Sosyal Medyanın Korona Virüsü: İlginç Bilgi

TAKİP ET

Kendimi ilginç bilgi çöplüğü gibi görürüm

Kendimi ilginç bilgi çöplüğü gibi görürüm. Bazı kesitler, bilgi kırıntıları, anekdotlar ilgimi celbeder, hemen hafızama kazıyıveririm. Örneğin yitip gitmiş bir çağda bir ok yarası almış Thormod isimli bir savaşçının ölümü… Kalbine yakın bir yerden yara alan Thormod, Heimskringla’dan öğrendiğimize göre, yarasından oku çıkarır ve ok başının kancalarına kırmızı kas parçaları ile beyaz yağ parçalarının takıldığını görür. “Kralımız bizi iyi beslemiş… Baksana, kalbimin kökü bile yağ bağlamış” diyerek kralını över ve ölür. Bu bilgi tek başına ilginç bir bilgi kırıntısından, malumattan ibaret. Tek başına bize ders vermiyor, bir sonuç işaret etmiyor, anafikri yok. Ancak teşbih olarak, referans olarak kullanılabilir: Propagandayı, antik çağda devlet-tebaa ilişkisini anlatırken bağlama oturabilir, güzel bir örnek olabilir. Yahut “sizi doyurdum, ben yokken buzdolabınız bile yoktu, hepsi benim sayemde oldu” derken, bir yandan vatandaşını öldüren adama tapınan vatandaşın manzarasını anlatırken de vurucu bir teşbih işlevi üstlenebilir. Kralı ölmesine sebep olmuşken bile, mesela, “yol yaptı” diyerek onu övmeye devam eden tebaa… Sosyal medya elbette siyasi örgütlenmeden “arkadaşlık” müessesesine birçok alanı etkiledi. Ancak en çok etkilediği mesele herhalde bilginin yayılmasıdır. Bu satırların yazarının mütevazı da olsa düzenli bir okur kitlesi vardır, yıllardır yazar durur. Sosyal medyanın ortaya çıkışından evvel, böyle bir kitle elde etmesi için, bir şekilde topluma yayılmış alışıldık mecralardan birinde bir “köşe” elde etmeliydi. Ancak okuyup yorumladıklarını yazdığında, sosyal medyadan paylaşıyor ve hiç değilse birkaç bin kişiye çok rahat ulaşıyor. Bu yönüyle sosyal medya, bu satırların yazarından bağımsız olarak, “bilen”lerin bilgilerini çok daha hızlı, sansürsüz ve etkileşimli bir halde “arayan”lara ulaştırmasını sağlıyor. Ancak yine bu satırların yazarının kaleminden çıkan onca yazı arasında (yalnızca Ekşi Sözlük’te 2010 – 2015 yılları arasında 1595 word sayfası uzunluğunda yazmışım) en çok okunanlardan (180.000) biri, “ilginç bilgi” başlığını taşıyordu. Sosyal medyayla birlikte doğan “filtre” sitelerinin, yan içerik derleyici sitelerin yakıtı da budur: İlginç bilgi. Ekşi Sözlük, “Ekşi Şeyler” oldu. Twitter’da ilginç, komik yahut tuhaf tweetleri derleyen hesaplar, o tweetleri üretenlerden daha fazla takip ediliyor ve “ilginç” bulunuyor. En sık rastlanan içerik türünün formatı "X'e dair Y İlginç Bilgi." Fakat yine gözlemlediğim bir durum var ki, teşbih yahut referans maksatlı kullanılan ilginç bilginin “bileşen” olduğu, ancak bir yorum, analiz, tespit, anafikir, öneri içeren yazı, “ilginç bilgi”nin kendisi kadar ilginç değil. İnsanlar yalnızca, işlevsiz, ötesiz-berisiz bir şekilde “ilginç bilgi”yi talep ediyorlar. Bu bir tuzaktır: İlginç bilgi ile faydalı bilgi aynı şey değildir ve okur-yazarlığın artması, kategorik olarak olumlu kabul edilemez. Okunan-yazılanlar hep “ilginç bilgiler” ise, ancak üreteni de, tüketeni de okumadan-yazmadan önceki halinden başka bir forma sokmuyor, küçük de olsa bir katkı yapmıyorsa, bilgi yalnızca eğlence sektörünün bir ürününe dönüşmüş demektir. Homo Sapiens evrimleştiğinden beri zekidir. 50.000 yahut 5.000 yıl önceki atalarımızla bizim aramızda zeka açısından pek bir fark yoktur. Farkımız bilgi birikiminde ve bilginin kolektifleşmesi sayesinde yaptığımız atılımlardadır. İnsanın zekiliği ezelidir diyebiliriz, ancak diğer özellikleri de öyle. (Zihnim Van Langen’in Zeytreise şarkısına gidiyor) İnsan toplulukları hep zeki oldular, ama hiçbir zaman insan cemaat ve cemiyetleri topyekün “entelektüel” olmadılar, bunu aramadılar da. Pompei’de duvar yazısı yazan Romalı genç ile Yozgat’ın duvarlarına yazan Türk genci arasında bu yönden bir fark yoktur. Bilginin kolektifleşmesi açısından onca faydası olan sosyal medya, üniversitelerin kolay yazışabilmesi için gelişen internetin pornografik içerikle dolması gibi, bir “ilginç bilgi” çöplüğüne dönüştü. Elbette entelektüel bir kaygısı olmayan ve güzel vakit geçirmek için ilginç bilgi kırıntıları okumak isteyen insanlara söz söyleyemeyiz, bunu yapmak haklarıdır. Ancak hem içerik üreticinin, hem de “ilginç değil faydalı bilgi” peşindeki tüketicinin bu tuzağa düşmemesi için uyarı yapmak gerekiyor. Oldukça cazibeli bir tuzak bu, bu satırların yazarı da bu cazibeye zaman zaman kapılıyor. Daha fazla okunmak ve okurken eğlenmek her zaman caziptir, ancak bu cazibe bilginin faydasını öldürüyor. İnsanların düşünce sistematiği, beyninin formatı “ilginci aramak ve ilginci üretmek” üzerine kurgulanıyor; insanlığa faydalı olabilecek zihinler bu şekilde heba oluyor. Bilginin kolay ulaşılır ve yayılır olması, hepimizin hiçbir dergi, gazete, hatta kitap referansı yahut meşruiyeti olmadan birer “yazar” ve “düşünür” sıfatı alabilecek hale gelmemiz, şüphesiz ki büyük bir zihinsel devrim için atlama taşı olabilirdi. Bilginin kolektifleşmesinden bahsederken, ekonomik anlamda da bahsediyorum: Bilgi “sahipliği” anonimleştikçe, klasik serbest piyasa ekonomisinin zararlı sonuçları azalacaktır, zira çağımızda sermaye paradan çok “bilgi”dir. Sair tesadüfler yahut adil olmayan parametreler/filtreler sebebiyle dün, insanlığın sahip olduğu zihinsel potansiyelin çok azı kendini gerçekleştirebiliyordu; yaratıcı, akıllı, zeki, sıradışı zihinlerin çok azı “bilinme”yi başarıyor, insanlara hitap edebiliyordu. Bugün öyle değil. Yazar olmak için yayınevine ve yayın sektörünün “öncelikleri”ne riayet etme şartı yok. Düşünür olarak üretmek ve etkili olmak için klasik yollardan siyaset yapma şartı ortadan kalktı. Bu büyük duvarı yıkan sosyal medyanın, “insanlığın ezeli meyilleri ve özellikleri” sebebiyle, sosyal medyanın avantajları sayesinde düşünür, yazar, önder olabilecek insanları “öğüten” ve ilginç bilginin cazibesiyle potansiyelinin altında kalmasına sebep olan bir zindana dönüşme ihtimali var. Yine de sosyal medyada müthiş tespitler okuyor, çok yaratıcı zihinler tanıyorum. Onları okumaya devam edebilmek, yeni zihinlerle tanışabilmek için, bu tuzağın farkına varılması ve sosyal medyanın içinde alt-alanlar, networklar, bu arayışa hitap eden Türkçe içerikli mecralar yaratılması lazım. Türkiye’nin kendine has sosyal medya mecrası Ekşi Sözlük, bu cazibeye teslim olup “ilginç bilgi”yi “faydalı bilgi”nin önüne çıkaran, “popülistleşen” aktörler arasında yer alıyor. Daha global bir aktör olan Quora ise, son zamanlarda “konvansiyonel olmayan düşünür”e en çok rastladığım yerlerden, yeni düzenlemelerle “arayış”ta olanların aradığını kolay bulmasını sağlamaya çalışıyor. (Girişte verdiğim örneği bir Quora paylaşımından okumuştum, mesela.) Platformda elbette “ilginç bilgi” furyası baskın, ancak öne çıkan yazarların çoğu, ilginç bilgiyi bir şekilde “işlevsel” olarak kullanıyor: Bir neticeye varmak, bir kavramı açıklamak yahut teşbih yapmak için. Türkçe içerikli sosyal medya bu ihtiyacın farkına varır da, doğal birikim vaktiyle Ekşi Sözlük’te kendini manifesto ettiği gibi başka yerlerde eder mi bilmem. Yazıma, vaktiyle Milliyetçileri Silahlandırmak yazıma koyamadığıma üzüldüğüm, yeni öğrendiğim bir “ilginç bilgi” ile son vereyim. Meşhur “300 Spartalı” olayını bilirsiniz. Her ne kadar aşırı fantastik öğelerle süslü de olsa, filmini çektiler. Bildiğimiz kadarıyla olay, birkaç bin kişilik Grek ordusunun, birkaç on bin kişilik Pers ordusunu Thermopylae yakınlarında dar bir geçitte uzun süre oyalamasıdır. Grek ordusu yenilmiştir ancak Perslere beklenenden daha fazla hasar vermişler, ilerleyen yıllarda Pers işgalinin durdurulmasına ciddi bir katkı yapmışlardır. Bu durumun matematiksel olarak formüle edilmesi mümkünmüş. Lanchester kanunları, tam olarak bundan bahsediyormuş. Her bir asker bir anda yalnızca bir düşmana saldırabiliyorsa, bu durum Lanchester’in linear kanunu imiş: Sayısı fazla olandan sayısı az olanı çıkarırsınız, bu da size harp sonunda ayakta kalacak kişi sayısını verir. (kabaca – bir miktar kayıp verildikten sonra karşı ordunun kaçmasını hesaba katmadan) Ancak aynı anda birbirine saldıran asker sayısını azaltırsanız, mesela Thermopylae geçidi gibi bir yerde, ancak birkaç yüz kişinin karşılıklı birbirine saldırabileceği bir savaş sahasında iseniz, bu kanun sayısı az olanın lehine işler. Evet, diyelim ki bir tarafta 50.000, diğer tarafta 7.000 asker vardır. Ancak geçitler aynı anda yalnızca birkaç yüz kişinin savaşabilmesini sağlar, bu yüzden sayıca üstünlük, geniş bir meydanda 50.000 karşısına 7.000 kişinin çıktığı senaryodaki gibi bir avantaj sağlamaz. Elbette sayısı az olan taraf nihayetinde yenilecektir, fakat bu çok daha uzun zaman alacak, 50.000 kişilik kuvvet, meydan savaşında kaybedeceği askerden daha fazlasını kaybedecektir. Pekala askerler aynı anda çok yöne “ateş edebiliyor” ve çok yönden ateş alabiliyorlarsa? Bu durumda, Lanchester’in karekök kanunu devreye giriyor: 50.000’in karesinden, 7.000’in karesini çıkarıyoruz ve sonucun karekökünü alıyoruz. İlk senaryoda meydan savaşı yapılsaydı, 43.000 Pers’in hayatta kalabileceğini söylerdik, bu durumda ise, 49.500 Pers’in hayatta kalacağını söyleriz. Çünkü bu çatışma “hattı”nı ortadan kaldırır: Bir çatışma “alan”ı yaratır, 50.000 Pers 7000 Grek içinden istediği düşmanı seçebilir, ona aynı anda saldırabilir. Mezkur yazımda güç-arttıran ve güç-eşitleyen “silahlar”dan bahsetmiştim. Yukarıdaki iki senaryoda da, sözgelimi, nükleer silahlar hesaba katılmamış, her birimi birbirine eşit iki klasik ordu kurgulanmış. Nükleer silahlar, bir anda gücü eşitleyiverirler: Küçük orduya sahip bir ülke, nükleer güç olmayan daha büyük bir ülkeyi, iki kanuna da uymayacak şekilde dize getirebilir, çapının çok ötesinde zarar verebilir. Ancak böyle bir silahınız yoksa, hiç değilse “lineer” kanunun hüküm sürmesini istersiniz, şartları ona uygun hale getirir ve mümkünse, cepheyi daraltarak sayıca azlığınızın daha az önemli bir etken olmasını sağlarsınız. Bu son dediğimi, Erkin Çam’ın AKP’nin Alanını Daraltmak yazısının başlığıyla birlikte düşününüz efendim.

Bahadırhan Dinçaslan M. Bahadırhan Dinçaslan muhammed bahadırhan dinçaslan