Şehitlerin Ardından Gülenlere Dair Küfür İçermeyen Bir Yazı

TAKİP ET

Gülüşmeler… Espriler… Siyaset, iftira, araya sıkıştırılmış ucuz hamaset… Hükumetin Suriye'de verdiğimiz şehitler akabinde uzunca bir süre bekleyip nihayet verdiği fotoğraf bu

Gülüşmeler… Espriler… Siyaset, iftira, araya sıkıştırılmış ucuz hamaset… Hükumetin Suriye’de verdiğimiz şehitler akabinde uzunca bir süre bekleyip nihayet verdiği fotoğraf bu. Türkiye’nin nasıl bir beka tehdidi ile karşı karşıya olduğunu bundan daha güzel açıklayacak bir tablo var mıdır? Türkiye’de mevcut siyaset, Attila İlhan’ın “Korkunun Krallığı” dediği dönemimize çok benziyor: Tutuklanırız. Mesela “Tayyip Erdoğan yargılanmalıdır” desem tutuklanırım, hiç değilse ifademi almaya sabahın beşinde polisler gelir. Halbuki, şöyle bir bakınca, devlete, yargıya, adalete, hukukun üstünlüğüne duyulan güvenin ve inancın eseridir böyle bir cümle. Bu cümleyi kuran adam, o çok övülen yargıya güveniyor, bir adamın suçlu olup olmayacağını ancak hukuk müessesesinin belirleyeceğini düşünüyor, vicdanında elde ettiği suç şüphesi akabinde, her makul ve namuslu vatandaş gibi, yargının işlemesi gerektiğini söylüyor. Fakat hele bir kursun, tepesine binerler. Daha acısı şu: Türkiye’de yargının mevcut durumunu bilen bir adam, böyle bir cümleyi asla kurmaz. Ben kurmuyorum mesela. Hafazanallah Erdoğan’ı evvela uzun süre tutuklu yargılarlar, sonra işlemediği suçlardan hüküm giydirirler. Şehit haberlerinin geldiği gece, her namuslu Türk vatandaşı gibi, evvela muteber kaynakların teyit etmesini bekledim. Çünkü ülkemizde yapılacak enformasyon operasyonlarına alet olmak istemezdim. Muteber kaynaklar, uzunca bir süre suskun kalıp her türlü art niyetli propagandanın yapılmasına, toplum psikolojisinin zedelenmesine izin verdi. Sonra ne yaptılar? İnterneti yavaşlattılar. Yapılan ucuz ve yalan dolu haberleri takip etmek için, VPN sayesinde başka bir ülkenin “kimliği”ni üstlenerek internete bağlandık. Facia içinde facia! Türk çocuğunun şehadetiyle ilgili bir kaygımız varsa Türk kaynaklarından takip edemeyiz, Türk internetinden bile takip edemeyiz demek! Şehit sayısını sandık sonucu açıklar gibi peyderpey arttırarak veren haberlerden sonra (ki şeffaflık olsaydı, infiali ve moral bozukluğunu engellemek için böyle bir yöntemi eleştirmezdik) kani olduk ki, haber doğruydu. Bir dizi tweet kaleme aldım. Özeti şuydu: AKP beceriksizdir, bu işte en büyük vebal onun beceriksizliğindedir ancak AKP beceriksiz diye milli çıkarlar ve şeref göz ardı edilemez, Suriye’de geri adım atmamalıyız. Aman tanrım! Tayyip Erdoğan’ın kellesini kesip masaya bırakmışım gibi bir tepki. Binlerce küfür, hakaret… Nasıl olur da siyaset yaparmışım böyle bir anda… Nasıl olur da zekasıyla malum baykuşa nazire yapan liderimizi eleştirirmişim… Beraberlik çağrısı yapıyorlar; ne yapacaktı muhalefet, oğlunu yatırıp Erdoğan’ın önünde kesecek, biz ettik sen etme reis, arkandayız mı diyecekti? Yapacağımız belli: Muhalif kalmaya devam edecek, ancak Türk Ordusu’nun arkasında birleşeceğiz. Muhalif milliyetçilerin samimiyetinin onda biri Erdoğan’da olsa, halkın karşısına muhalif liderleri alarak çıkardı. Muhalife sürekli “suyun ötesinden gelenler”, “yerli ve milli olmayanlar”, “Ermeni dölleri”, “Yahudi soyları”, “FETÖcüler”, “CIA ajanları” yaftası vuran siz, Erdoğan’dan nefret etse de ordusunun arkasında duran muhalife saldıran siz, sonra neden birlik olmuyorsunuz diye zırlayan yine siz. “Durup ahkâm-ı nusret ittihâd-ı kalb-i millette / Çıkar âsâr-ı rahmet ihtilaf-ı rey-i ümmetten” diyor büyük şairimiz. Baykuş bunu anlamamıştı, onun yolundan gidenler de anlamıyorlar. Fikirlerimizin farklı oluşu, Türkiye’nin kurtuluşunun anahtarıdır. Bir kısmımız hata yaparsa, çözüm önerisi olan bir başka kısmımız idareyi ele alır ve bir kısmımızın kafasızlığının hepimize zarar vermesini engeller. Osmanlıcılar gerizekalı, kültürsüz ve üşengeç adamlar olduklarından, kafaları basmaz, anlamazlar; muhteşem dizelerin günümüz Türkçesiyle anlamını da söyleyelim: Zafer hükümleri milletin kalbinin birleşmişliğinde durur, rahmet eserleri ümmetin fikirlerinin/oylarının farklılığından çıkar. Başka Türkiye yok, evet fakat başka Erdoğan var, başka partiler var, başka görüşler var. Her muhalif sese saldıran troll köpeklerin ve sahiplerinin sindiremediği budur işte. Bize haksız olduğumuzdan saldırmıyorlar, haksızlıklarının şahidi ve belgesi olduğumuz için saldırıyorlar. Hükumetin Karnesi Hepimiz oradaydık, bu mesele bugüne ve aldığı şu hale bir anda gelmedi. Suriye’de ortalık karışınca İhvancı reflekslerle saçma sapan bir maceranın içine sokulduk. Bu macera Suriye’ye müdahalemiz değildir, bunu ifade ediş, gerekçelendiriş ve uygulayış şeklimizdir. Sınırının hemen ötesi karışan ve mülteci akınıyla karşı karşıya kalan her devlet elbette müdahaleyi gündemine alır ve almalıdır. Ancak bizler “rejimi de devireceğiz” dedik, kulağımla duymasam, canlı yayında izlemesem inanmam. Ne kadar cihatçı varsa yanımıza aldık, Türk Ordusunun şerefine cihatçıları leke olarak sürdük. Uluslararası imajımızı ellerimizle zedeledik. Kürtçü terör meselesinde de aynı oldu: Çözüm süreciyle başlayan teröriste itibar sağlama hamleleri, Suriye’de elimizle palazlandırdığımız çete reislerinin bize diklenmesiyle son buldu. Üstelik bizim sağladığımız rahatlıktan faydalanarak dünyaya propaganda yaptılar; kadın savaşçılar gibi motifleri iyi kullanarak büyük ülkeler kamuoyunda kendi lehlerine bir kanaat oluşmasını sağladılar. Vaktiyle birkaç arkadaşımızın amme hizmeti olarak çevirisini internete koyduğu Af Örgütü’nün “Kürtler etnik temizlik yapıyor” raporu unutuldu gitti, ama kürtçü teröristlerin “cihatçı çetelere karşı özgürlüğünü savunan feminist halk ordusu” imajı hala duruyor. Halbuki bu imaj en çok Türk Ordusunun hakkıdır. Bütün şu coğrafyada yalnızca Türkiye’de biraz olsun laiklik, kadın hakları, hukuk düzeni varsa, alnı secde görmüş diye sağa sola torpilli ataması yapılan asalakların topunu kurban edeceğim Türk Ordusu sayesindedir. Türkiye’nin misyonu buydu; cumhuriyet kurulur kurulmaz “Batılının biçtiği don”a girmek istemeyen, onunla hem kendi algısında hem Batının algısında eşit bir yaşam süren “Doğulu” tipine rol model olmuştu. İhraç edeceği de budur, şanlı bir mazinin asırlarca hatırasını sömürerek baykuşları köhne Bizans’ın burçlarına tüneten bir karanlığın misyonerliği değil. O nefret edilen “Kemalist vesayet” Türkiye’yi Irak’tan, Suriye’den, İran’dan ayıran şeydi; ilhamını Settar Han’dan, Ceditçilerden, İttihatçılardan alıyor, yalnızca Türk’ün bağrından çıkarabileceği yepyeni bir filiz olarak “mümkün olan bir başka dünya”yı selamlıyordu. Okuyucu kusura bakmasın, bu tür ifadelerden uzun süredir kaçınıyordum, rahatsız edince elime bir şey geçmiyor, mesajıma duvar örmüş oluyorum diyordum ama dayanamayacağım: Bin kere vesayetçi, yüz bin kere Kemalistim. Sünninin de, Şiinin de Kök Tengri bin belasını versin. Sınırımızdan bir adım sonrasında insanlar ilk halife kim olmalıydı temelli saçmasapan tartışmalardan ötürü birbirlerini kesiyor, birbirlerinin kızlarına tecavüz ediyorlar. Bizi onlardan ayıran bir başka “şey”di, o şeyi elimizle kurban edip haydi biz de Ortadoğulu olalım diye, “yerlilik ve millilik” adına tutturduk. Yerliliğimiz, milliliğimiz o değil, bu coğrafyada sınırını kendi kanıyla çizen tek ülke Türkiye’dir ve bunu başaran adamlar laikliği, cumhuriyeti, modernizmi kurtuluş olarak gördükleri için başarabildiler. Gençler masum bir taleple yürüyüş yapınca darbecilikle suçluyorsan, teröristi elinle meşrulaştırıp dünyaya muhatap diye takdim ediyorsan, dini inançları nedeniyle insanlara hakaret edersen, kadını aşağılayan söylemlerin ayyuka çıkarsa, bırak BM üyesi meşru bir devleti, üç buçuk kürtçü teröristin imajı senden güçlü olur. Suriye’de İşimiz Var Mı? (Var!) Vaktiyle Yeniçağ’a verdiğim bir söyleşide Suriyelilerin nasıl bir beka tehdidi olduğundan bahsetmiştim. Özetleyecek olursak, Suriyeliler sosyal, ekonomik, siyasi ve güvenlik zafiyeti açısından sorun yaratıyorlar. En basiti, mafya ve örgütler için bereketli bir alan açıyorlar. Dünyanın en büyük suç örgütlerinden biri, Mara Salvatrucha, bir iç savaş sonucu kaçan sığınmacılar tarafından kurulmuştu. Bırak farklı dilden, farklı kültürden gelen adamları, aynı ülke içinde aynı tipten insanlar bu kadar yoğun ve büyük bir nüfusla yer değiştirseler, bu mutlaka sorunlar yaratır. Şu halde Türkiye’nin acilen çözülmesi gereken meselelerinden biri, sınırları içindeki Suriyelilerdir ve çözüm bir an evvel ülkeden ayrılmalarını sağlamaktır. Yine 2016 yılında EuromaidanPress için İngilizce kaleme aldığım “Putin mülteci sorununun çözülmemesinden memnun” başlıklı yazıda, Putin’in ve rejimin sivil yerleşimlerini sığınmacı sayısını arttırıp Avrupa üzerinde baskı kurmak için bombaladığını söylemiştim. Ümit Özdağ çok daha güzel bir şekilde ifade etti: "Bombalandıkları için kaçmıyorlar, kaçmaları için bombalanıyorlar." Ümit Özdağ’ın sürekli tekrar ettiği stratejik göç mühendisliğinin bir silahı budur. Sığınmacılar silah olarak kullanılıyorlar. Kendisinden izin almadığım için ismini veremeyeceğim bir hocamızın ricasıyla bir makale çevirmiştim. Kelly M. Greenhill’in Bir Savaş Silahı Olarak Stratejik Göç Mühendisliği başlıklı bu makalesi, gerekli isimlere ulaştı. Makalede yazarın güzel bir şekilde özetlediği silah şu: Özellikle zayıf aktörler, güçlü aktörlere karşı sığınmacıları silah olarak kullanırlar. Sığınmacılar şantaj amaçlı yahut pazarlık gücünü arttıracak bir araç olarak kullanılabilirler, üstelik bu aktörler genelde ülkelerinde istemedikleri grupları seçer, onlardan da kurtulmuş olurlar. Bir taşta iki kuş. Şu halde Suriyelileri göndermemiz gerekiyor ve Esat, sığınmacıları bir silah olarak kullanıyor. Esat var olduğu, güçlü olduğu sürece sığınmacıları gönderemeyeceğimiz ayan beyan bellidir. Türkiye’nin çıkarları, yani hepimizin çıkarları, Suriyelilerin Suriye’ye gönderilmesini ve bunu sağlamak için Esat’ın devrilmesini/zayıflamasını yahut Türkiye’nin belli bölgelerde fiili bir hakimiyet kurmasını gerektiriyor. Yani evet, Suriye’de işimiz var. Gençliğin İmanını Politikayla Çaldılar Hükumetin her türlü beceriksizliğini bize saldırarak kapatması ve son sığınak olarak vatanseverliği görmesi, zatında bir yanlış ve kötülük olmanın yanında, ikincil sonucu olarak daha büyük bir kötülük ediyor: İnsanları güzel fikirlerden, hasletlerden, reflekslerden, motiflerden soğutuyor. Kimse ülkesi için öleceğinden emin değil, kimse bu yüzden samimi değil. Şehitlik, vatan, bayrak, devlet gibi kavramlar o kadar sorunlu, o kadar terbiyesiz bir şekilde; infial uyandırması gereken günahları işleyenlerle eşitlenerek onlara kalkan amaçlı kullanılıyor ki, insanlar bundan soğuyorlar. İçeride bunu yapan çözüm süreciydi, şimdi Suriye ve kısmen Libya meselesi aynı neticeyi doğuruyor: Devleti ve milleti temsil edenler bu temsilin hakkını veremediklerinden, millet bu iki hayati ve Türkiye lehine meselede birlik olamıyor ve olamamakta haklıdır. (Aynı imaj sorunu burada da var ayrıca. Cihatçı birlikleri yanımıza alıp Libya’ya götürdüğümüzü en yetkili ağızdan itiraf etmek nedir? Yapılması başka şey, ancak itiraf edilmesi?) Din elden gidiyor, iman elden gidiyor diye tutturanlar bunu görmüyorlar. Dinin, imanın elden gitmesi bir zarar vermez. Başka bir dinin gelmesi yahut dinsizliğin yayılmasının pek bir farkı olmaz, aynı sosyal sorunlar yahut güzellikler devam eder. Ancak insanların değerlere olan inancı baltalanırsa, işte o zaman yok oluruz. Her türlü kötülüğü yapanlar yargılanmıyor, en ahlaksız manşetleri atanların yanına kar kalıyorsa, yeni nesillerin adalete, dürüstlüğe, doğruluğa inanarak yetişmesini nasıl bekleriz? Bu değerleri yitirmiş bir gençliğin, Müslüman, Hristiyan yahut Ateist olması neyi değiştirir? Ve Kontrespiyonaj Türkiye’de uzunca bir süredir Rusçu-Çinci fırtınası esiyor. Önüne gelen her konuda ahkam kesiyor ve bu iki ülkenin çıkarlarını her fırsatta savunan, hatta şehitlerimizin müsebbibi iken bile savunan bir takım var ve bu takım korunup kollanıyor. Fikirleri iktidarda. Bunu dile getiren bizler saldırıya uğruyoruz. Ne ajanlığımız kalıyor ne fonlandığımız. Ülkemizi çıkarları doğrultusunda rasyonel bir şekilde savunduğumuz, Türk Dünyasını önemsediğimiz, “diktatörler kulübü”ne düşmanlık ettiğimiz için saldırıya uğruyoruz. Sputnik’in en fazla takipçisi Türkiye’de idi. Sebebi neydi? Türk basınının, Türk muhalefetinin damarlarını kese kese, nefesini kısa kısa bu hale geldik. Ancak Sputnik, Fox, Independent gibi “dışarıda” bir dayanak bulabilen kurumlar muhalif yayın yapabiliyor. Bu koskoca bir muhalefeti yabancı tesirine, hele ki Sputnik söz konusu ise doğrudan Rus propaganda ve espiyonaj faaliyetlerine kurban etmek demektir. Bunun sorumlusu da hükumettir, şimdi Sputnik basılıyor, editörleri ifade veriyor ve bu hamle yine Türkiye’ye “gazeteciler haksızlığa uğruyor” imajıyla dönecek, aynı FETÖ’cülerde olduğu gibi. Beceriksizlikleri nedeniyle başımıza bunları bela edenler, belayı def etmeye çalışırken daha fazla bela açıyorlar. Saçma sapan maceralar uğruna bütün müttefiklerimizi kaybettik ve acar müttefikimiz Rusya da askerlerimizi katletti. “Eski Türkiye”nin karar alıcıları geri zekalıydı da, tarikat-cemaat mahfillerinde beyni sulanarak büyümüş ve hasbelkader torpille, sömürüyle oraya buraya gelebilmiş İslamcı tıfıllar akıllı öyle mi? Ortada devlet aklı yok, helezonlar çizerek dibe çöken ve çökerken Türkiye’yi de taşıyan bir AKP rejimi var. Türkiye ve Türk Dünyası çıkarları aleyhine bir tek lafım, eylemim yokken, üstelik kendi çapımda, görevi bu olanlardan çok daha etkili bir şekilde ülkeme hizmet etmişken benim adım NATO ajanına çıktı, bu yaftalamayı yapanların ne idüğünü yeni keşfediyor muhteremler. Hakkımı helal etmiyorum, genç ve idealist bir Türk milliyetçisine ajan, hain dediniz de, iki sözünden biri Putin’e ilan-ı aşk olan, her türlü ahlaksızlığı, zulmü ve Türk düşmanlığını gerekçelendirerek savunan tiplere entelektüel, kanaat önderi, gazeteci, yazar muamelesi yaptınız. Böyle bir ülke ayakta kalır mı? Kalmaz. Sona Doğru Şehit haberlerimizi teyit ettikten sonra yazdığım tweetlere gelen tepkiler, uzun bir süredir zaten tükenmiş olan sabrımı paramparça etti ve ondan sonra bir laf edecek olsam, ancak küfür edebilirdim. O yüzden sakinleşene dek bekledim. Hükumeti her zaman eleştirdim, eleştirmeye devam edeceğim de. Ancak korkum, muhaliflerin hükumete olan haklı tepkisinin, yine hükumet yüzünden zararlı kanallara akmasıdır. Hükumete rağmen ve hükumete muhalif kalarak doğrunun yanında saf tutmak çok zor. Mesela İYİ Parti kendince bunu yapmaya çalışıyor ancak nasıl algılandığını söyleyeyim: Atanamamış MHP, atanamamış Devlet Bahçeli. Çünkü bunu doğru figürlerle, doğru söylemlerle yapmıyor. Beceremiyor. Onca bedel ödemiş, her gün sabrı sınanan, siniri bozulan, hakkı yenen muhaliflerin de, hükumet lehine algılanabilecek her söylemde öfke saçması normaldir. En büyük hassasiyetimiz de bu olmalıdır. Ancak bu öfkeli kitlenin yönelebileceği senaryolar çok tehlikeli. Bahsettiğim üzere, hükumetin istismarı sebebiyle güzel değerlere, fikirlere, motiflere mesafeli bakmak iyice yaygınlaştı. Üstelik partiler ve güncel politika üstü semboller, makamlar kalmadı. Her şeye rağmen bu coğrafyada her şeyimizi orduya borçluyuz, ordumuzun bozulması için yıllardır her şeyi yapsalar da, hayaleti dahi bizim üzerimizde tanrının gölgesi gibidir. Bu yüzden hem hükumetle kavgalı pozisyonunu koruyacak, hem de milli çıkarlar doğrultusunda hükumetin eylemlerine hiç değilse zahirde paralel görünen bir tutumu savunacak muhalifler, bunu orduyu sembolleştirerek, orduyu vurgulayarak yapabilirler. Bir iletişimci olarak çözüm önerim budur. Söylemek istediğim birçok lafı, hala gırtlağımda kızgın yağ gibi küfürler fokurdadığından söyleyemedim, birçok konuya giremedim. Ancak her meseleye dair kendince bir çift laf eden bu kardeşinizin bu meselelerde büsbütün susması da olmazdı.

Bahadırhan Dinçaslan esad idlib M. Bahadırhan Dinçaslan muhammed bahadırhan dinçaslan Mülteci recep Tayyip Erdoğan rejim Sığınmacı sputnik suriye tsk ümit özdağ