Sığınmacılar ve Türkiye'de Göç Olgusu – IV

TAKİP ET

Suriyeli sığınmacıların Türk Milleti üzerindeki psikolojik etkileri kadar fizikî etkileri çok fazla ancak, iktidar tarafından Türk halkının tepkilerine rağmen yok(muş) gibi yansıtılıyor

Suriyeli sığınmacıların Türk Milleti üzerindeki psikolojik etkileri kadar fizikî etkileri çok fazla ancak, iktidar tarafından Türk halkının tepkilerine rağmen yok(muş) gibi yansıtılıyor. Bu fizikî etkileri bir bilim disiplini içerisinde inceleyen sosyal çalışmacılar, topluma yansımalarını belli başlı gruplar altında isimlendiriyor. (GİGM bünyesinde hem sosyal çalışmacılar sahada veri toplamakta hem de, Göç Araştırmaları Merkezi bünyesinde bu verilerden de istifade edilerek bilimsel yayınlar olarak toplumla düzenli olarak paylaşılmakta.) Türkiye ile sosyolojik bağlarının son derece sınırlı olması ve bunun iç dengelere olumsuz yansımasıyla birlikte, Türk halkı ile yaşanan gerginlikler, kiraların artması, Türk halkının işsiz kalması ve işsizliğin artması gibi sonuçlar, Suriyelilerin sosyoekonomik etkilerinin bir kısmı arasında gösterilebilir. Ekonomik açıdan Suriye krizinin sebep olduğu dalgalanmalar, ithalat ihracat dengesindeki bozulma, göçün bütçeye yüklediği maliyet değerlendirilmelidir. Bu kapsamda ortaya çıkan sonuçlar, sığınmacıların kayıt dışı çalışması, ücretlerde düşüş, Türk halkının istihdam problemleri yaşaması, Ortadoğu ihracat pazarlarının kaybı ve dış ticaret hacminin daralması olarak görülmektedir. Sosyal politika açısından barınma ve iskân olanakları, sağlık politikası, eğitim politikası, çalışma hayatına etkileri ve sosyal yardım konuları ele alınmalıdır. Sığınmacıların yoğun olarak bulunduğu kentlerde barınma olanaklarının güçleşmesi, artan kiralar, bazı sığınmacıların kiralarını vaktinde öde(ye)memesinden kaynaklı adlî vakaların oluşması, dilencilik yaparak geçimini sağlayanların yarattığı huzursuzluk, hastane kapasitelerinin yetersiz kalması, okul çağında olup eğitim hizmetlerine ulaşamayan büyük bir çocuk ve genç kitlesinin bulunması başlıca problemlerdir. Güvenlik boyutunda; düzensiz göç ve insan hareketleri, iç güvenlik ve asayiş suçları, terör, kaçakçılık ve sınır güvenliği ile Türk halkı ve sığınmacılar arasında yaşanan gerginlikler, sığınmacıların bazılarının terör ile bağlantılarını kapsamaktadır. (Güvenlik konusu ayrı bir yazıda ele alınacaktır.) Demografik ve sağlık alanındaki etkilerinin yanında bir de doğrudan Türk milletinin faydalanması gereken sosyal yardımlar da sığınmacılar ile paylaşılmaktadır. Türk milletinin vergilerinden ayrılan bütçeler ile AFAD, GİGM, valilikler, belediyeler vb. kurumlardan yapılan aynî ve nakdî yardımları, Kızılay, özellikle İHH gibi STK’ler üzerinden yapılan yardımları da Türk halkı dikkatle takip etmektedir. İktidarın ucuz iş gücü, işverenin hem ucuz olması hem de vergi ve prim ödemelerinden kaçınmak için tercih ettiği Suriyeli sığınmacılar, Türk vatandaşları arasındaki işsizliğin artmasında önemli bir faktör oldu. İktidarın buna bulduğu çözüm ise bir proje kapsamında, 1 Suriyeli işçi ve 1 Türk işçi çalıştırma karşılığında verileceğini vaat edilen süper teşvikler (!) oldu... Gazetelerde yayımlanan (https://www.yenicaggazetesi.com.tr/mobi/suriyelileri-ise-alana-11-bin-400-tl-tesvik-verilecek-247860h.htm) bu habere göre; “Türkiye’ye sığınan Suriyeliler ile Türk işçilerin iyi koşullarda çalışmasını sağlamak, işgücü piyasasına girişlerini kolaylaştırmak ve sigortalı çalışabilmeleri için Kayıtlı İstihdama Geçiş Programı (KİGEP) yürütülüyor. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) ve Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Türkiye Ofisi işbirliğiyle yürütülen program, şimdilik İstanbul, Bursa, Adana, Hatay ve Konya illerini kapsıyor. (Suriyeli sığınmacıların teşvik verilen illere daha fazla yığılmasına da etkisi olabilecek bir unsur olarak değerlendirmek mümkün.) Bu illerde istihdam edilecek her bir Suriyeli ve Türk işçi için, sosyal güvenlik prim bedeline karşılık aylık 950 TL teşvik sağlanacak. Teşvikten yararlanmak için Türk işçinin yeni istihdam edilmesi şartı aranmıyor, hâlen çalışmakta olan işçiler için de teşvik alınabilecek.Program kapsamında sağlanan teşvik 6 ay devam edecek. Böylece 1 Suriyeli işçiyi sigortalı olarak işe alan işveren, 1 Türk işçi ile birlikte 6 ayda toplam 11 bin 400 TL teşvikten yararlanacak. Ayrıca, Suriyeli işçiler için yapılacak 372 TL tutarındaki çalışma izni masrafları da karşılanacak.” Yine 6 Eylül 2019 günü İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun basın mensuplarına verdiği demeçte ifadesi aynen şöyle; “Bu attığımız adım, 12 Temmuz'da başladı. İstanbul'da ortalama çalışma izni alan yabancı sayısı 700-750'ydi, Haziran ayının sonuna kadar. Attığımız adımla birden bu rakam Temmuz ve Ağustosta toplam 7 bin 500'e çıktı. Demek ki attığımız adım da doğru ve reaksiyon alınabilecek bir adım.” Bu da geçici koruma statüleri ile bağdaşmayan bir şekilde, Suriyeliler için büyük bir hak kazanımı sağlaması açısından önemli bir adım oldu. İktidarın politikaları gereği; sığınmacıları kalıcılaştırmak istemesinin yanında, ne yazık ki, iş dünyası da iktidarla paralel, ucuz iş gücü diye Suriyelileri Türk vatandaşlarına tercih etmekte. Böylece yüksek istihdam maliyetlerini düşürmekle kalmıyor, hem maddî kazancı artıyor hem de vergi ve prim ödemekten kaçarak bu durumdan faydalanıyorlar. İktidarın uzun yıllardır izlediği sosyal yardım politikalarının da büyük etkisiyle, tarım ve hayvancılık sektöründe işçi bulunamaz olmuştu. Çoğunluğu Suriyeliler olmak üzere diğer ülkelerden gelen sığınmacılar bu alanda büyük bir boşluğu doldurarak, mevsimlik de olsa istihdama katılmaktalar. Gaziantep gibi nispeten sanayi istihdamı yüksek ve tekstil üretimi yapılan illerimizde Suriyeliler, atölyelerde, özellikle hazır giyim sektöründe ucuz ve kayıt dışı iş gücü olarak önemli bir yere sahipler. Sığınmacıların Sosyal Dokumuza Etkileri Gaziantep, Kilis, Hatay gibi Suriye’ye yakın ve Suriyeli nüfusun Türk vatandaşlarını yer yer geçtiği illerde, ucuz iş gücü olarak Suriyelileri istihdam etmek kadar yaygınlaşan bir durum daha var. İki ve daha fazla kadınla beraber yaşama, reşit olmayan Suriyeli kızların nikâhsız olarak, evlilik adı altında yaşça büyük erkeklerle birlikte olmaya zorlanması ve istismarı gittikçe daha da artıyor. Bu hem toplumun temel unsuru olan Türk aile yapısını bozmakta hem de insani olarak üzüntü yaratmaktadır. AFAD’ın 2014 yılında yaptığı bir araştırmada, Türkiye’deki Suriyeli kadınların evlenme yaşının 15’e düştüğü tespit edilmiştir. Suriyeliler arasında erken yaşta evlilik doğal olarak kabul edilirken, Emniyet birimlerinden elde edilen bilgilere göre, Suriyeli kadınlar Suriye’ye dönmemek için çoğunlukla rızaya dayanmayan biçimde evlendirilmektedir. Fuhuş ve fuhuşa sürüklenme gibi adlî vakalar yaşansa da buna dair bir veri paylaşımı ve sosyal çalışma ne yazık ki yapılmamıştır. Suriye’de sahip oldukları resmî evraka ulaşmadaki sıkıntılarından dolayı, evliliklerde büyük sıkıntı yaşanmakta. Resmî nikâh akdi yerine dinî nikâh akdi gerçekleştirilmekte, bu da hem toplumda hem de hukuki açıdan sorun yaratmakta. Kemal Kirişçi’ye göre ise; “Ancak buradaki asıl problem ‘kadınların ve küçük yaştaki kız çocuklarının yerel hanelere ikinci, üçüncü eş olarak evlendirilmeleridir.’ Bu evliliklerin gerçekleştirilmesinin sebebi kızlarını korumak, yeni edindikleri akrabalık bağları sayesinde kendi yaşamlarını güvence altına almak ve ekonomik ihtiyaçlarını karşılamaktır.” Çoğunlukla da kadının evlendirilmesine ailedeki bir erkek ekonomik nedenlerle karar vermektedir. Bununla birlikte “ Suriyeli genç kadınlar konusunun, bölgedeki Türk kadınları arasında ciddî kaygılar yarattığı da gözlemlenmekte” ve bu düşüncenin sebep olduğu “(Türk) toplumdaki gerilim sebebiyle Gaziantep ve Kilis’te boşanma ve kadın depresyon oranlarının” arttığı tespit edilmiştir. Çok eşlilik Suriye’de olağan karşılanmakla birlikte yalnızca Suriyeli kadınları değil, aynı zamanda Türkiye’de var olan aile yapılarını da etkilemektedir. Ailelerin parçalanmasına, bunun yanı sıra Türk vatandaşlarının sosyal yapısı üzerinde değişikliklerin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Bu konu Türk aile sosyolojisi üzerinde başkalaştırıcı etkisi olacak kadar büyük bir problemdir. Bu konuda detaylı saha çalışmaları yaparak çözüme yönelik politikalar üretmek ise Türkiye için artık zaruridir. Medeni Kanun ile tek eşlilik, resmî nikâh, çocuk evlilikleri ile mücâdele, çocuk hamileliklerini önleme, nüfus planlaması ve doğum kontrolü gibi alanlarda Türkiye’nin uzun yıllardır kat ettiği yolun sekteye uğramasına yol açmıştır. Özellikle basına yansıyan çocuk anne ve çocuk hamileliği vakalarının büyük kısmını Suriyeli sığınmacılar oluşturmaktadır. Resmî bir beyanat olmasa da birçok uzmana göre, doğurganlık hızı 1.99’a düşen Türkiye’de, Suriyeli nüfus ve doğurganlığı üzerinden nüfus artış hızı dengelenmeye çalışılmaktadır. İletişim ve Dil 9 Eylül 2019 günü Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu’nun(EUD) Türkiye’deki Eğitim-Öğretim yılının başlaması sebebiyle attığı Türkçe ve Arapçadan oluşan tek tweet, Türk halkının yoğun tepkisini çekti. Anayasa dilimizin Türkçe olduğunu yazar ve bu da bütün dünyada bilinir. Uluslararası ilişkilerde herhangi bir dil kullanılabilir ama Türkiye’de eğitim döneminin başlamasını tebrik etmek için, resmî dil Türkçe ve Arapça imiş gibi kullanılması bu kapsamda değildir. Tabiî ki bu da öylesine yapılmış bir eylem değildi. Resmî olarak 3.7 milyon, gayrı resmî rakamlara göre ise, 5 milyon olduğu söylenen Suriyeli sığınmacıya ev sahipliği yapmaktayız. Görmezden geldiğimiz ama önümüzdeki on yılda bize büyük sorun teşkil edecek bir gerçeğimiz var. Türkiye’nin resmî olarak kayıtlı 0-14 yaş grubu çift dilli ortamda bulunan, yurtlarına dönmediği ve eğitilmediği takdirde her biri potansiyel tehdit olabilecek, 1 milyon 423 bin 221 Suriyeli çocuk var. Bu konu Türkiye için gün geçtikçe daha da büyüyen bir sorun olarak ortada duruyor. Ancak tek bir dilimiz var ve o da Türkçe olmakla birlikte, resmî dillerimiz Türkçe ve Arapça imiş gibi, EUD bu sorunu ete kemiğe büründürmeye çalıştı. EUD, Türk kamuoyundan gelen yoğun tepki ile tweetini silmiş olsa da bunun bir proje olduğu iyice açığa çıkmıştır. Çift dilli eğitim tartışmalarının yakın zamanda Türkiye’de çokça tartışılmaya başlanacağını kestirmek de güç değildir. Yine EUD ve UNICEF’in hayata geçirmek için 6 Eylül 2019’da başlattığı bir proje var. Türk ve Suriyeli öğrencilerin ortak kullanabileceği 400 okul inşâ edip, MEB’e teslim etmek. Anadilleri farklı olan Türk ve Suriyeli çocuklar nasıl ortak eğitim alacak sorusunun cevabı ise askıda. Aslında bu proje ile Türkiye’de kalıcılaştırılmak istenilen sığınmacılar üzerinden önümüze getirilecek talepleri tahmin etmek güç değil. Bu da bize Suriyelilerin vatanlarına neden dönmesi gerektiğini,  Millî Düşünce Merkezi’nin bildirisi ile tekrar hatırlatmakta (https://millidusunce.com/suriyeliler-vatanlarina-donmeli/) Her ne kadar dilimiz Türkçe olsa da Suriyeli nüfus sebebiyle sokaklarda, tabelalarda, dükkânlarda, bankalarda ve hatta hastanelerde dahi Arapça yazım, günlük hayatımızda çoktan var olmaya başladı. Kamuoyundan gelen yoğun tepkiler karşısında zaman zaman bunlara müdahale edilse de bir süre sonra daha çok alanda, daha da genişlemiş olarak karşılaşıyoruz. Pratikte çift dilliliğin ötesinde çok dilli hayata çoktan geçildi ne yazık ki. Doğu ve Güneydoğu’da Kürtçe, Ermenice, Süryanice tabelalar, tüm yurt sathında yaygınlaşan İngilizce ve Arapça tabelalar bunu ortaya koymakta. Kendisi de iyi derecede Türkçe bilen ve bir Türkolog olan Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov ise Şubat ayında çarpıcı bir demeç verdi. “Mülteciler konusunda en büyük yükü Türkiye taşıyor. 3-4 ay evvel İstanbul'a gittim, uzun zamandır ziyaret etmemiştim. Gözüme bir şey çarptı. İstanbul, Arapça konuşmaya başlamış...”  Türk halkına rağmen iktidar; Suriyeliler kalıcı gibi davranıyor. Ücretsiz eğitime ulaşımın Türk vatandaşları için dahi oldukça güçleştiği bir ortamda, Suriyeliler için ayrılan bütçe ile sığınmacılar eğitim konusunda büyük mesafe kaydetmekte. Türkiye 8 yıldır yoğun bir göçe maruz kalmasına rağmen, medyanın Suriyelilere yaklaşımı da dikkat çekecek kadar tutarsız. Geçici koruma kapsamındaki Suriyeli sığınmacıları ısrarla mülteci ve göçmen olarak adlandırmaktalar. Bu ifadeyi sıklıkla iktidar mensupları da kullanmakta. Bu da toplumda kafa karışıklığına yol açmaktadır. Basının haberdar etmekten ziyade yönlendirme misyonu yürüttüğü ortamda, halk tepkisini sosyal medya aracılığıyla ortaya koymaya ve sosyal medyada örgütlenmeye çalışıyor. Bu da son derece kolay şekilde, manipülasyonların da geniş kitlelere ulaşmasına zemin sağlamakta. Toplumların dil açısından kendine has kültürel kodları vardır. Göçmen sözcüğü mitolojik dönemlerden beri, Türklerin göç edişlerini, özgür ruhlarını ve yeni yurtlar edinişini kültürel kod olarak çağrıştırır. Ensar ve muhacir sözcükleri de böyledir. Hem dinî çağrışımı vardır ve kullanılmaktadır, hem de Türk toplumunun kültürel kodlarında, koruyup kollama duygusunu harekete geçirir. Göçmen, ensar ve muhacir sözcükleri bu nedenle Türk toplumunda olumsuz algılanmaz. Aksine merhamet duygularını harekete geçirir. Sığınmak ve sığınmacı ise, kültürel hafızamızda ne kadar insani bir nedenle olursa olsun, olumsuzluğu çağrıştırarak, o kişilerin birey ve toplum nezdinde “misafir” olarak algılanmasına yol açar. Zaten hukukî olarak da sığınmacıları misafir olarak kabul edip geçici koruma kapsamında ülkemizde ağırlıyoruz. Olan bitenler de bu özellikler üzerinden bir toplum mühendisliği yapıldığını hissettirmektedir. Toplum iletişimi açısından sığınmacılar konusunda kasıtlı olarak yanlış kullanılan kavramlar, son dönemde artan bir bilinçle, topluma doğru şekilde anlatılmaya başlandı. Bunu vazife edinen ve topluma bıkıp usanmadan doğru terimleri kullanan, anlatan bazı birey, STK ve gazetecilerin varlığı da sevindirici. Yine son dönemlerde de özellikle yurt dışı menşeili, sosyal medya ağırlıklı yayın yapan haber kanalları; Suriyelilerin, Suriye’ye gönderilmeleri ya da kendi arzularıyla dönmeleri ihtimâli karşısında, sığınmacıların Türkiye’den gitmeyip kalıcılaşmaları adına yoğun propaganda yapmaktalar. Bu kanallardan birinde* ise sunucu aynen şunları dile getirdi. “Suriyeliler öyle veya böyle artık Türkiye’nin gerçeği. Suriyelileri dışlamak sorunu çözmeyecek. Çözüm Suriyelileri de üretime katmak. Bu proje ile hem Türklere hem Suriyelilere istihdam sağlanacak. Suriye Krizine Yanıt olarak Türkiye’de Dayanıklılık Projesi kapsamında Gaziantep’te yapılan çalıştaydayım. Proje AB tarafından finanse ediliyor. Siyasiler işlerine gelince AB para vermiyor diyorlar ama çok da doğru değil. AB bu projeye 50 milyon avro ayırmış durumda.” Ama aynı sunucu; AB’nin neden Suriyeli mülteci kotası uyguladığını, AB ülkelerinin neden Suriyeli mülteci almadığını, Türkiye’nin milyarlarca dolar para harcamasını ve Suriyelilere neredeyse tek başına bakmaya çalıştığını dile getir(e)medi. Vermesi gereken mesaj, Suriyelilerin Türkiye’de öyle ya da böyle kalacakları ve AB’nin üzerine düşen sorumlulukları(!) yerine getirdiği idi. İktidar politikalarının destekçisi konumundaki Türk medyasının bazı basın ve yayın kuruluşları da, ne yazık ki bu propagandalara yoğun destek vermekte. Yaptığımız çalışmalardan görülen o ki, Türkiye’yi yönetenlerin yaptıkları ya da yapmadıkları ile AB’nin olmasını istedikleri arasında bir paralellik görülmekte. Gerek medya üzerinden her akşam tekrar edilen yorumlar gerekse yaşananlar bunu göstermektedir. Bu çabanın nihai amacının ne olduğu ise artık Türk Halkının mâlûmudur. * Bir polemiğe mahâl vermemek adına özellikle isim paylaşılmadı. Kaynaklar Göç Araştırmaları Dergisi: Türkiye’deki Suriyeli Kadınların Toplumsal Bağlamda Yaşadıkları Sorunlar ve Çözüm Önerileri. Hilal Barın Göç Araştırmaları Dergisi: Kırılgan Devlet ve Zorunlu Göç İlişkisini Suriye Üzerinden Okumak. * Eraslan’ın yazısı daha önce Milli Düşünce Merkezine bağlı kuruluş MİSAK’ın internet sitesinde yayımlanmıştır.