen” bir neslin oluşmasına hayıflanması gibi… Ki o gençlik sonra taa Kolombiya’da bile paralı askerlik yaptı, sabık işkencesinin tetikçisi bile oldu. Fakat şimdilerde bir ışık var: Muhalefet yerel yönetimlerde ciddi mevziler elde etti. Fakat dost sohbetlerinde üzerine konuşulan, her şeye rağmen kamuoyu önünde pek dillendirilmeyen bir çelişkiyi de önümüze bıraktı: Canavarları ne yapacağız? Bir örnek vermek gerekirse, Mansur Yavaş 3 dönem Melih Gökçek gibi biriyle mücadele etti. O yüzden ekibini Gökçek'in postasına posta koyabilecek, adamlarından dayak yemekten korkmayacak omzu düşük tayfadan kurmak zorunda kaldı. Ama şimdi kazandı, bu insanlar bir çelişki, bir doku uyuşmazlığı yaratıyor. Çünkü onlar canavarla mücadele edebilecek kontra-canavarlara dönüşmüşlerdi. Şimdi ne yapacaklarını kestiremiyorlar; 20 yıldır alışkanlığı ve temayülü belirleyenin de bir canavar olduğu gerçeğini de işin içine katınca... Her şeye rağmen Mansur Başkan sürekli ekibini iyileştirmeye çalışıyor, umarım başarılı olacaktır da. İşin başka bir ciheti de şu: AKP'nin gadrine, gazabına uğraya uğraya o kadar sinirleniyoruz ki, AKP'lilere sövüyoruz. Biz sövdükçe, onlar karşıda konsolide oluyorlar. İntikam sesleri yükseliyor saflarımızdan, haksız da değiliz. Ama haklılığımız güce yahut başarıya dönüşmüyor, canavarlaşıyoruz. Ancak bir canavarsan hayatta kalıyorsun Türkiye'de. Elin beline yakınsa, hakkını yiyene posta koyabiliyorsan, sırada önüne geçeni dövebiliyorsan, tipin ürkütücüyse, arkan güçlüyse... Bu çok acı bir manzara. Mahzuni'nin "Hiçbir şey gelmezse bile elinden / Fesat tohumunu ek de öyle git" deyişi düşüyor aklıma, gitseler de fesat tohumlarını ekmiş bulundular maalesef. Post-AKP döneminde bu canavarlığımızı nasıl ehilleştireceğiz, bunu düşünmek lazım şimdiden. Herhalde ilk adım, canavarlığımızın tahrik edildiğini görmekle atılır. Muhalifin önüne muhalifi atıyorlar. Yıllara yayılmış açlığımız da kan şekerimizi düşürüp, “av… av… av…” diye hannaslık edince… Saldırıveriyoruz. Beklentilerimiz de, aslında, AKP’lilerin beklentilerine dönüşüyor. “Biraz da biz yiyelim…” Diyelim ki Erdoğan iktidardan düştü, biz geldik… Erdoğan’a sınırsız imtiyaz ve yetki tanıyan bu akla zarar rejimi terk edebilecek miyiz? Parlamenter sisteme, güçler ayrılığına geri dönecek miyiz? Bu, AKP sonrasının en ciddi meselelerinden biri olacak, kontrol mekanizmamız yok, elimizle seçtiğimiz, bu güçten vazgeçebilecek mi? Biz, peki, vazgeçmesini isteyebilecek miyiz? Atamamız daha rahat yapılır, “biraz da biz yeriz” diyerek, yoksa, canavarlığımızı kalıcı hale mi getireceğiz? Muhalefetin iddiası ve vaadi, “doğruya dönüş” olsa, bu seçmen nezdinde ne kadar etkili? Siyaset vitrinde değil ama, perde arkasında atama, ulufe, sadaka vaadiyle yapılıyor. Namuslu bir siyasetçi, bu ikilemde kalınca ne yapar? Tek bir bireyin etkisinin tarihi akışlarda oldukça kısıtlı olduğunu düşünürüm. Bence önemli olan hep cemiyetin ortalama seviyesidir, algısıdır, bilgisidir. Ama bu defa, işimiz bireylere kaldı gibi. Mansur Yavaş’a, Ekrem İmamoğlu’na… Onlar bu ince ip üzerinde doğru yürüyebilirlerse, muhalefetin canavarlaşmasının yarattığı taleplere boyun eğmeden doğru misali önümüze koyabilirler. Bir Ankara sakini olarak, mesela, Yavaş’a “vermeye” giden “siyasi” kaç kişi vardır, ondan “istemeye” giden kaç kişi vardır, merak ediyorum. Kaç “siyasi” adam, istediğini elde edemedi diye sövmeye başlamıştır, aleyhine çalışmaya başlamıştır yahut hazırdır? Yarın siyaset sahnesi yeniden harlanınca, seçim havası oluşunca, bunlar aleyhte nasıl kullanılacaklar? Kendimi de dahil ederek söylüyorum: Canavarlığımız en büyük meselemizdir, önümüze engel çıkarsa, içimizden çıkacak. M. Bahadırhan Dinçaslan

akp Aşık Mahzuni Bahadırhan Dinçaslan Canavarlaşma Dudayev Kolombiya mansur yavaş Melih Gökçek muhalefet Nietzsche