"Soyunuk Gezme Hürriyetimize" Saldıranlara Dair

TAKİP ET

Köşesiz, abacı kebeci insanların tartışmaları kısırdır, sonuç vermez; esasında bunlara tam manasıyla bir tartışma da denemez

Köşesiz, abacı kebeci insanların tartışmaları kısırdır, sonuç vermez; esasında bunlara tam manasıyla bir tartışma da denemez. O kavramın kültüründen mahrum, çizdiği etik çerçeveden uzaktır çünkü öylesi… Bayezid ile Temir’in arasındaki tarihî meseleye ilişkin fikrî döğüşten tutun da İttihatçı-Kemalist tartışmasına kadar hepsinin içi boştur ve sonuç vermesi imkansızdır böylelerine göre. Ben, böylesi adamları oldum olası sevmem. Çalık, yeni öğrendiği, sosyal medyada bir paylaşım yaparak ortalığın altını üstüne getirdi. İttihatçıyı övdü, Kemalciyi yerdi; köşesiz türediler de ortalığı duman etti. Oysa Çalık için ortada bir tartışma bile yok. Yıllar önce varmış fakat o, kafasında bu tartışmayı nihayetlendirmiş ve olaylar yahut olgular özelinde haklılara haklılığını, haksızlara da layık gördüğünü vermiş, bitmiş. Bu yolla fikrî dünyasına birkaç tuğla daha koymuş, şimdi de bu fikir dünyasının savunuculuğunu yapıyor. Ben, bunda hiçbir beis görmüyorum. Fakat gelgelelim mesele, yalnızca onun için böyle değil. Kafasında, tartışmasını nihayetlendirmiş ve tartışmanın öznelerine hak ettiği gömlekleri giydirmiş yegane şahıs Çalık değil yani. 'Farklı' neticelere varan insan sayısı şüphesiz – ve bana kalırsa doğal olarak – daha fazladır. Misal ben de öyleyim, tartışmam biteli epey oldu. Haklı belli, haksız belli, hak tayin etmeye müsait olan ve olmayan meselelerin tasnifi sarih. Ben de kendi fikrî dünyamı buna göre şekillendirdim, şekillendiriyorum ve kaba tabirle bunun çığırtkanlığındayım. Bir taraf, diğer taraf kendi fikrinin propagandasına yeltendikçe olması gerektiği şekilde mukabele edecek. Mütekabiliyet esastır, karşı cenahın tenkit ederken sözcük seçme aşamasında gösterdiği titizlik, aynı şekilde karşılık bulacak. Engels’in reddettiği sınıflararası uzlaşı kavramı gibidir bu. Devrimci ruhun sivri yanlarından rahatsız olanlar, uyum ve uzlaşı arar. Oysa bunun varlığı bile muammadır. Uzlaşma yok, baskı ile bir tarafın üstün gelmesi ve diğer taraf üzerinde hakimiyet tesis etmesi var. Meseleye gelecek olursak demagoji sevenler, bu yazılanları ‘Kemal’i sevip Enver’i yermek’ şeklinde sığ bir özetle izaha yeltenebilir. Onun önünü almak adına daha açık olalım, nihayetinde “rakıdan ve soyunuk gezme hürriyetinden” bile daha çok sevdiğimiz kaç şey var şu dünyada, biricik vatanımız işte… Bu nazende sevgili uğruna birkaç satır daha karalamaya değmez mi? Meşrutiyetten Cumhuriyete Türkiye, daha sert bir devrimin ve daha büyük bir modernleşme hamlesinin sancısını çekmektedir. Aynı devirde, aynı topraklarda iki devletin var olması – ki bu varlık, Atsızların tarih teziyle çelişmez – Ankara’da bir Meclis’in ortaya çıkmasından daha önce başlamış bir krizdir, aşılmayı beklemektedir. Abdülhamid ile Talat’ın devleti, aynı devlet değildir. Nihayetinde Milli Mücadele bu krizi aşmaya vesile olmuş ve birinin ortadan kaldırılmasıyla sorun hallolmuştur. Yeni Türkiye, Eski Türkiye’yi yenmiştir. Tâ Balkan Harpleri esnasında sıradan bir gazeteci rolündeki Troçki bile bu adlandırmayı yapmaktan çekinmez. Bu Meşrutiyetçilerin devleti, Yeni Türkiye’dir; tahakkuk ettirdikleri de Türk modernleşmesi. Millicilere, başkalarının deyimiyle Kemalcilere düşen de bunu tamamlamak olmuştur. Ama itiraf etmek lazımdır ki, Garplılaşmamız noksandır, taçlandırılmamıştır ve en nihayetinde İslamcılar tarafından her geçen gün biraz daha tahrip edilen millî bir davadır. Yani İttihatçı ile Kemalcinin ilişkisi bir noktada halef-selef ilişkisidir, Yeni Türkiye’nin bayraktarlığı birinden diğerine geçmiş bir payedir. Son olarak bir ricada bulunacağım, bu tartışmayı başlatan şahıs için yalnızca “Kemalizm düşmanı” yorumunu yapıp onu sıradanlaştırmayın. Kemalizme düşmanlık cephesinde farklı farklı cenahlardan nice adem saf tutar. Bu şahıs, hiç yoktan bir adım öndedir, taltif buyuralım. Sözün özü; sivri olmak iyidir, delilik fevkaladedir ancak bu hasletler üzerinde tahakküm kuramayıp onların esiri olmak çok vahim bir durumdur. Çalık, işte böyledir. Onun Kürtçülüğün ve irticanın en iptidai önderlerinden biri sayılabilecek Said-i Nursi denen zavallıyı bir ülkücü, bir Türk milliyetçisi olarak tanımlama gafleti işte bu esarettendir. Yazık! Bu kadar küçülen insanın üstüne varılmaz ancak bilmelidir ki, bu kadar küçülen insan, ciddiye de alınmaz. Fakat Çalık, ne yazık ki, türünün son örneği olmadığından bu Nurslu Said gibilerini Türk milliyetçiliğine, fikrî mazimize sızdırmaya çalışanlara karşı uyanık olmak lazım gelir. Bakın, Kemalizme hücum eden Çalık’ın bu düşmanlığının menbaını anlamak için biraz üstüne gitmeniz kafi geldi. Tepkiler üzerine ilk paylaşımında lafı nereye çekti? “Soyunuk gezme” hürriyetine… Anamızın ak sütü gibi helal olan, kan ve canla kazandığımız bu hürriyet, esasında onların laikliği algılayış biçimidir. Böyle mi tanımlamak istiyorsunuz, ala… O heybetli modernizm binası, 'milliyetçilik' ve 'sekülarizm' denen ayaklar üzerinde yükselir. Buna saldıran adamlar, Türk’ün Garplılaşma serüveninin en serdengeçti, en cengaver adamlarını, yani Enverleri, Talatları anlayabilir mi, sevebilir mi? A. Kutalmış Işık

İttihat ve Terakki Cemiyeti Kemalizm mustafa çalık said-i nursi Sekülarizm Türk Milliyetçiliği türkiye günlüğü