Rus Dış Politikasının İdeoloji Çantası

TAKİP ET

Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra, 'ideolojisizlik' Boris Yeltsin dönemi Rusya'sının en karakteristik özelliklerinden biri olmuştur

Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, ‘ideolojisizlik’ Boris Yeltsin dönemi Rusya’sının en karakteristik özelliklerinden biri olmuştur. Temelde bu ideoloji yokluğu, komünizm sonrası iyileşme dönemini hedefleyen bir ‘komünizmsizlik’ yaklaşımının yapı taşını teşkil ediyordu. Yeltsin’in başı çektiği Batıcı Akım, Rusya’nın felsefesini temelden değiştirerek Avrupa’ya yakınlaşma ve Batı kampına dâhil olmayı hedefliyordu. Avrupa’nın da Rusya’yı aralarında görmeye can atmadığını gören Rusların kısa süren bu politik macerası başarısızlık ile sonuçlanınca, bu türbülanslı dönem Rus milliyetçiliği ve Neo-Avrasyacılık gibi mülahazaların öne çıkmasına zemin hazırladı. Milliyetçilik teorisi, Rus kültürel tarihi ile tam manada uyuşması ve dönemin ihtiyaçlarına cevap vermesi bakımından geniş çapta taraftar ve destekçi buldu. Öte yandan SSCB’nin dağılması tarihte ilk defa ortak kültür ve ortak değerler temelinde bir Rus ulus-devletinin kurulması için uygun zemini oluşturmuştu. Sovyetler döneminde etnik Rus nüfusu 50%’nin biraz üzerinde iken, post-Sovyet Rusya Federasyonu’nda bu oran 81%’e ulaştı. Nitekim etnik Rus vatandaşlarını, Rus olmayan Rus vatandaşlarından ayırmak için iki farklı terim kullanılmakta. Russkiy (bazı tarihçi ve filologlara göre 10. yy. ’da kullanılmaya başlanmıştır) – etnik olarak Rus olanlar için kullanılırken, Rossiskiy – etnik olarak Rus olmayan Rus vatandaşlarını tanımlamak için kullanılmaktadır. (Mevcut dönemde yapılması planlanan referandum olumlu sonuçlanırsa bu kavramsal ayrıştırmaya gerek kalmayacak) Son 20 yıldır ülkeyi yöneten, ideolojik açıdan statik ve stabil olmayan Putin rejimi bugüne kadar birçok farklı ideolojik yaklaşımı kullanabildi. Nitekim Vladimir Putin, 1999’da bazı politikacı ve entelektüellerin savunduğu gibi bir devlet ideolojisi oluşturmaya karşı olduğunu açıkça yazmış ve Rusya’da resmi bir ideolojiye gerek olmadığını savunmuştu. 2000-2004 döneminde Putin yönetimi teknokratik hedefler çerçevesinde politika izleyerek, ideolojisizlik yaklaşımını devam ettirdi. Ancak 2000’de NATO’nun Yugoslavya’ya askeri müdahalesi ile başlayan ve sonrasında Ukrayna, Gürcistan ve Kırgızistan’daki renkli devrimler ile devam eden süreç ve Batı’nın post-Sovyet coğrafyasını yeniden yapılandırdığı algısı Rusya’da ciddi güvenlik endişelerine yol açtı. Nitekim Aleksandr Surkov’un Ukrayna’daki Turuncu Devrim sonrası ‘düşman kapımızda’ cümlesi Rusya’nın bu gelişmeleri doğrudan bir tehdit olarak algıladığının en sade açıklamasıydı. Rusya’nın güvensizlik algısı ve güç kapasitesi dengesine daha nüanslı bir açıklama getirebilmek için, o dönem Rus dış politikası neo-klasik realizm ile ilişkilendirilmiştir. Post-Sovyet coğrafyasının batı yörüngesine çekilmeye başlandığı fikrinin oluşturduğu atmosfer çerçevesinde Rus milli çıkarlarının korunması eğilimi ile beraber ivme kazanan ideolojik yaklaşımlar pratik manada gayrı resmi olarak kendini göstermeye başladı. Putin’in 2007 yılında Münih Güvenlik Konferansında yaptığı konuşma bu yaklaşımı belgeliyordu. Güvenlik konseptinin üniversal yapısını vurgulayan Putin, tek kutuplu dünya sistemine doğrudan karşı olduklarını açıkça vurguladı. Bu gelişme ile beraber yeni bir safhaya giren Rus dış politikası neo-revizyonizm temelinde değerlendirildi ve Rusya’nın sistemi revize edip, önemli bir uluslararası aktör olma niyeti ve hedefi alenen telaffuz edilmeye başlandı. (Öte yandan Soğuk Savaşın stratejik kördüğümü sonrasında Rusya’nın kapana kısılmış hissiyatı da bu neo-revizyonist yaklaşımın doğuşuna sebep olarak gösterilmiştir). Ve 2008 yılı itibariyle Rusya’nın Güney Osetya’yı işgali, değişen ideolojik yaklaşımın pratiğe ilk ciddi yansımasıydı. 2008 yılı itibariyle artık Moskova sırtını tamamen Batı’ya dönmüş ve artık milli çıkarlarına ters düşen Avrupa sistemine karşı isyan ediyordu. Güney Osetya Savaşı ile beraber Rusya’da milliyetçilik merkezi konuma gelerek siyasi diskuru önemli ölçüde etkiledi. Rusya’nın sisteme karşı çıkarak milli çıkarları ile ilişkilendirdiği Güney Osetya müdahalesi, 2008 Rus dış politikasının temel karakterini belirlemiş, felsefi ve teorik bağlamda dönemin dış politikası realist teori çerçevesinde tanımlanmıştır. Batı karşıtı milliyetçi söylemleri besleyen Güney Osetya’nın işgali hadisesi Rusya’daki tüm milliyetçi gruplar için tatmin edici bir politikayı teşkil ediyordu. Milliyetçi hareketler çoğu zaman spesifik politikalardan memnun kalsalar bile daha fazlasını talep etmeye eğilimlidir. Dolayısıyla Rusya’da da aynı yaklaşım kendini gösterdi. Aleksandr Dugin, Gürcistan’ı işgal edilmesi ve parçalanmasını alenen savunmuş ve Avrasya Gençlik Hareketi, Gürcistan’daki paramiliter gruplara doğrudan destek sağlamıştır. Hatta Dugin, ‘Tiflis ve tüm Gürcistan’ı işgal edeceğiz ve belki ilgi alanımızı Ukrayna ve Kırım yarımadasına doğru genişleteceğiz’ demişti. Milliyetçi teori açısından Güney Osetya’nın işgali özelinde, 2008 Rus dış politikası ‘medeniyetsel milliyetçilik’ karakteri ile tanımlanmıştır. Ukrayna’da 2013’te başlayan protestoların 2014’te devrimle sonuçlanmasıyla beraber Rus siyasal retoriğinde milliyetçi yaklaşım zirveye ulaştı ve bizzat Putin, etnik milliyetçilik ve bölgesel irredantizmi savundu. Nitekim Rus vatandaşlarına hitap ederken genellikle Rossiskiy terimini kullanmayı tercih eden Putin, Kırım’ın işgali sonrasında 18 Mart 2014’te yaptığı ve tarihi açıdan önem atfeden konuşmasında Russkiy terimini kullanmayı tercih etti. Ancak Kremlin yönetimi her ne kadar milliyetçi ideolojinin savunucusu gibi görünse de belirli olaylar çerçevesinde milliyetçiliği kullanıp, milliyetçi gruplardan faydalanmakla beraber dış politikada Rus milliyetçiliğine resmi bir taslak ve teorik prensip kazandırmak noktasında oldukça çekingen davranıyor. 1999’da NATO’nun Yugoslavya’ya müdahalesi ile değişmeye başlayan bölgesel konjonktür temelinde Rusya’da devrimsel fikir ve hareketlerin doğmasını engellemek ve değişen konjonktüre uyumlu reaksiyon göstermek niyetiyle ortaya çıkan en belirgin ideoloji ‘muhafazakarlık’ olmuştur. 2005 yılında kendini göstermeye başlayan bu yaklaşım ile Moskova, merkezi ideolojisini belirleyerek, liberal ve komünist ekstremizime karşı çıkmayı hedefledi. 2012’de Putin’in cumhurbaşkanlığına geri dönmesiyle muhafazakâr görüş yeni bir ivme kazandı. Ve Putin 2013’teki G20 zirvesinde kendini ‘muhafazakâr perspektifli pragmatist’ biri olarak tanımladı. Putin tarafından savunulan muhafazakârlık oldukça muğlak ve her tarafa çekilmeye müsait bir terim olarak Rus siyasi literatüründe yerini aldı. Rejim karşıtlarını marjinalleştiren bu ideoloji, ülkedeki basın-yayın organlarını kullanma kabiliyetine sahip olan hükümet için dolaylı olarak propaganda yapma olanağı sundu. Örneğin yayın organları spesifik bir doktrini savunmak yerine Vladimir Putin’in şahsını romantik ve göz alıcı bir şekilde yansıtmaya başladılar. (Putin’in karizmatik fotoğraflarının yayınlanması, spor yaparken dikkatle fotoğrafının çekilmesi, kişiliğin ön plana çıkarılması) Genel çerçevesi çizilmemiş bir muhafazakârlık ideolojisi bu fikrin rüzgarına kapılan herkese istediği gibi düşünme şansı veriyor. Sovyetler Birliği’ne özlem duyan bir Rus vatandaşı, Rus İmparatorluğu’nun nostaljisi ile kendini avutan başka bir Rus veya Ortodoks Hristiyanlığın resmi din ve Panslavizmin devlet ideolojisi olmasını arzulayan bir başka Rus için muhafazakârlık gayet müsait bir kavramdı. Muhafazakâr ideoloji halkın birçoğuna istediğini verebileceğini söylerken neticede kimseye bir şey vermiyor. Sonuç olarak Rusya’nın esnek ideolojik yaklaşımları, Kremlin’in kendini herhangi bir noktada kısıtlayacak ve hareket kabiliyetini zayıflatacak bir teorik bütünlük oluşturmaktan kaçındığını göstermektedir. Dolayısıyla bir yandan Kırım’ın işgalini savunarak öte yandan Avrasyacı yaklaşımlar ile Orta Asya ajandası oluşturabilmekte ve kelime oyunları ile Rus halkını manipüle edebilmektedir. Ozan Çiftci

Dugin Güney Osetya Gürcistan irredantizm kırım kremlin Muhafazakarlık nato Panslavizm Post-Sovyet Putin Rus milliyetçiliği rusya sscb stalin ukrayna Yugoslavya