Sırlar Ayan Olmuştu

TAKİP ET

Fortis fortuna… Gerisini hatırlayamadı

Fortis fortuna… Gerisini hatırlayamadı. Hâlbuki bu sözü bir yerde görmüş ve söz çok dikkatini çekmişti. Tamamını hatırlayamasa da şu an içinde bulunduğu durumda belki de onun için en uygun söz buydu: "Talih cesurların yanındadır.” Gün boyunca çok fazla kahve içmiş olmasına rağmen, bir taneden daha zarar gelmez deyip kendine yeni bir kahve hazırlamış ve pencere kenarındaki yerine oturmuştu. Koltuk biraz alçakta kaldığı için sokaktan geçenleri göremiyordu. Aslında onlarla ilgilenmiyordu da. Aklında bir tek düşünce vardı. O esnada, gözü karşıdaki binaya takıldı. Bütün manzaranın ortasında durmuş, daha ileriyi görmesini engelliyordu. “O olmasa ilerideki ormana kadar her yeri görürdüm” dedi kendi kendine. Morali biraz bozulmuştu. Görmek istediği manzara ile arasında bir bina duruyor ve gözü hep o binaya kayıyordu. Koltuğunu biraz çevirerek bu durumdan kurtuldu ama aklındaki düşünce için aynısını yapamıyordu. Kahvesinden bir yudum daha aldı ve dışarıyı seyretmeye devam etti. Hafif bir sis ilerideki sokak lambalarının ışıklarını perdeliyordu. Bu manzara ona romanlardaki kasvetli şehirleri anımsattı. Hüzünlü öykülerin geçtiği kasvetli şehirler. Odaları kiraya verilmiş eski evler, cılız ışıklar, bin bir derdi olan kiracılar, gece çöken sis, düşünceler… Onun durumu en azından bu kadar kötü değildi. Sadece kafasındaki bir düşünce onu bir buhrana sokuyor ve ona ızdırap veriyordu. Bunu çözmeliydi. Yine düşünmeye başladı. Sokak lambasının ışığı yavaş yavaş kayboluyordu. Uyandığında, ne kadar zamandır uyuduğunu anlamak için saate baktı ama ne zaman uyuyakaldığını hatırlayamıyordu. Üstelik kahvesi soğumuş, sağ kolu uyuşmuş ve üzerine bir şey örtmediği için de üşümüştü. Kalktı, odanın içinde biraz yürüdü. Henüz yatağa gitmeye niyeti yoktu. Koltukta uyuklayarak geçirdiği süre sonunda uykusu açılmıştı. Üstelik bu meseleyi bu gece çözmesi gerektiğini hissediyordu. Mutfağa yöneldi. Kendine yeni bir kahve yapacaktı. Kahvenin olmasını beklerken bir sandalye çekip oturdu. Mutfakta, düşünceleri daha berrak bir hale gelmişti sanki. Önünde manzaranın uzandığı, pencere kenarındaki o yerden farklıydı. “Sanırım kahvemi burada içsem iyi olacak” dedi. “Belki de manzara benim düşüncelerime yoğunlaşmamı engelliyor, tıpkı hayat gibi. Gün içinde güzel bir şey oluyor, güzel bir an yaşıyorum ve günüm güzelleşiyor. Geri kalan ne varsa unutuyorum. Sonra, o güzel manzara bitiyor ve yeniden gerçekliğin içine düşüyorum. İkisi arasındaki savaş hiç bitmiyor.” Mutfaktaki sandalye çok rahatsızdı. Koltuğundaki o konforu bulamıyordu ama seçimini yapmıştı. Yeniden düşüncelere daldı.  Onu ne zamandır tanıdığını hatırlamıyordu. Oysa kendine kalsa, daha ilk adımlarını attıkları, ilk kelimelerini söyledikleri günden beri tanışıyorlardı. Bütün takvim yaprakları, sonbaharda dökülen yapraklar gibi aniden dökülmüş ve yılları çabucak geçmişlerdi. Hakikat ise böyle değildi. Bunu kendi de biliyordu zaten. Bu, yüreğinin hissettiği ve yaşadığı zamanın takvimiydi. Sayılara bakarsan tanışıklıkları ancak birkaç yıllıktı. Aynı kitaba bakarken tanışma klişesini hep komik bulmuştu ama onların tanışma hikâyesi de buna benzerdi. Aynı mezatta iki kitap konusunda karşı karşıya gelmişler ve iki kitabı da ona bırakmamıştı. Bunlar artık basılmayan, daha ziyade kaynak kitap olarak kullanılan türden kitaplardı. Mezat bittikten sonra yanına gelmiş, kitapları ödünç alıp alamayacağını, eğer ödünç verirse söz verdiği zamanda mutlaka geri getireceğini söylemişti. “Yeni tanıdığım birine neden güveneyim ki” diye düşündü. - Haklısınız, dedi. Yeni tanıdığınız birine neden güvenesiniz ki... Bu sözü duyduğunda, içinden geçirmek yerine sesli şekilde mi söylediğini düşündü bir an ama hayır. Sadece içinden geçirmişti. Karşısındaki adam ise onun tedirginliğini anlamış olmalı ki küçük bir not defterinden kopardığı kağıda adını ve telefon numarasını yazıp ona uzattı. - Fikriniz değişirse bana bu numaradan ulaşabilirsiniz. “Bu da yeni numara herhalde? Telefon numarasını vermek için bir bahane” diye düşünüyordu ki kartta yazan telefonun sabit bir numaraya ait olduğunu fark etti. Sorgular bir şekilde bakmıştı. - Evet, çalıştığım iş yerinin numarası. Kâğıdı umursamaz bir tavırla alıp çantasına koymuş, genç adam ise iyi günler dileyerek yanından ayrılmıştı. Kâğıt, birkaç gün sonra yeniden eline geldiğinde onun ne olduğunu hatırlayamamış; sonra merak duygusu ağır basınca da nerede çalıştığını öğrenmek için ona verilen numarayı aramıştı. Telefonu açan ses bir otel ismi vermiş ve “Nasıl yardımcı olabilirim” diye sormuş; o ise panikle telefonu hemen kapatmıştı. Bunun kaba bir davranış olduğunu biliyordu ama o an ne diyeceğini bilememiş ve aklına ilk gelen şeyi yapmıştı. Sonrasında yeniden aramış, ona ulaşmış ve kitapları ödünç verebileceğini söylemişti. Kitapları ona teslim ederken aklında hala bir soru işareti vardı ama sonuç genç çocuğun dediği gibi olmuş ve söz verdiği günde kitapları teslim etmişti. Kitapları teslim ederkenki “Bu iyiliğinize karşılık size bir kahve ısmarlamak isterim" teklifine olumsuz cevap vermemişti. Bu teklifin içindeki mananın sadece bir şükran duygusu olmadığını fark etmiş ama baştaki ön yargısını haksız çıkardığı için ona bir şans vermek istemişti. O günden sonra pek çok kez kahve içtiler; bazen kısa bazen uzun sohbetler ettiler. Hatta birkaç kez deniz kıyısında uzun uzun yürüdüler. Son görüşmelerinde genç adam şiir yazmaya başladığını dahi söylemişti. Birkaç gündür aklındaki düşünce de buydu. Genç adam onun için ne ifade ediyordu? Veya onun genç adamdaki karşılığı neydi? Aslında ikinci sorunun cevabını biliyordu. Belki de tam aksine, bildiği hiçbir şey yoktu. Öyle görmek istediği için öyle hissediyordu. Kendi duygularını ifade edebilse kendine, belki ona da söyleyebilecek ve onun da söylemesini sağlayabilecekti. Oysa şimdi bir sürü varsayımla ortada kalmıştı. Bu da ona ızdırap veriyordu. Hakikate ulaşmak için önce kendi önündeki yolu aşması gerektiğini düşünmüş ama tam da o yol ayrımında hangi tarafa gideceğini bilemeden kalakalmıştı. Bu sıkıntılı hal, birkaç gündür devam ediyordu. Şairin “biliyorum içinde bir sızı var, bıçak ağzı gibi bir sızı var, bu sızıdır işte seni verimsiz kılan, Züheyr’in Suad’ı gibi keremsiz kılan” dediği yerdeydi. Son görüşmelerini düşündü. Genç adam bir ara ona bir mektup yazdığını söylemişti. Bu mektup olayını hep bir film sahnesi gibi görürdü ve ona çok klişe gelirdi. Bu yüzden bu söze karşılık vermemiş, söz de laf arasında kaybolup gitmişti. Fakat onda kendisini çeken bir şey vardı. Adına sevda diyebilirdi ama insan sevdaya düştüğünü anlayabilir miydi, işte buna emin değildi. “Bazen âşık olduğunu bilmez insan. Sadece bir şeyler hisseder ve bu hisse bir isim verir. İşte aşk da bu isimdir” demişti bir dostu. Oysa kendisi daha o ismi dahi verememişti. Yine de bu sefer bu düğümün çözülmesi gerektiğini hissediyordu. Kahvesini içtikten sonra telefonu eline aldı, gözlerini bir süre karanlık gökyüzünde gezdirdi. Tanıdık bir yıldız arar gibiydi. Ona mesaj yazmaya karar verdi ama ne yazacağını bilemiyordu. Telefonu yeniden masanın üzerine bıraktı. Amaçsızca pencereden dışarıyı izlemeye koyuldu. Fortis fortuna adiuvat… Hatırlamış, düğümü çözmüştü. Telefonu hızla eline aldı ve karar değiştirmeden önce aklına gelen bir dizeyi genç adama gönderdi: “Hala yaşıyor gizlenerek ruhuma Kaabil…” Gönderdikten sonra bir miktar pişman oldu ama artık olan olmuştu. Saat neredeyse gecenin üçüydü ve genç adam muhtemelen uyumuştu. Sabah bu mesajı gördüğünde vereceği tepki ne olacaktı, kendisi bu tepkiye şu anki ruh haliyle karşılık verecek miydi, genç adam bu mesajdan bir şey anlayacak mıydı? Bunları düşünürken telefonuna bir mesaj geldi: “İmkânı bulunsaydı bütün ömre mukabil…” Genç adam da uyumamıştı ve bu şiirin bir sonraki dizesiydi. Fakat kendisi bir sonraki dizeyi hatırlayamadı. Onun hemen cevap yazacağı ihtimalini düşünmemişti. Hızla telefonundan şiiri açtı ve genç adama bir sonraki dizeyi bulup gönderdi: “Sırretmeye elden seni bir perde olurdum.” Cevap gecikmedi: “Toprak gibi her çiğnediğin yerde olurdum.” Artık sırlar ayan olmuştu. Aydınlık birazdan ikisinin de üzerine doğacaktı.