Sosyal Medya Üzerine Kısa Bir Not

TAKİP ET

İnsanın sosyal bir varlık olması ve kendisini bu sosyallikten tamamen soyutlamasının bir yerde hastalık belirtisi olacağı veya bazı hastalıklara davetiye çıkaracağı muhakkak

İnsanın sosyal bir varlık olması ve kendisini bu sosyallikten tamamen soyutlamasının bir yerde hastalık belirtisi olacağı veya bazı hastalıklara davetiye çıkaracağı muhakkak. Elbette her insan bazen yalnız kalmak, düşünmek, bazı kararlar almak veya aldığı bazı kararlar üzerine sorgulama yapmak ihtiyacı hisseder. Bu da başta bahsettiğim sosyalleşme durumu kadar insana özgüdür. Lakin burada önemli olan yalnızlığın bir tercih olmaktan çıkıp, insanı gittikçe içine çeken bir karanlığa dönüşmesi ihtimalinin akıldan çıkarılmamasıdır. Özellikle bazı müziklerle beslenmeye başlanan, sürekli aynı hüzün döngüsüne girmeye sebep olan, insanlarda kimsenin kendisini anlamadığı veya insanları samimi bulmadığı düşüncesine yol açan yalnızlık hem bireysel hem de toplumsal açıdan tehlikelidir. Bu tür bir depresyon hali, zaman içerisinde “olumlulanırsa” toplumsal bir kabulle “yeni tarza” dönüşebilme ihtimaline haizdir. Sosyal medya, özellikle son yıllarda ortaya koyduğu pek çok yenilik ile birlikte insanların sosyalleşme araçları haline dönüşmüştür. Ayrıca, insanların pek çok konuda sesini duyurması açısından klasik iletişim araçlarının da çok ötesine geçmiştir. Yine de bir dönem ortaya konan bütün gazete ve kitapların dijitale dönüşeceği ve basılı yayıncılığının sonunun geleceği düşüncesi henüz gerçekleşmemiştir ve fikrim odur ki bir süre daha gerçekleşmeyecektir. Bu sosyal medyanın gücünden veya dijital kaynaklara ulaşma durumundan bağımsız olarak insanoğlunun yapısı ile alakalıdır. Neticede duygusal bir varlık olan insan için bir kitaba dokunmak, bir dergiyi eline almak halen birden fazla duyguya hitap ettiği için güncelliğini korumaktadır. Yine “müsvedde” kullanan neslin etkisinin devam etmesi ve elinde en iyi bilgisayarlar olan veya bunlara ulaşma imkânı bulunan insanların dahi kitaplar ve notlar ile direkt çalışma isteği de bu konuda basılı yayıncılıktan taraftır. Yani, henüz bu manada bir “dijital çağ” gelmemiştir. (Büyük kütüphanelerdeki seçkin eserlere ve kaynaklara “online” ulaşma imkanının artması bu noktada dijital yayıncılık adına bir ağırlık oluşturmamaktadır.) Evlerdeki kitaplıklar kalkmadığı sürece de bunun geleceğini zannetmiyorum. Konuyu çok dağıtmadan yeniden sosyal medyaya dönecek olursak, özellikle son dönemde sosyal medyanın birden çok algının yerleştirilmeye çalışıldığı, etki ajanlarının sistematik olarak yer aldığı, birey ve toplum için zararlı sayılabilecek pek çok hadisenin her an gündeme geldiği bir yer olduğunu pek çoğumuz müşahede etmiştir. Bunların başında “cinsiyetsizlik” olgusunun yerleştirilmek istenmesi, bazı gayri milli fikirlerin çare olarak sunulması, kapalı bir yapıya sahip bazı Asya devletlerinin müştereken övülmesi gibi unsurlar gelmekte. Lakin mesele bu unsurların yer alması değil bunların bazı etki ajanlarının da yönlendirmesi ile saldırgan bir tutum içerisine girmesidir. Bu noktada sosyal medya zaman zaman kırk delinin aynı kuyuya aynı anda taşlar attığı bir hale gelmektedir ki bununla mücadele noktasında da tek çare “birlik” olgusunu güçlendirmektedir. Ne yazık ki Türk Milliyetçisi unsurlar, kendi iç çekişmelerini “halen” bitiremediği için bu tür durumlar karşısında yeterli argümanları sahaya sürme veya aynı yüksek tondan söylem geliştirme şansından mahrum kalmaktadır. Bu tam deyimiyle “kalabalık bir yalnızlık” halidir. Başka bir deyişle, niceliğin niteliğe dönüşememesi hadisesidir. Ve ne yazık ki “olmamış” denerek başka yapıları sürekli eleştirerek geçirilen her an da bu durumu sadece derinleştirmekte ve sosyal medyadaki mücadele suyun üstünde kalmak ve boğulmamak için bir çırpınış haline dönmektedir. Yüzenler de bir uyum içerisinde değildir ve bir yere varamadıkları için bir müddet sonra yorulmakta ve sonuç olarak ya batmakta yahut da kendini güvende hissedeceğine inandığı ana limana geri dönmek zorunda hissetmektedir. Sosyal medya konusu elbette üzerine tez yazılabilecek, çok fazla inceleme ve neticesinde de çıkarım yapılabilecek bir mecra haline gelmiştir ama yalnızlığın çaresi midir yoksa bencil bir “tercihli” yalnızlık mı sunmaktadır, netleşmemiştir. Bu tercihli yalnızlığın içine zamanla kendi fikrine karşı duran herkesi “barbar” olarak niteleyen bir etkinin girmiş olduğunu da nettir. Özellikle gayrı milli kökenlere sahip pek çok fikrin ilk tanıştığı kitlenin de ayrılıkçı bir takım unsurlar olduğunu göz önüne alırsak, bu fikirlerin de zamanla bu bölücü ve ayrılıkçı fikirlerin yeni ve süslü bir ambalajına dönüşeceği muhakkak. Üstelik bunların arasında bazı devletlerin yarı resmi yayın organlarının sistematik yayınları da var. Bunların diğerlerinde farkı ise kendilerini “şeffaf yayın” olarak nitelemeleri ve dokuz doğrunun arasına bir yalanı ustaca serpiştirme yetenekleridir. Bu sebepledir ki söyledikleri şüpheli veya kasıtlı olan ilk zümreden daha tehlikeli bir haldedirler. Yine bu sebepten, bunların yayınlarına da “flood yapıyorum, toplanın” diye yalan yanlış bilgileri binlerce ve hatta on binlerce insana ulaştırma yeteneğine sahip diğerleri kadar dikkat etmek gereklidir. Biliyorum, hepinizin zaman zaman sosyal medyayı terk etmek istediği zamanlar oluyor. Son 20 günü bu mecradan uzak geçirmiş biri olarak söylüyorum ki bunun ruh sağlığımıza, yazma ve okumamıza olumlu etkileri olsa da “sınırlı kullanımın” getirdiği katkıdan uzaktır. Yani, siz bir kişi eksilirken karşı taraf artmaya devam etmektedir. O halde bu Türk Milliyetçiliği aksiyoner olmalıdır fikrimize aykırıdır. Sadece daha derli toplu durmaya, birbirimizin yayınlarını takip edip desteklemeye, kendi haber ağımızı geliştirip genişletmeye, aramıza husumet sokabilecek farklı tercihlerimizi saldırgan şekillerde ifadeden uzak durmaya ihtiyacımız var. Bunun yarınlar için ne kadar gerekli olduğunu ilerde muhakkak anlayacağız. Yazıma son verirken, Çanakkale Zaferinin yıl dönümü vesilesi ile boğazda kurulan tabyalar ve müstahkem mevkiler ile yıllar öncesinden bölgeyi hazırlayan kurmay zekâ başta olmak üzere orduyu yeniden düzenlemek için çalışmalarını sürdürenlere ve savaş esnasında hem payitahtta hem cephe hattında gayret ve cansiperane mücadeleleri ile “Çanakkale Geçilmez” diyen komutanları ve eratı saygı ve rahmetle anıyorum. Zaferler, milletimizin ortak paydası olmalı ve şahsi çatışma merkezleri yapılmaktan bir an önce vazgeçilmelidir ki yeni mücadeleler için kurulması gerekebilecek birlik ruhu zedelenmesin.