Namlı Bir Kabadayı: Sarı Veli

TAKİP ET

İnsanoğlu yaratıldığından ve yeryüzünde millet olarak yaşandığından beri efsaneler vardır, bu efsanelerin de kahramanları vardır

İnsanoğlu yaratıldığından ve yeryüzünde millet olarak yaşandığından beri efsaneler vardır, bu efsanelerin de kahramanları vardır. Bütün kadim kültürlerin ortak özelliği kahramanlarının olmasıdır. Kahramanlar ortak özelliği ise iyiden, güzelden, mazlumdan yana olmalarıdır. Hafızamızı zorladığımızda tarih sayfalarında; Robin Hood ismiyle karşılaşırız. Kim olduğu halen bilinmeyen bu esrarengiz efsane kahramanı zenginden alıp fakire vermesiyle ünlenmiştir. Bizim tarihimizde de buna benzer örnekler mevcuttur; Deli Dumrul, Malkoçoğlu, Battalgazi, İngiliz Kemal, Yandım Ali, Dadaloğlu vs gibi şahsiyetleri bu kahramanlara örnek olarak sayabiliriz. Bunlar yarı efsanedir, çünkü kim oldukları bilinmektedir. Onların da gayeleri mazlumun yanında olmak, garibi korumak adınadır. Bazen kader insan hayatını farklı başlatır, bir zamanlar eşkıya olarak anılan ama daha sonra hayatın içinde onlara kahraman olma şansı verilen insanlar arasında biri var ki onun hayatı asker kaçağı olarak başlayıp, bir efsane gibi saygı duyulan konuma gelmiştir. Onun adı Çöllo dur, bu da tıpkı diğerleri gibi halk kahramanı unvanı almıştır. Çöllo kimilerine göre Sarız’ın İncedere köyünden, kimilerine göre de Pınarbaşı-Kadılı Köyünden olup asıl adı İsmail’dir. Çöllo’nun dağa çıkması da diğerlerinde olduğu gibi kendisine yapılan bir haksızlığa başkaldırması sonucunda olur. Yani konu bu kadar basittir. Ama kader onun gibilerin hayatlarının örgüsünü halk kahramanı olarak örmeye karar verdiğinde yapılacak bir şey yoktur, kaderin dediği olacaktır. Kader onları eşkıya olarak dağa çıkaracak, sonra da kahraman olarak oradan indirecektir. Onu efsane haline getiren olaylar Kurtuluş Savaşı zamanında halkına zulmeden çetelerle mücadele, özellikle Ermeni komitalarıyla girdiği savaşlardır. Ermeni ayaklanmalarına karşı bir hareket olan Kuva-yı Milliye’ye destek vermiş, halkının yanında yer almıştır. Bir diğer kahraman ise o da hayata asker kaçağı olarak başlayan daha sonra Kuva-yı Milliyeci olarak vatana ve milletine vefasını ödemiş Gizik Duran'dır. O zamanın şartlarına göre Ermeni komitacılara karşı gözü pek mücadeleler vermiş, efsane gibi halkın hafızasına kazınmıştır. O zamanın sıkıntılarının neticesinde belki hayata eşkıya olarak başlamış ama sonradan tam bir kahraman olma şansını yakalamıştır. Gizik Duran, Saimbeyli’nin Cumhurlu Köyündendir. Mondros Mütarekesi sonrasında Fransızlar tarafından konulduğu Adana Hapishanesinden kaçmış ve Develi’nin Pungu (Kılıçkaya) Köyünü merkez yaparak eşkıyalığa başlamıştır. O günlerde Fransızların işgali altındaki Saimbeyli’ye para gönderdiğini öğrenir. Feke’nin Bozat gediği denilen yerde posta arabasını soyar, Misak adlı teğmeni ve yanındaki altı kişiyi öldürür. Bu sırada Mustafa Kemal Atatürk, Kilikya-Adana cephesini kurmak için Topçu Binbaşı Kemal Doğan’ı görevlendirmiştir. Onun gibi birçok eşkıyayı ulusal kuvvetlere kazandırdı. Bundan sonra Gizik Duran ulusal kuvvetlerle birlikte Saimbeyli’nin Ermeni zulmünden kurtulması için destansı mücadeleler vermiştir. Ne yazık ki bir arkadaşı tarafından vurulmuş, halk kahramanı unvanı alan bu yiğidin ağıtlarla günümüze hikâyesi taşınmıştır. Hâsılı insanın olduğu yerde kötülük de iyilik de bitmez, devam eder ve işte böyle anlarda toplum kendi içinde kötülüklerle mücadele etmek için kahramanlar çıkartır. Kimi zaman savaş zamanı, kimi zaman sulh zamanı bu kahramanlar toplum koruyucusu olurlar. Bunlara zaman zaman halk arasında delikanlı, külhanbeyi, kabadayı isimleri verilmiştir. Şehir olur da delikanlısı olmadan olur mu? Elbette olmaz. Ankara şehrinin de efsanelere dönüşen delikanlıları, kabadayıları olmuştur. Onlar hakkında anlatılanlar günümüze kadar gelmiştir. Aynı döneme denk gelmiş olanlar, birbirleriyle sürtüşseler de aralarında bir muhabbet mevcuttu. O dönem Ankara ‘da yaşamış; Kürt Cemali, Kabadayı Mehmet, Sarı Veli bunlardan sadece birkaçıdır. Ankara Hamamönü, eski Hacettepe Mahallesinde gezilirken, orta yaş üstü kime sorsanız bunlarla ilgili bir hikâye dinlersiniz. Bir zamanlar yaşadığı yerde, yani Hacettepe’de Sarı Veli lakaplı delikanlının oğlu Veli Narttürker’den, yani birinci ağızdan dinlenilen hayat hikayesi çok çarpıcıdır. Veli Beyin anlatımı, daha doğrusu onun daha doğmadan vefat eden babasıyla ilgili anlattıkları Nihat İnan’ın ( Deli Nihat, deli sadece lakabıdır. Askerliği sırasında ceza almaktan kurtulmak için yaptığı hareketler sonunda lakap olarak verilmiştir) anlattıklarıyla sınırlı idi. Deli Nihat, Sarı Veli’nin en yakın arkadaşıdır. Dolayısı ile en çarpıcı ve doğru onun anlattıklarıdır. Sarı Veli, zamanın en namlı kabadayılarındandır. Delikanlıdır, merttir. Mert olduğu kadar mütevazı ve hoşgörülüdür. Merhametlidir. Sevgi adamıdır. Sarı Veli’nin esas mesleği fotoğrafçılıktır. Mahallenin hatta döneminde yaşamış delikanlıların en yakışıklısı, en mert, en delikanlısıdır. 1.82 boyu, sarı, mavi gözlü, dalyan gibi güçlü kuvvetli bir delikanlıdır. 1926 yılında Hacettepe Mahallesi, Mehmet Akif Sokakta dünyaya gözlerini açmıştır. Şimdi bu evin yerinde onkoloji hastanesi kurulmuştur. Vakitsiz ve genç yaşta ölümü ise 1952 yılındadır. Tek evladı, daha anne karnında onu dünya gözüyle göremeden dünyaya veda etmiştir. Eşiyle bir aşk evliliği yapar. Sevdiği kadını her şeye rağmen alıp evine getirecek kadar korkusuz ve cesaretlidir. Öyle yapar 1940’ların sonuna doğru sevdiği kızla evlenir. Kıskanılan bir evliliktir, zira onun sevdalısı çoktur. Namlı delikanlı olunca birçok genç kızın hayallerini süslemektedir. Sokağa her girişinde evlerin cumbaları açılıp kapanır, hele delikanlı naraları attığında ise içten içe genç kızların yürek çarpıntıları ona eşlik eder. Kabadayı ve yakışıklı olması; kıskanılması içinde, sevilmesi içinde bir nedendir. Baba dostu Nihat İnan’ın anılarından dinlediğini oğul Veli Narttürker aktarırken, gözleri dolar, onun ne kadar merhametli olduğunu söylerken gurur duyduğu apaçık hissedilir. Sinema önünde simit ve çekirdek satan çocukların sattıklarının parasını fazlasıyla verip hepsini alması, sonra onları yine orada olan çocuklara dağıtması, evlenecek gençlere yardım etmesi, yakacak sıkıntısında olanlara yardım etmesi, fakire kol kanat germesi, bunların hepsi bilindik yardımlardır. Bunları anlatırken her oğul gurur duyar. Bunların haricinde küs olanları barıştırmak, mahalle kültürü almış bir delikanlı olarak, etrafında olacak her türlü olumsuzluğu önlemek için çabalamak ve kimsesizleri korumaya alması, muhtaçları koruyup kollaması, yaşlı, kadın ve kızları gözetmesi, anlatıldığında hayranlık uyandıracak kadar güzelliklerdir. Sarı Veli; mal varlığı bakımından baba zenginidir. Özellikle babaanne tarafı zengindir ve mali sıkıntı çekmeyen bir aileye mensuptur. Köken olarak Ankaralıdır, ancak babaanne tarafından Erzurum’a dayanmaktadır. Askerliğini Ağrı’da motorize birliğinde yapar, bu nedenle motosiklet düşkünlüğü vardır. Sporla da uğraşır bir süre ve 1945 yılında Hacettepe futbol takımını kurar, birinci lige kadar yükselirler. Kendisi de burada iki yıl kadar top koşturur. Hacettepe Spor onun öldüğü sene küme düşer. Bütün kahramanlar gibi o da fazla uzun yaşamaz. Trajik bir ölümü vardır. En çok sevdiği, “Dostum” dediği arkadaşı tarafından öldürülür. Ölümüne sebep olan Kabadayı Mehmet ile dostluğu vardır ancak bu dostluktan hoşnut olmayan insanlar dedikodu üretmektedirler. Bir suçtan dolayı cezaevine giren Kabadayı Mehmet, emanet olarak altın kabzalı tabancasını Sarı Veli’ye emanet verir. Daha sonra cezaevinden haber gönderir “Tabancayı sat ve parasını gönder” diye. Sarı Veli istenileni yapar, tabanca parasını Kabadayı Mehmet’e gönderir. Mehmet daha sonra bir afla hapishaneden çıkar. Dostlukları yine devam eder ancak dedikodular yine bitmez, asılsız bir şeyle Kabadayı Mehmet’in aklı karıştırılır. “Sen onu öldürmezsen o seni öldürecek” söylemleri arkadaşıyla arasına husumet koyar. Yine Nihat İnan’ın anlatımıyla, birlikte onunla gece gezerler, saat gece üç gibi birlikte otomobiliyle eve gelirler, yatarlar, ertesi günü öğle sonu saat dört gibi Kabadayı Mehmet eve gelir, arkadaşı Sarı Veli’yi çağırır. “Biraz konuşalım” der. Birlikte Kurtuluş Mahallesinde bulunan Erzurum kahvesine gelirler ki; bugün hala o kahvehane mevcuttur. Oğul Veli Narttürker, o kahvehaneden bahsederken gözleri dolar ve “Soldaki masada babam öldürüldü” diye yer tespiti bile yapar. Daha sonra konuşma esnasında Kabadayı Mehmet, paltosunun cebinden tabancayı hiç çıkarmadan, cebinden karın ve kasık bölgesine ateş ederek öldürür. Her ikisi için de hazin bir öyküdür. Dostum dediği, canımı verecek kadar seviyorum dediği arkadaşını öldürmek zordur, öte yandan canını teslim ettiği, hiç ummadığı arkadaşı tarafından öldürülmekte ölümün en dayanılmaz halidir. 1952 yılında daha 27 yaşında iken gençliğinin baharında, daha yapacak çok iyilikler varken kara toprağa düşmüştür. Sarı Veli’nin evine bu ölüm haberiyle ve sevenlerin yüreğine ateş düşer. Nasıl düşmesin ki, sevdalı bir eş bırakmıştır geriye. Bir evladı olacak ama o bunu göremeyecektir. Sevenleri mert yiğit bir delikanlı kaybetmişlerdir. Mahalleli kendilerine kol kanat geren birini; yaşlılar, aciz ve fakirler hamilerini yitirmişlerdir. Bir oğlu olur Sarı Veli’nin. Adını Veli koyarlar baba adı yaşasın diye. Veli ismi soy kütüğünde sıkça rastlanmaktadır, dedenin dedesinin de adı Veli'dir. Sarı Veli’nin babası Mustafa Narttürker, soyadı kanunun da “Narttürker” soyadını almıştır. Eski namlı ve tarihe geçmiş insanların hayatları rivayetlerle değiştirilmeye açıktır. Bu gayet normaldir. Toplum hayali de olsa; etrafında huzurla, sevgiyle kilitleneceği kahramanlar ister. Sarı Veli de bunlardan bir tanesidir. Hakkında anlatılan, güzellikler taşıyan ve genç nesle güzel örnek olabilecek her şey, hem ailesi, hem sevenleri için önemli ve kıymetlidir. Tarih sayfalarını aralandığında bunun gibi nice güzel örnekler görürüz. Artık mahalleyi koruyup kollayan, güzel anlamlar taşıyan kabadayı, daha doğru anlatımıyla eski delikanlılar yok artık. Onların yerini gözlerini para hırsı bürümüş, merhametten, vicdandan yoksun insan profilleri almıştır. Yüreği mert, bileği hakça kuvvetli cesur kahramanlara ihtiyacımız var, çocuklarımıza onları örnek verip, güzel ahlaklı birey olmalarını öğüt vererek anlatmalıyız. Yabancı karakterler değil, bizim gibi düşünen, bizim gibi hisseden, bizim olan, bizim kahramanlarımız olsun. Yandım Alilerimiz, Dadaloğlularımız bitmesin.