Salgın ve Ekonomi: Kara Vebadan Sonra

TAKİP ET

14

14. yüzyılda Avrupa’yı kasıp kavuran Kara Veba, nüfusun önemli bir bölümünü kırmıştı. Avrupa tarihçileri ve toplum bilimcileri bu salgının etkilerine dair etraflı analizler yapmış, birçok yönüyle ele almışlardır elbette, ancak gözden kaçtığını düşündüğüm bir husus, salgının bir neticesi var: Paranın yayılması. Para her zaman ulaşım ağlarını ve güvenliği sever. Takas ekonomisi yerine para ekonomisinin gelişebilmesi için devlet yahut başka bir otorite her zaman gerekli olmuştur diyebiliriz. Otoritenin, güvenin ve ulaşımın/erişimin sarsıldığı dönemde para da anlamını yitirebilir. Roma sonrası Avrupa’da büyük oranda bu yaşanmıştı, Roma’nın çöküşüyle ticarette para daha az kullanılır olmuş, Avrupa’nın büyük bir bölümünde alış-verişlerin çoğu takas yoluyla yapılmaya başlamıştı. Para varlığını devam ettiriyordu, ancak çok küçük bir kesim için anlam ifade ediyordu. Feodal sistemde ödemelerin ve vergilerin çoğu nakdi değil, ayniydi: Köylü, efendiye olan “feodal borç”unu yahut vergisini tarlada çalışarak, hasadından pay vererek ödüyor, basit ihtiyaçlarını da hasadın kendine düşen kısmından takas yoluyla karşılıyordu. Bu durumun 13. Yüzyıldan itibaren değişmeye başladığını (öncesini de görmezden gelemeyiz elbette ama 13. Yüzyılda bir sıçrama vardır) görüyoruz. Yavaş yavaş “para kullanımı” artmaya, yeni ve itibarlı para birimleri gelişmeye, piyasadaki emisyon genişlemeye başlamıştır. Bunda İtalyan devletçiklerinin ticari faaliyetlerinin payı olduğu kuşkusuz, ancak bu dönemde dahi “sıradan insan” için para bir değerdir, ancak çok tanıdık değildir. Para miktarı artmıştır, kullanım da artmıştır, ücretler yahut değerler paraya atfen hesaplanır, ancak ödemeler çoğunlukla aynidir. Hatta parayla yapılan işlemlerde dahi, kesilmiş/basılmış sikkeler değil, eşdeğeri ağırlıkta gümüş ve altın vermek hala yaygındır, para aslında hala emtiadır. 14. yüzyılın ortasına gelindiğindeyse, beklenmedik bir şey olur: Kara Veba, tarımda çalışan nüfusun çoğunu kırıp geçirir. Köylü ve işçi, ilk defa bu kadar kıymetli olmuştur. Michael Postan’ın Geç Ortaçağ’da Azalan Nüfusa Dair Bazı Ekonomik Deliller başlıklı makalesinde (The Economic History Review, 1950) verilen tablolarda bu net bir şekilde görülür; salgının zirve yaptığı 1350 yılından sonra işçi ücretlerinde büyük bir artış gözlemlenir. Üstelik ürün fiyatlarında düşüş vardır. Azalan nüfus sebebiyle artan işçi ücretleri, toprağa dayalı bir ekonomik model ve karşılıklı yükümlülükler hiyerarşisinden ibaret feodal sistemin sonunu getirmiştir. Fakat bu bilindik sonucun yanında, perde arkasında kalan bir diğer sonuçtan da bahsedebiliriz: Köylerde nüfus azalmış, şehirlerde ücretle çalışan nüfus artmış, tarım ya da küçük üretim sektörlerinde çalışanlar da artık ayni değil, nakdi ücret talep etmeye başlamıştır. Bu, “para”nın bütün nüfusa yayılması ve bildiğimiz ekonominin doğması demektir. John Day, 15. Asrın Büyük Külçe Kıtlığı (Past and Present, 1978) makalesinde, Avrupa’da 15. Yüzyılda yaşanan büyük külçe kıtlığının nedenleri arasında Doğu’dan sürekli ithalatı (ve bunun yarattığı cari açığı), Haçlı Seferleri sırasında Doğu’ya ödenen fidyeleri sayarken, Kara Veba sonrasında artan işçi maliyetlerinin, darphanelerin sayısında azalmaya neden olmasını da ekler. İşçi maliyetlerinin artması yüzünden genişleyen emisyonun mevcut altın-gümüş maden ve rezervleri tarafından karşılanamamasını değil de, bu maliyetler nedeniyle darphanelerin kapanmasını neden olarak ileri sürmesi ilginçtir. Ancak Peter Spufford, Para ve Ortaçağ Avrupasında Kullanımı kitabında, 1279 yılında “groats” denen yüksek değerli sikkelerin kullanımının az, 1351 yılında ise epey yaygın oluşunu, isabetli bir şekilde ücretler iki katına çıkarken, ücretli insan sayısının da artmış olmasına bağlar. Yine aynı kitapta, bütün Avrupa’da -sebebi yalnızca Kara Veba ve artan ücretler olmamakla birlikte- gümüş değil, daha yüksek değerli altın sikkelerin yayılmaya başladığını görüyoruz. Tabii artan ücretler – düşen fiyatlar manzarası iki asır sonra değişecekti: Nüfus yeniden artıp piyasada para bolluğu 16. Yüzyılda büyük bir enflasyon dalgasını tetiklemiştir. (Philipp Robinson Rössner, From the Black Death to the New World, Money and Coinage in the Middle Ages) Şu halde diyebiliriz ki, Kara Veba, evet, ekonomiyi etkilemiştir. Ancak bu etki olumlu olmuştur; zira 12. Yüzyıldan itibaren Avrupa’da görülen parasal genişleme ve ticarette para kullanımının artması trendini zirveye çıkarmış, belki birkaç yüzyıl sürecek olan bir evrimi bir anda hızlandırmıştır. Elbette Çin virüsü salgını ile Kara Veba arasında karşılaştırmalı okuma yapmak pek doğru değil, Çin Virüsü salgınıyla karşılaştırılması doğru olacak salgın, çeşitli özellikleri nedeniyle “ilk modern salgın” diyebileceğimiz Rus Gribi salgınıdır. TamgaTürk’te daha önce yayımlanmış bir yazımda, Rus Gribi’ni irdelemiş ve sonuçlarına değinmiştim. Özetlemek gerekirse, Rus Gribi “globalleşmenin”, özellikle demiryollarının hızlı bir şekilde yayılmasına sebep olduğu ve medya tarafından “canlı” takip edilen bir salgındır. Salgın esnasında globelleşmenin çökeceği, uluslararası ticaretin duracağı sıkça dile getirilmiş, ancak salgın akabinde tam tersi olmuş. Çeşitli ülkelerin Çin Virüsü salgınının getirdiği tecrit nedeniyle aksayan ekonomilerini ve vatandaşlarını rahatlatmak için devreye soktuğu parasal genişleme paketleri, salgın döneminde ekonominin daha az aksamasını sağlayacak, ancak aynı zamanda salgın sonrasında bir para bolluğu dönemine gireceğimizi öngörebiliriz. Türkiye gibi ülkeler, gelişmiş ülkelere nazaran “para”nın daha büyük kazanç getirmesini sağlıyor. Yalnızca faiz oranlarımız değil, yatırım alanlarımız söz gelimi Almanya, Amerika, İngiltere gibi ülkelere kıyasla çok daha fazla getiri vaat ediyor. Eğer AKP hükumeti Türkiye’nin imajını ve itibarını bu denli zedelememiş olsa, Merkez Bankası’nı aşiret devletlerinde görülecek bir iş bilmezlikle acizleştirmese, Türkiye için büyük bir fırsat doğduğunu söyleyebilirdik. Öte yandan eğer Çin dünyanın ekserisi tarafından bir yaptırıma uğrarsa, bu Türkiye’nin işine gelecektir. Ucuz, navlun masrafını eklediğinizde bile ucuz kalabilen Çin Malları’nın yerini hem ucuz, hem de daha kaliteli Türk malları alabilir. Birçok alanda Avrupa’nın yeni Çin’i Türkiye olabilir. Bunun için de, yine, itibarı ve imajı düzgün bir Türkiye’ye ihtiyacımız var. Otoriter rejimlerin dünyaya ne kadar zararlı olduğunu, savaş çıkarmasalar bile istibdatları nedeniyle salgınların yayılmasına sebep olduğunu göstermek herkesin vazifesidir, Türkiye için bu ayrıca menfaat doğuracaktır. Bu yüzden yemeden, içmeden “Çin Virüsü” ifadesinin yaygınlaşması için çabalamak zorundayız. Çin Virüsü salgınının bildiğimiz hayatı ve dünyayı tamamen değiştireceğine dair öngörüler havada uçuşsa da, böyle olması için ortada somut bir neden yok. Fakat belli alanlarda değişimler olacaktır. Bunlardan ilki, herhalde, baskıcı yönetim anlamında değil, yetkin anlamında “otorite”nin yeniden itibar kazanması olacaktır. Post-modern herzelerle, popülist zırvalarla böyle ciddi tehditler bertaraf edilemez. Sonra, sağlık gibi alanlarda sosyal devletin hem bireye, hem cemiyete ne kadar faydalı olduğu bir kez daha görülecektir; ABD gibi bir ülkenin içine düştüğü hal şüphesiz ibretliktir. Alışveriş alışkanlıklarında değişim gözleyeceğimizi de düşünüyorum: Salgın sürecinde, daha önce hiç kullanma ihtiyacı duymadığımız online alışveriş uygulamalarını kullandık ve memnun kaldık. Salgın geçse bile, bu memnuniyet alışveriş alışkanlıklarımıza yansıyacaktır, benzer durumda yüz binlerce, hatta milyonlarca insanın olduğu muhakkak. Kara Veba’nın artan para kullanım trendini hızlı bir atılımla olgunluğa ulaştırması gibi, Çin Virüsü salgını da artan online alışveriş trendini zirveye taşımış olabilir ve en kalıcı, en görünür etkisi muhtemelen bu olacaktır. Dünya bildiğimiz dünya, yarın da öyle olmaya devam edecek. Değişimler bizim olmasını istediğimiz yönde değil, neden sonuç ilişkilerinin belirlediği yönde olacak. Müsterih olunuz ve kişisel yatırımlarınızı buna göre planlayınız. M. Bahadırhan Dinçaslan   M. Bahadırhan Dinçaslan

Bahadırhan Dinçaslan M. Bahadırhan Dinçaslan muhammed bahadırhan dinçaslan