Özgürlüğe Övgü

TAKİP ET

Kimi zaman bir sloganın ahenkli ışıltısıyla yüreklere doluyor, kimi zaman beklenmedik bunalımların tek ışığı olarak özlem duyuluyordu

Kimi zaman bir sloganın ahenkli ışıltısıyla yüreklere doluyor, kimi zaman beklenmedik bunalımların tek ışığı olarak özlem duyuluyordu. Her insanın bir gün mutlak hissetmek istediği, kimi insanınsa yaşamasının tek gayesi bu idi. Kıta kıta, ülke ülke anlamı değişir, tarihsel süreçler “özgürlüğe” hem yeni anlamlar katıyor hem de amaç ve araç düzlemini bir zemine oturtuyordu. Afrikalı için özgürlük; ısmarlama bir müzik ile dans etmek, Avrupalı için ise kendi doğal yolları ile vücut bulmuş bütün normları bireye indirerek aşabilmekti. Yürünen yolun ismi aynı, aşılan engeller farklı şekilleniyordu. Ülkeler arasında da değiştiğinden söz etmiştim. Bu bağlamda her ülke tarihi farklı dinamiklerle şekil aldığından böyle soyut kavramlar için genel geçer duygu durumları yakalamak oldukça zor bir hâl alıyor. Filistin toplumu ve İngiliz toplumu arasındaki özgürlük kavrayışı tabii ki değişkenlik gösterecek. Zaten burada yazıyı bir nehre dönüştürüp önüme özgürlüğü katarak, bu değişkenlik pandemi ile genel geçer bir zemine nasıl oturdu? Sorusuna yanıt arayarak, özgürlüğü nehirden denize ulaştırma amacındayım. Topraklarınızdan göç ettirilmiş, dış dünya ile ilişkisi kesilmiş biri için en büyük özgürlük kendi topraklarına dönüp yaşayabilmek olacaktır. Ama üstünde “Güneş batmayan” bir imparatorlukta doğduysanız kendi ülkenizden çıkıp istediğiniz yere ulaşmak asıl özgürlük gayesi haline gelir. Ancak salgın öncesi ve sonrası dönem ile en azından şu anı varsayarsak muhtemelen herkesin özgürlüğü övecek iki kelâmı dilinin ucuna getirmiştir. Belki de insanlar bu konuda birbiri ile empati yapabileceği en uygun ortamı yakalamış durumda. Çünkü bu tarihten ders alarak empati yapma durumundan daha gerçekçi ve anı kapsıyor. Bir insana geçmişte topraklarının işgal edilmiş olmasını sunarak başka bir toprağı zapt etmemesini isterseniz verim alma olasılığınız düşük. Barut, kan ve ölüm ona uzakken bu anlama yeteneği pek işine gelmez. Ancak şu an herkes her şeyi kıyısından köşesinden de olsa aynı şekilde yaşıyor, hissediyor. İşte şimdi birçok ulusun yakın hisler çerçevesinde hissettiği tehdit, endişe ve telaş varılmak istenen yolun sonucunu aynı şekle bürüdü. Devletler hala birbirini suçluyor olabilir, liderler hala birbirini suçluyor olabilir ancak toplumlar birbirini suçlamaktan öteye aynı mağduriyetin karanlığında Güneş’e hasret aynı ışığı arzuluyor. İşte tüm dünya kısa bir süre de olsa aynı arzular çerçevesinde birleşmiş, hasret duyduğu Güneş dolaylı bir “Özgürlüğe övgüsü” şeklini almış vaziyette. Bunun yanında tutsaklık da aslında insanın doğasından gelen bir ihtiyaç. Onu bir şeylerden vazgeçme tembelliğinin en güzel gerekçesi olarak vicdanını pamuğa çevirmesini sağlar. Mesela şu an; irdelemek istediğim, derinlemesine girip kişisel çıkarımlarım ile hislerimi harmanlayıp sunmak istediğim “tutsaklık” konusunu, kendimi uykulu olmak ve algı bozukluğuna tutsak ederek kaçmayı seçiyor ve vicdanen zerre rahatsızlık duymuyorum. Neyse özgürlüğe tekrardan dönelim. Önce topraklar işlendi, toprakların sahipleri oldu. Bireyler toplumu, toplum ise sınıfı doğurdu. Sınıflar belirli dinamiklerle özgürlüğe yön verirken, endüstri devrimi ile yaşam tek bir çevrede şekillenmeye mecbur bırakılıp, her bir birey birbirinin özgürlüğünden mükellef kılındı. Masal bu ya olağandışılık makûl olacak. Öyle bir zaman geldi ki özgürlüğüm, başkasının yaşamına kastedecek kadar taksirli bir suç aracı oldu. Evet, pandemi tam olarak bunu sağladı. Şöyle ki, Benim tutsaklığım bir başkasının özgürlüğünün garantisiydi artık. Kendimizi tutsak hissettiğimiz şu günlerde aslında her tutsak geçen a:nımız bir başka bireyin özgürlüğüne artı bir değer katıyor. Bu bana biraz da bir futbol maçındaki kaleci olma durumu gibi geliyor. 90 dakika hiçbir iş yapmasanız dahi 91. Dakika gelen o topu kurtarmak sizi kahraman yapabilir. Ve kalecilerin kendilerine verilen o alana tutsak olmaları diğer 10 takım arkadaşının özgürce saha içerisinde oynamasını sağlar. Pandemi dönemi tam da böyle bir durum. Yıllar boyu topluma zerre yararı olmadan yaşasanız dahi şu an yapacağınız tutsaklık, her birinizi başka bir hayatta kahraman yapabilir. Ve kendinizi tutsak ettiğiniz evleriniz gelecek dönem içerisinde herkesin özgürce dolaşmasını sağlayacak. Bu fedakarlığın yanında bir de işin kişisel boyutu var. Franz Kafka “Dışarıya kapanmak esasen içeriye açılmaktır” demiştir. Dışarıda birçok sebepten ötekileştirip unuttuğun “özgürlüğünü” içerinde bulmaya ne dersin? Adamın biri bir gün özgürlüğünü kaybettiğini fark etmiş. Telaşlı ve tedirginlikle her yerde aramaya koyulmuş. Biraz nabzı düşüp, zihni berraklaştığında ise o gün içerisinde neler yaptığını ve nerelerde kaybetme olanağı olduğu yerleri düşünmüş. Önce sabah gittiği iş yerine bakmış, sonra tıka basa dolu olarak binip hareket edemediği otobüse, fiyatlardan korkarak alışveriş yaptığı süper market ve en son da evine... Hepsinde bir nebze tutsak kaldığını ancak gerçekten özgürlüğünü kaybettiği yerin orası olmadığını görmüş. Sonra aklına mahallesindeki kuyu gelmiş. Her gün yaptığı ritüel iş dönüşü uğrayıp bir yudum su içtiği kuyuda kaybetme olasılığı ile koşarak oraya gitmiş. Kuyuya indiğinde ise tek gördüğü şey kendi zihninde her gün konuşan kişi, dönen düşüncelerden başka bir şey değilmiş. Kendi özgürlüğünü kendinde kaybettiğini fark ettiğinde tek aradığı şey "kendi" olmuş. Tutsaklığa mecbur bırakılmış hissettiğiniz şu günlerde “kendinizi” bulmanız dileği ile. Ben bunu deniyorum. Yusuf Ayberk Enişte

franz kafka hürriyet koronavirüs özgürlük pandemi salgın