Serbest Çağrışım

TAKİP ET

Uzunca bir süredir evde olmam hasebiyle, zamanı verimli kullanmak ve ruhsal bir boşluğa düşmemek için okumaya daha fazla zaman ayırmaya çalışıyorum, fakat bu kitap okumaktan ziyade, internette paylaşıma açılmış farklı makaleler ve kaynakları taramak şeklinde gerçekleşiyor

Uzunca bir süredir evde olmam hasebiyle, zamanı verimli kullanmak ve ruhsal bir boşluğa düşmemek için okumaya daha fazla zaman ayırmaya çalışıyorum, fakat bu kitap okumaktan ziyade, internette paylaşıma açılmış farklı makaleler ve kaynakları taramak şeklinde gerçekleşiyor. Bu yazıların / makalelerin seçimi ise okuduğum bir makalede yer alan bir cümlenin, dipnotun, yer veya kişi isminin beni başka bir makaleye veya yazıya yönlendirmesi ile gerçekleşiyor. Eminim ki bu durumu herkes bir şekilde yaşıyordur. Lakin bazen bu durum serbest çağrışım şeklinde ortaya çıkıyor ve kendimi ilkiyle çok da alakası olmayan bir yazıyı veya makaleyi okurken bulabiliyorum. Bir zamanlar katıldığım bir yazarlık atölyesi çalışmasında, verilen bir kelimeden yola çıkıp, iki dakika içinde yeni kelimeler yazmamız istenmişti. Burada amaç, ilk verilen standart kelime ile bizim son ürettiğimiz kelime arasında kaç kelime kullandığımızı ve bunları birbirine nasıl bağladığımızı görmemizi sağlamaktı. Bu aynı zamanda hikâyede kurgu ve tasvir çalışmalarının da bir ön çalışması sayılabilirdi. Bazı insanlar özellikle bir dairenin etrafında dolanırken, benim gibi bazıları da ana kelimenin etki alanından çıkıp, daha uzaklara da yol almıştı. Bu, muhtemelen kelime hazinemiz ile zihnimizde çağrışımlar oluşturacak grupların mahiyeti ve sayısı ile alakalı bir durum. Bu yazıyı okuyan okurlardan da benzer bir çalışma yapmalarını ve zihinlerini biraz harekete geçirmelerini istiyorum. Mesela başlangıç kelimemiz “ekmek” olsun ve bu kelimeden yola çıkarak, her seferinde bir kelime yazarak, iki dakika sonunda ulaştığımız yeri birlikte görelim. (Ben de yazının bu kısmında yazıya ara verdim ve iki dakika süre tutarak aynı etkinliği yaptım. “Ekmek” kelimesi ile başlayan yolculuğum “arayış” kelimesi ile sona verdi ve iki kelime arasına yirmi dokuz kelime sığdı.) Geriye dönerek yazdığınız kelimelerde nasıl bir yol izlediğimize ve hangi kelimeyi diğerine nasıl bağladığımıza bakarsak, zihnimiz / düşünme yöntemimiz hakkında bir takım verilere ulaşabiliriz. Bu, aynı zamanda diğer insanların fikirlerini ve davranışlarını anlamak için de bir ipucu sunar. Yazdığım kelimeleri etkinliğinizi etkilememek adına buraya almıyorum ama benim “ekmek” ile başlayan yolculuğumun beşinci sırasında karşıma “ev”, onuncu sırasında ise “ip” kelimesi çıktı. Bu da bazı noktalarda kelimeyi düşünmek yerine, o kelimenin çağrıştırdığı ortamı da düşünmemden kaynaklandı. Mesela fırın kelimesini ele aldığımızda sadece oradaki malzemeyi değil, diğer eşyaları, çalışanları ve hatta alışveriş yapanları da düşünürsek, makasın çok fazla açılabildiğini fark ederiz. Bu, olaya dışarıdan bakmakla, olayın / mekânın içine girmek arasında nerede durduğumuzla alakalı bir sonuca götürür bizi. Yine sonucu etkileyen başka bir unsur da kelimeleri nasıl grupladığımız ile alakalıdır. Bu da sadece kelime bilgimizle değil aynı zamanda yaşayışımız, sosyal çevremiz ve fikri yönelimlerimiz ile de alakalıdır. Mesela Türk kelimesinden yola çıktığımızda, acaba iki dakika sonra ulaştığımız kelime ne olacak? Elbette, son kelimenin (kelime sayısı arttıkça özellikle) aynı olma ihtimali çok fazla değil. Yine de burada belirli bir çevrede yetişmiş veya benzer fikirleri olan kişilerin yazdığı kelimeleri karşılaştırdığımızda, karşımıza daha fazla ortak kelime çıkması ihtimali fazladır. Bu da zihnin kendi içinde belirli bir süreci olmasına rağmen aidiyetlerimizin bizi yer yer gruba dâhil ettiğini gösterir. Bu dâhil olma veya ayrılma durumu ise diğer öğrenmelerimiz, çevremiz, tecrübelerimiz gibi farklı unsurlardan ne kadar etkilendiğimiz ve merkez daireden ne kadar uzağa gittiğimiz ile ilgilidir. Bir de kendimizi bir noktaya sabitleme eğilimimizle. Bu sabitleme eğilimi kelime çeşitliliğimizden ziyade yazdığımız kelime sayısını etkileyecektir. Yani birimiz belirli bir merkez nokta gütmeden yazdıkça kelime sayısı artarken, diğerimiz merkez noktaya bağlı kalmak zorunluluğu hissettiği için kelime sayısı az ve alanı sınırlı kalabilir. Buradaki yazı, çağrışım ve kelime konusu tek başına bir edebiyat konusu gibi görülebilir ama reklamcılıktan habere, hatta istihbarat faaliyetlerine kadar pek çok alanda etkisinin görüldüğü muhakkak. Renkler, semboller, sözler, kalıplar, ekler, hepsi bu çağrışımları tetiklemek için kullanılır durumda. Böyle bir dünyanın içinde bizlerin de benzer çağrışımlar kullanması bir zaruret haline gelmiş durumda. Mesela, Kırım deyince hepimizin Rus işgalini hatırlaması, Kerkük deyince Türkmeneli’nin hatırımıza gelmesi, Ankara deyince Milli Mücadele’yi anımsamamız… Bu örnekler uzatılabilir ve her biri kendi içinde alt gruplara ayrılabilir ama Türk’e muhabbet duyan ve kendini milliyetperver olarak addedenler için bu çağrışımlar içindeki ortak kelimelerin artması demek ortak bir dil ve ortak bir hedef oluşturabilmek anlamına gelecektir. Bu da yoldakilerin kendi hayallerini muhafaza ederek ortak istikbale bir katkı sunmasını sağlar ve bize lazım olan da budur. Veysel Çıtlak