Şeytan Analizi

TAKİP ET

Kötülük, hissedebilen varlıklara acı verme davranışı olarak insanlık tarihine damgasını vuran en uzun ve en ciddi sorundur

Kötülük, hissedebilen varlıklara acı verme davranışı olarak insanlık tarihine damgasını vuran en uzun ve en ciddi sorundur. Kötülüğün varlığa gelişi, ilk insana kadar uzanan kadim ve köklü bir hikâyenin konusudur. Bilerek acı verme üzerine doktora yapan insanların bütün su başlarını kaptığı günümüzde haksızlıkların doruklara tırmanışını çaresizce izlemekten yorgun düşenlerden oluşan çoğunluğun isyan zamanı geldi de geçiyor bile. Haksız kralların ayağına taş değmezken diğerlerinin başına gelenler, pişmiş tavuğun başına gelmiyorsa burada durup düşünmeli toplum. Her alanda ve her türde kötülük yapma imkânının olduğu bu düzende kötülüğün sonsuz doğurganlığından etkilenmemek elde değil ancak bu etkilenme, asla onun kölesi olma anlamına gelmediği sürece zararsız kalabilir. İradesi zayıf ama egosu patlama yapmış insanların cirit attığı bu alanda herkes yalnızlığa mahkumdur. İyiliğin karşısında duran bu alan, diğerlerine bilerek acı vermekten zevk alanlar için cezbedici olsa da buram buram yalnızlık kokar. Her ne kadar korkudan çevresini dolduran kalabalıklar olsa da bu kalabalıklar içinde kendisini oldukça güçlü hissetse de “insan” olarak acizdir kötü olan. Mutlak bir yalnızlığın ve güvensizliğin kıskacındadır. Giyotinin bıçağının ne zaman ineceğini bilemez boynuna. Kötülük hem anlamsız hem de nedensiz bir yıkımdır. Kesinlikle yapıcı olmakla bağdaşmayan yıkıcı bir tercihtir. Bozar ama tamir edemez, etmez. Kanatır ama pansuman etmez. Acıyı hissedebilen bir varlığa uygulanan kasıtlı şiddet, kötünün ve kötülüğün özüdür. Şiddetin insanın içine yerleştirilen bir duygu olması, kullanılmasının çok da saçma olmadığına işaret ediyor gibi dursa da iradeyi işlevsel kılmanın anahtarı olabilir gibi de gelmiyor mu? Kötülüğün algılandığı yer hem kötülük yapan hem de kötülüğe maruz kalan için aynıdır, zihin. Kötülüğün hissedildiği yer de tabi ki duygulardır. Kötülük, kavram olmanın dışında hiçbir zaman tek başına soyut bir kavram olmamıştır. Acı veren ve acı çeken taraflar temelinde kötülük, kesinlikle somut bir davranış biçimidir ve somut sonuçlar doğurur. Zarar verme algısından çıkan bu davranış biçimi son derece acı vericidir. Diğer bütün kötülükler içinde en belirgin olanı tartışmasız olarak fiziksel acıdır. Somut olduğu en kolay ispat edilebileni de bu acıdır. Ancak zihinsel ve ruhsal istismara yönelik acılar da oldukça yıkıcı kötülük biçimleridir. Kötülük, bir insan açısından aciz, korkak ve çaresiz halin saldırganlık maskesi ve şiddet düşkünlüğü ile örtülmesi, haksızlığa taç giydirilmesidir. Kötülüğün artarak ilerleyen biçimiyle günümüzdeki en büyük ilkellik olduğunu kabul edecek olursak; herhangi bir alt ya da üst sınırı olmadığını da kabul etmek gerekir. Öyle ki bu haliyle kötülük, durmaksızın akan deli bir nehir gibi umarsız ve yıkıcıdır. Aslında kötü olan “Şeytan”dır ve kötülük de “Şeytanlık” elbet! Kötülük ve onun uygulayıcısı olan Şeytan, insanın kendi zihnindeki kokuşmuş yanları temize çektikten sonra suçu üzerine atarak kendini akladığı en karanlık kavramdır. İnsan, yaşadığı dünyanın yetersizlikleriyle baş edecek gücü kendinde bulamadığında bu kusurlu dünyada kusursuz bir hayat sürmenin imkansızlığı altında ezilir. Kimliğini gizleyip Şeytan kılığına bürünen insan, sahte zaferinin ağza gelmez lezzetiyle gerçeğin ortaya çıkmasından ödü koparak çaresizce daha da çok kötülük yapar. Gitgide daha da çok Şeytanlaşır. Kötülük tohumu, her insanın içine doğuştan konulmuştur. Yanlış yetiştirilen her insan kolaylıkla işkenceci, katil, tecavüzcü, katil, hırsız yada sadist olabilir. Elbette iyilik tohumu da her insanın içine aynı şekilde doğuştan konulmuştur. Önemli olan hangi tohumu suladığıdır insanın. Hayatı boyunca herhangi bir kötülüğe maruz kalmamış tek bir insan olması ne kadar imkânsızsa ömrünce ufacık da olsa bir kötülük yapmamış bir insan olması da o kadar imkânsızdır. Herkesin gönlü bir çiçek bahçesi olsaydı eğer herkesin bahçesinde illâki birkaç kurtlu çiçek olması normal karşılanırdı. Asıl önemli olan, o kurtların çiçek bahçesindeki bütün çiçekleri sarmasına engel olabilmek ya da buna engel olmayı gerçekten istemek olmalı. İnsan hiçbir zaman Melek olmamıştır ancak kolaylıkla Şeytan olabilecek durumdadır. Marifet, Şeytan olmadan yaşayabilmektir. Kötü olan çoğu zaman kabahatini karşısındakilere yansıtarak kendini aklar. Bu yansıtma eğilimi, insanlık için devasa riskler yaratır. Kendinin kötü olduğunu kabul etmektense karşı tarafı suçlama eğilimi, kötü olamaya meyilli kişiyi onulmaz bir hastalık gibi sarar. Hiçbir şeyden sorumlu ya da suçu olmayan “Ben” ile daima ve her koşulda sorumlu ve suçlu olan “Diğerleri” vardır. Mağduru oynayan daima kötüdür çünkü iyinin bir gururu, bir değerler inancı vardır. Şeytan’ın boynuzlarını alıp başına taktıktan sonra üç dişli çatalını da aksesuar yapıp etrafına korku saçarak kendini güçlü hissetmeyi doğal karşılayan insan için karşısındakini “kötü” ya da “Şeytan” ilân etmek, kaçışların en havalısıdır. Kötülüğün kendi içinden geldiğini reddederek illâki yabancı bir dış gücü suçlayan insan, tam da Şeytan gibi davranmış olur. “Ben” duygusuyla kendini adeta Tanrılaştıran Şeytan insanların “diğerleri”nin hayatına olan etkisi, yıkıcı bir depremle aynı anda kopan fırtınanın yeryüzünü darmadağın etmesine benzer. Kötü insan, açgözlülüğünü doyurmak, hırsını tatmin etmek ve diğer varlıkları sömürmek için kullandığı gücün etkisiyle son derece yıkıcıdır. Tam aksi şekilde davranıp yapıcı ve düzeltici olma şansı sanki hiç yokmuş gibi davranır. Kendi varoluşundan yıllar önce dikilen ağaçları hiç düşünmeden kesip yok edecek ya da hayvanları evsiz bırakıp eziyet ve işkence edecek hakkı kendisinde bulması apaçık Şeytancadır. Akıl sahibi tek varlık olduğu iddiasıyla ortaya çıkan insan, acıyı sadece kendisinin duyumsamadığını bildiği halde acı vermeyi seçiyorsa, bu iradi bir karardır ve o insan artık kesinlikle Şeytan’dır. Doğaüstü bir varlık olarak Şeytan, bilinç dışında büyüyen kontrol edilemez bir güç yani ilkel ve düşmanca bir gücün yüceltilmiş ve nesnel hale getirilmişidir. Aynı zamanda hem kötülük imgesinin ta kendisi hem de kötülüklerin kaynağı olan Şeytan, zamanın hiçbir döneminde antika ve demode olacak şekilde göz ardı edilmemiştir, edilmeyecektir. İlkel insandan 21. yüzyıla ulaşan son derece uzun bir insanlık tarihinin söz konusu olduğu düşünüldüğünde tüm bu zaman içinde kötülüğün de varlığını korumuş olması akla sadece “Kötülüğün kalıtsal bir yanı var mı?” sorusunu getirir. Yani kötülük insanın doğasında mı saklıdır yoksa kalıtsal bir miras mıdır? İncecik bir perdenin ardına saklanmış ve merhametten yoksun bir davranış ve alışkanlıklar olarak varlık gösterebileceği gibi bilinç dışı bir saldırganlık da söz konusu olduğu için bu sorular doğar. Saldırganlık ya da kötülüğün evrensel olduğu su götürmez bir gerçektir. Kötülük, saldırganlık ve şiddet bağımlısı olma, kimi insanın gizleyip bastırmaya çalıştığı, zaman zaman öteleme yoluyla engel olduğu kimi diğer insanların da diğerlerinin gözüne soka soka, aleni şekilde yaşadığı genetik bir hastalıktır. Basit bir sorunmuş gibi gösterilmeye çalışılmasına rağmen kötülük, oldukça güçlü ve önemli bir sorundur. Karşısında her daim iyiliğin ve iyi insanların olması, onun etki alanını kontrol edecekmiş gibi düşünülür. Bu düşünceyle sadece avunmak mümkündür. Gerçek olması mümkün değildir. Yüzyıllar boyunca kuytularda ve karanlıklarda özenle korunan kötülük, günümüzün yüksek teknolojisiyle kuracağı işbirliği sayesinde bütün insanlığı kolaylıkla ortadan kaldırabilecek kadar güçlüdür. Kötülük, sadece kalıtsal bir özellik olarak açıklanamayacak kadar karmaşıktır. İnsanda kendiliğinden açığa çıkan yıkıcı-yok edici saldırganlığı sadece fiziki anlamda kendini koruma ve savunmaya dayalı bir içgüdü tanımı içine sıkıştırmak, basite kaçmak olur. Elbette ki insan, doğası gereği kötüdür ve yine insan, doğası gereği iyidir. Bunun yanında kesinlikle kabul etmek gerekir ki günümüzdeki hastalık derecesine varan kötülüğü sadece insan doğasıyla açıklamak imkânsızdır. Toplumsal hayatın alttan alta körüklediği kötülük, toplumsal insanın bireysel çıkarlarına hizmet etmek üzere kullanılan bir silaha dönüşmüştür. Karmaşanın hâkim olduğu bir toplumda, aynı zamanda değerler de yerinden edilmişse ve manevi belirsizliklerin kol gezdiği bir ortam söz konusuysa toplumsal düzen, önüne geçilemez biçimde kötülük üreten bir yabancılaşma şoku yaşar. Bu koskoca kötülük dayanışmasının ortaya çıkmasında en büyük etki, tek tek sorumluluk, özgürlük ve bilinç sahibi olan bireylerin kendilerinden kaçışından doğar. Bugün tek tek herkesin Nietzsche’ye benzemez şekilde kendini Tanrı ilan ettiği ve doğru-yanlış ayrımını kendine göre yaptığı bir düzende kötü olmak daha da kolaylaşır. Lider, yönetici ya da adına ne derseniz deyin bir gruba yön veren herkes bir biçimde kendi dünyasını yaratmış ve dünyalar savaşı da böylelikle başlar. Her savaş gibi kanlı ve vahşi bir biçimde süren bu savaşların belli bir yerde ve belli bir zamanda bir sonu olup olmadığı da bilinemez. Böylesi bir ortamda şiddetin palazlanmasına engel olmak imkânsız olduğundan keyfi değerlerin çatışmaması da olası değildir. İnsanın ruhunu, gönlünü, zihnini ve benliğini besleyen tek şey kötülük olduğunda o inşa sonsuz açlığa mahkûm edilmiş demektir. Doyumsuzlukla cezalandırılan kötü, daima iyinin sonunu getirmeyi planlar. Bu planın bindiği dalı kesmek olduğunu göremez. Kendi bacağına sıktığının farkında olmadan çabalar durur. Varlık, karşıtlıkla mümkün olduğundan iyinin bittiği nokta, aslında kötünün de sonu olacaktır. Dengede olmayanın aslında var olmadığı kabul görüyorken böylesi bir dengesizliği çaresizce beslemek apaçık acizliktir. Kötü, güçlü olduğu kadar acizdir de. Şeytan, evrende, adına kötü denen her şeyin ete kemiğe bürünmüş halidir. Yaşamadan ölmenin mümkün olmayışı gibi kötü olmadan iyi olmanın da imkânı yoktur. Önemli olan sınırları doğru belirlemek ve tarafını dikkatlice seçmektir. Şeytan bir yönüyle gece gibidir. Aynı derecede olumsuz çağrışım yaratma gücüne sahiptirler. Gecenin rengi siyahtır ve Şeytan da siyah kadar karanlıktır. Körlüğü anımsatan yanlarıyla hem boşluğu hem de hiçliği anlatırlar. İçlerinde isimsiz ve şekilsiz onlarca varlık barındırırlar. Siyahla kuşatılmış dipsiz bir karanlığın içindeki aydınlanmamış korkuyu anlatırlar. Bunca benzerliğe rağmen gece çok zararsızdır Şeytan’ın yanında. Esrarengiz bir huzura ev sahipliği yapar gece. Oysa Şeytan’ı insan için cazip hale getirecek hiçbir şey yoktur, Şeytan’ın kendisi dışında. Şeytan, baştan sona zarardır ve kontrol altında tutulabildiği sürece işlevseldir. Kolaycılığın ve tembelliğin cazibe noktası olan Şeytanların korkudan güç alarak kurdukları krallıklarında ezilen toplumların en önemli eksiği, cesarettir. İnsan cesur ve dürüst olamıyorsa Şeytan’a hizmet etmenin ötesinde bir anlam taşımadığını artık kabul etmelidir. Kimse Melek olmak zorunda değildir ancak Şeytan’a dönüşmeyi reddetmek zorundadır. Şeytan olanın insanlığından söz etmenin imkânı yoktur. Şeytan olanlarla insan kalabilenlerin dengesi şaştığında dünya, kendini ciddi bir yok oluş sürecinde bulacaktır. Demet Yener

iyilik Kötülük Melek Nietzsche Şeytan Tanrı